Gazete Vatan Logo

3 çocuk için baskı yaptım

Emre Kınay ayrılığının ardından ilk kez konuştu

Mahallemizin okumuş ağbisi gibidir Emre Kınay. Dostlarına destek için kavgaya giren ama genel olarak şiddete karşı olan, iki arada bir derede kalmış tüm erkekler gibi...

Onun böyle bir imaj çizmesinin en önemli nedeni de hiç şüphesiz ki, bıyıklarıydı! Bir de Yeditepe İstanbul dizisindeki Yusuf karakteri.
Gerçi, başrollerini Pelin Körmükçü ile paylaştığı ve kendi tiyatrosunda sahnelediği “Aşk Her Yerde” oyunuyla bu imajın oldukça dışına çıkıyor. Çünkü Emre Kınay, bu oyunda karısı tarafından terk edildiği gibi kadın kılığına giren bir erkeği canlandırıyor. Ona sakal ve bıyık kestiren de bu! Dahası önümüzdeki hafta Kınay’ı, TRT’de yayınlanacak olan bir sitcom’da izlemeye başlayacağız. Rolünü “Beni tanıyamayacaksınız bile” sözleriyle tarif ettiği dizide Kınay’ın rol arkadaşı; Tamer Karadağlı.
Ama tüm bunların yanı sıra Emre Kınay, gündemimize bir başka nedenle daha girdi. Dört yıldır evli olduğu Emine Ün’le boşanmasıyla... Kimi “eşini aldattı” diye yazdı, “Kimi oturdukları evi ona vermek istemiyor” diye. Neresinden bakarsanız, boşanma gibi zor bir süreç geçiren bir çifti üzecek yorumlar bunlar.
Bu nedenle Emre Kınay’ı ikna etmek kolay değildi. Ne de olsa karşımızda “Ben karıma çok aşık oldum, arkasından tipik bir Türk erkeği gibi konuşmak istemem” diyen biri vardı...


Başrolünü Pelin Körmükçü ile oynadığınız “Aşk Her Yerde” için ne dersiniz?
Bu bir yanlışlıklar komedisi. Karısı tarafından terk edilen ve kızıyla yaşayan bir adamın çocukluk hayalini gerçekleştirip roman yazmasını konu alıyor. Ama bu romanı bir kadın adıyla bastırıyor. Yayınevinin sahibi kadına aşık olunca da işler karışıyor ve hem kadını hem de romanı kaybetmemek için kılıktan kılığa giriyor, işleri yüzüne gözüne bulaştırıyor. Ama çok eğlenceli bu kısımlar. Tatlı bir komedi...



Size bıyık kestiren de bu oldu. Oysa sizin bıyıklarınızla bütünleşmiş bir imajınız vardı. Tereddüt etmediniz mi?
Bence asıl sakalımı kestirdi. Çünkü bıyıkla çok değil sadece dört yıl dolaştım. Kadın hayranlarım çok sevince kesememiştim. Bizim bu tür durumlarımız var ya. Bir gazete haber yapmıştı; “Kim bıyıklarını kessin, kim kesmesin” diye. O ankete göre benim kesinlikle kesmemem gerektiği ortaya çıkmıştı. Ama inanın hiç sevmemiştim bıyıklarımı. Bir kere çok zor bıyıkla yaşamak! Hele bir oyuncu için hamuru bozmak gibi. O zaman bazı rolleri oynayamıyorsunuz.


Anadolu erkeği imajı mı yapıştı üzerinize?
Evet, oysa hiç öyle bir durumum yok. Ağır adamım ama Anadolu erkeği gibi değilim.


Eski halinize rakı yakışırdı, şimdiki haliniz şarap sofrasına mı uygun?
Ama ben hep şarap adamıydım. Bıyıklıyken daha sormadan rakı getiriyorlardı. Kendimi, tipimi herhangi bir tarafta görmüyorum, göremem çünkü ben bir oyuncuyum. Mesela en sevdiğim karakterlerden biri Yeditepe’de canlandırdığım Yusuf’tur. O benim için bir numaradır. Sonra “Esir Şehrin İnsanları”ndaki rolüm. İdeolojik bakışıma da yakındı o rol. Berivan’daki Ferhat’ı da çok sevmiştim. Çünkü onu herkes toprak ağası olarak algılasa da aslında toprak reformu yapmıştı.

Mahsun “Güneş’i Gördüm”de cesur davranmadı

“Güneşi Gördüm” filminde oynadınız ve Mahsun Kırmızıgül’ü çok övdünüz...
Yılmaz Güney sözünü çıkaran da benim... Ama sözüm yanlış anlaşıldı.


Tam olarak ne demiştiniz?
“Bu film toplumsal gerçekçi sinemanın başlangıcı olabilir, abudik gubudik filmlerden sonra” dedim. Bundan gocunmayacağım da!


Abudik gubidik filmlerden kastınız ne?
Dershanede geçenler... Tatil köylerinde “15 günde çekelim, parayı kapalım” mantığı ile çekilenler ve adına “sinema” denilen tüm filmler. Bunu sadece Mahsun için demiyorum. Nuri Bilge Ceylan’ın durduğu yer ile Mahsun Kırmızıgül’ün durduğu yer birbirine yakın olmayabilir ama sonunda ikisi de bir sorumluluk sineması.


“Tüketim kültürüne karşı filmler” mi demek istiyorsunuz?
Evet. 10-20 yıl sonra Kürt meselesi veya terör nereye gider, bilemem. Ama Can Dündar bu konuyla ilgili bir belgesel çekerse, artık Mahsun’dan bir görüş alır bence. Ayrıca bu film DVD kütüphanelerine de girer. Evet, çok soft, çok suya sabuna dokunmayan bir film ama bu kadar baskının olduğu, demokratlığın yakınından bile geçilemeyen bir ülkede bu bile bir başarı.


Bu nedenle mi tebrik ediyorsunuz Mahsun Kırmızıgül’ü?
Evet ama hâlâ cesur değil. Etnik kökeninden ötürü. Ne olursa olsun, bundan sonra daha başka olacağına inanıyorum.


Sizce nasıl çekilmeliydi?
“Bu işin bir sorumlusu da var”, diyerek oralara da bakması lazımdı. Mesela Isabelle Allende’nin, Şili ile ilgili yazdığı romanlarda, sorunu anlatırken sorumlu tuttuğu insanlar vardır. Tabii onun sorumlu tuttuğu insanları bir başkası tutmuyor olabilir. Ama böyle bir filmi yapıyor olmak risk almaktır. Ve bu tür bir insanın risk alması, ortalama bir insanın risk almasından bence daha zor. Çünkü bu ülkede ben dahil kimse demokrat değil. Kimsenin ötekine tahammülü yok ya da bir yere kadar var. Kendi hakkını savunan fark etmeden zulüm eden birine dönüşüyor. O zaman da diyorsun ki; “Zulmü gördüğünü söylüyorsun ama erk eline geçerse sen de aynısını yaparsın.” 1950-1960 arasında Beyoğlu’nda bir gecede perde açan 40 tiyatro vardı. Şehrin nüfusu bir buçuk milyon! Bundan on yıl öncesinin koltuk sayısı hâlâ aynı ama nüfus on milyonu geçti! Kitap satış rakamlarını, kitap eki yazıişleri müdürü olarak daha iyi bilirsiniz. Hasan Ali Yücel’in yönettiği Milli Eğitim Bakanlığı’nın klasikler dizisine bir bakarsak Urfa milletvekilinin Balzac, Uşak milletvekilinin Shakespeare, Aydın milletvekilinin Moliere çevirdiğini görürüz. Bunlar milletvekili!


35 liralık biletin 15 lirası vergi!

Kültür ve sanat konusunda daha iyi bir politika ile bu sorunlar çözülemez mi? Mesela Kültür Bakanlığı kitaptan alınan yüzde 18 KDV’den ya da tiyatro biletlerinden alınan vergiden vazgeçilmesini sağlasa...
Kültür Bakanı’nın bu işle alakası yok. O sadece “izm”ler arasındaki geçişle ilgileniyor. Hiçbir şeyle ilgisi yok. 35 liralık biletin, 15 lirası vergi! Türkiye’de nasıl tiyatrolar güçlenecek. Kültür Bakanı iaşe dağıtır gibi bize “yardım” veriyor. Adı bu. Niye, ben düşkün müyüm bana yardım veriliyor? Aksine ben senin yapman gerekeni yapıyorum.


Murathan Mungan Türkiye için “yetenekler mezarlığı” der. Ne dersiniz?
Kesinlikle. Benim görevim tüm politikacıları eleştirmek. Ama şunu söylemeliyim; sağ bir sanat olmaz. Bunu Afşar Timuçin Hocam öğretmişti. Sanat sol bir eylemdir. İnsan yaşamı iyileştirmek adına yapılan bir şeyse sanat; o zaman sol bir eylemdir. Bu nedenle, Kültür Bakanı’nın geldiği düşünce düzeyinde kültür ve sanata destek olmasını zaten beklemiyorum. Bunu bekleyen ağabeylerimi, meslektaşlarımı da yadırgıyorum. Kültür ve Turizm Bakanlığı diye bir bakanlık olur mu? Kültür ve Eğitim Bakanlığı olabilir. Ama nasıl Milli Eğitim Bakanlığı olmamalıysa Kültür ve Turizm Bakanlığı da olmamalı. Ayasofya’nın çevresindeki çöplerin nasıl toplanacağı konusunda görüş bildiren makamla, hangi ilçeye nasıl bir kültür merkezi yapılacağına karar veren makamın aynı olması mümkün mü? Ayrıca herkes sözde milliyetçi... Karagöz ve Hacivat’ı sahiplenir. Ama bizim bir Kukla ve Gölge Oyunu enstitümüz yok. Bu sanatın ustaları açlık sınırının altında yaşıyor. Biriyle Bursa’da tanıştım. Kapalıçarşı’da bakır satıyor, turist gelince de Karagöz-Hacivat oynatıyor!

Geçinemediğimiz için boşandık

Emine Ün’le olan evliliğiniz bitti. Yeni boşandınız. Basında birçok neden yazılıp çizildi. Neden ayrıldınız?
Aldatma iddiaları falan yalan. Böyle bir şey yok. Emine ile geçinemediğimiz için boşandık. Şiddetli görüş ve fikir ayrılığı yüzünden.


En temel ayrımınız neydi?
Hayata bakışımız yani her şey...


O zaman boşanma nedeni sevgi eksikliği değil. Bu çok kötü değil mi yani severken ayrılmak?
Sevgi eksikliğimiz yoktu. Ama evlilik başka bir şey yani sadece sevgi ile kalmıyor. Aşkla başlıyor ama bir süre sonra konuşabildikleriniz azalıyorsa, ortak okuma heyecanlarınız azalıyorsa, aynı şeyleri yapmaktan zevk almamaya başlıyorsanız ayrılıyorsunuz. Tatsız bir olay tabii... Ben de zaten yeni yeni atlattığım için konuşabiliyorum.


Tamamen atlatabildiniz mi?
Henüz değil. Burada hayatımın çok önemli bir altı yılından bahsediyoruz. Üstelik bu ayrılık sürecinde ben birçok şeyi birlikte yaşadım; çocuğumla ilişkimde bir ayrılık da demekti. Tiyatroyu da bu dönemde kurdum, onun sorumluluğu, ekonomik kriz...


Şu anki ruh haliniz nasıl? Ortaya çıkan boşluğu nasıl dolduruyorsunuz?
Tiyatroyla. Kızımla daha fazla vakit geçirerek. Mesela artık önce kızımı görüp sonra prova yapıyorum.


Bir film izlerken ya da sahnede birden aklınıza “Artık biz Emine ile evli değiliz” diye geliyor mu? Çünkü bu çok can acıtan bir idraktir.
Geliyor tabii... Canımı acıtıyor da ama hayat böyle bir şey. O yüzden tiyatro yapıyoruz. Tiyatro tüm bunların bir ifadesi çünkü!
Ben yaşanacaksa eğer tüm acıların yaşanması, hem de kanata kanata yaşanması gerektiğine inanırım. Çok aşık olduğum bir kadındı Emine, o yüzden onun ardından kötü sözler söyleyemem.


“Herkesin yolu açık olsun” diyemem

Emine Ün’e olan aşkınız o kadar güçlü bir aşktı ki önceki evliliğinizi bitirmiştiniz...
Bitirdikten kısa bir süre sonra evlenmiştik. Bu nedenle klasik bir Türk erkeği gibi “Bana hiçbir şey olmaz, herkesin yolu açık olsun” diyemem.


Geriye dönüp bakıyor ve “Şu olay olmasaydı, bu evlilik bitmezdi” diyor musunuz?
Mutlaka bu tür olaylar vardır ama bu tür ilişkileri tek olay bitirmez. Bir şeylerin birikmesinin sonucudur.


Kurtarabilecek davranış, söz, yeni bir yaklaşım yok muydu?
Bilmiyorum, hayat planlanamıyor. Hayal ettiğim her şeye sahip olabildim, para dışında! O yüzden iyi ki Emine ile evlenmişim. En küçük bir pişmanlığım yok.


Kızımız için profesyonel destek alıyoruz

Boşanma süreci kızınız Duru’yu etkiledi mi?
Şu an etkilemedi ama ilerleyen süreçte etkileyecektir. Bu konuda profesyonel destek alıyoruz. Çünkü yanlış yapmamak gerek. Şu an bir karakter inşa oluyor. O başka bir fotoğraf makinesi ile fotoğraflar çekip kendi Pandora Kutusu’na atıyor. Ben de bu fotoğrafların sağlıklı olması için çabalıyorum. Onun dışında yapabileceğimiz bir şey yok. Ayrıca ben de, annesi de çocuğumuza aşığız. Sevgisizlik konusunda bir sorun yok. En önemlisi de o. Ama yine de Duru, anne-babası boşanmamış bir çocuk gibi olmayacak. Bu ortada. En azından artık anne ve babasının birlikte yaptığı bir tatile şahitlik edemeyecek.


Ne kadar sıklıkla göreceksiniz kızınızı?
Eşit görüyoruz, bu konularda hiçbir sorun yok. Son derece iyi anlaşarak ayrıldık.


Hem eşinizden hem de çocuğunuzdan ayrılmak zor mu?
Benim için gerçekten çok zor. Çünkü ben kalabalık aileden geliyorum, hâlâ yeğenlerimle birlikteyimdir. Şu anda içlerinden birinin yanında kalıyorum. Mesela bana kalsa, şu an beşinci çocuğum olurdu.


Beş çocuk! Yazık değil mi o kadının bedenine? Beş çocuk doğurmak kolay mı?
Değil ama onun da keyfi başka... Hadi üç diyelim. Hiçbir şey de olmaz. Bu tarafımda muhafazakâr bir çizgi arıyorsanız, var, kabul ederim.


Kontrol edemediğim bir durum söz konusu

Hani “Hepimiz demokratız” türküsü?
Demokratlıkla ilgisi yok bunun. Anne istiyorsa tabii! Zaten bir çocuğum olduğuna göre demek ki, çok da baskı yapmamışım.


Baskı yaptınız yani?
Yaptım, üç çocuğu çok istedim ne yalan söyleyeyim. Çünkü ben Emine’ye çok aşık evlendim ama olmadı! Bundan sonra çocuğum olmaz da demiyorum tabii... Ama ben çok çocuk seviyorum.


Türkiye’de boşanmalar artıyor. Çocuklu ailelere vereceğiniz bir tavsiye var mı?
Önce ayrılmamayı tavsiye ederim. Boşanmamda kontrol edemediğim bir durum söz konusu. Yoksa gönül istemezdi ayrılmayı. O yüzden ortada çocuk varsa, ayrılırken iki tarafın da bir değil on kere düşünmesi gerek.


Şair Attila İlhan “Ayrılık da sevdaya dahil” der, ne dersiniz?
Kesinlikle. Çok güzel söylemiş değil mi? Buna şunu da eklemek isterim; evliliği yürütmek için nikah dairesinde attığınız imza nasıl yeterli değilse boşanmak için de mahkemede attığınız imza ayrılmaya yetmez.


Bu çok yoruma açık bir söz. Yeniden bir araya mı geleceksiniz?
Umudum yok. Her şeyi suyuna bıraktım. Benim için net olan şu: Ben Emine’den ayrıldım ve bizim bir araya gelmemiz, çok büyük konuşmak istemem ama, çok zor!


Peki kendinizi nasıl hissediyorsunuz; yeni bir hayatın heyecanını yaşayan bekar bir erkek mi yoksa zor günler geçirmiş bir dul mu?
İkisi de. Son derece bekarım, son derece de boşanmadan bir gün önceki adamım!


Her rolü oynar mısınız? Yoksa rolünüzün ideolojinizle ya da kültürünüzle örtüşmesini mi istersiniz?
Ilımlı sosyalizme inanan biriyim. İsveç modeline. Yani bir şeyi övmeyen her türlü hikayenin içinde olurum. Bir hikaye sosyalizmi de överse içinde olmam. Çünkü işimiz muhalif olmak. Bu kimseye devretmeyeceğim bir hakkım. Ama arada “Aşk Her Yerde” gibi oyunlar da olmalı ki biz de herkes gibi soluk alalım. Ama şovenizmi reddediyorum.


Irkçı birini oynamaz mısınız?
Oynarım. Ama hikayenin ne anlattığı önemli. Yani ırkçılığı övüp övmediği! Övüyorsa oynamam. Ne Türk milliyetçiliğini, ne Kürt milliyetçiliğini ne de başka bir ırkı öven...


“Her Yerde Aşk Var” oyununuzun kahramanı roman yazıyor, “Yeditepe İstanbul’daki Yusuf” gibi. Ya siz?
Ben de. Yaz sonuna biter. Bir yazar ve çocuğun hikayesi bu. İkisi de vazgeçmiş kişiler. Ama bastırmayabilirim. Çünkü bu konuda biraz yaş takıntım vardı, “Bunun için yaşlandım mı?” diyordum.


Pek çok yazar kırkından sonra yazmıştır romanlarını...
Öyleymiş, ben de kafamı toplayıp konsantrasyonumu sağlarsam yazacağım. Çünkü sadece roman da değil hikaye ve masalla da uğraşıyorum.


Haberin Devamı