Şampiy10
Magazin
Gündem

Sayıştay’dan TOKİ’ye tazminat uyarısı!

TOKİ’yi denetleyen Sayıştay, ödenen tazminat tutarının son 3 yılda 100 kat artışla 302 bin liradan 36.5 milyon liraya fırladığını tespit etti. İdare aleyhine açılan dava sayısının da 7 kat artışla 25 bin 215’e çıktığını tespit eden Sayıştay denetçileri, TOKİ yönetimini konutları vaktinde teslim edecek mekanizmaları oluşturması yönünde sert bir dille uyardı.

Samsun’da 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan sel felaketi sonrası eleştiri yağmuruna tutulan Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na (TOKİ) bir eleştiri de Sayıştay’dan geldi. TOKİ’nin hesaplarını inceleyen Sayıştay denetçileri kurumun projelerde yaşanan gecikmeler nedeniyle ciddi maddi kayıplara uğradığını tespit etti. Konutların zamanında teslim edilmemesi ve yüklenici firmaların hizmet kusurları yüzünden 2009 yılında 3031 olan dava sayısının 2011 ‘de 25 bin 215’e fırladığına dikkat çekilen raporda aynı dönemde ödenen tazminat tutarının da 300 bin liradan 36.5 milyon liraya ulaştığının altı çizildi.

Vatan’ın ele geçirdiği Sayıştay raporunda ayrıca TOKİ ile çalışan bazı inşaat firmalarına idari para cezası kesilmesi gerektiği de vurgulandı. Sayıştay denetçileri ayrıca Ankara’da KC Group tarafından yapımına başlanılan ancak daha sonra yarım kalan 3 inşaat projesi nedeniyle TOKİ yöneticileri hakkında cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulduğunu da ortaya çıkardı.

Samsun’da 12 kişinin yaşamını yitirdiği sel felaketi sonrasında eleştiri oklarının hedefi olan TOKİ’ye devletin en önemli denetim birimi olan Sayıştay’dan da sert ikazlar geldi. Yaptıkları incelemeyle TOKİ’nin adeta röntgenini çeken denetçiler kurumun ödediği tazminat tutarının son üç yılda 7 kat arttığına dikkat çekerek yönetime ‘daha düzgün müteahhitlerle çalış’ tavsiyesinde bulundu.

Raporda “ İdarenin muhatap olduğu dava sayısında son yıllarda büyük bir artış olduğu görülmektedir. 2010 yılı başında dava sayısı 3031 iken, 2010 sonunda 18177 ve denetim tarihi itibariyle de 25125 adede ulaşmıştır. Davalardaki artışın en önemli sebebi, İdarenin satışını gerçekleştirdiği konutların kendisinden veya yapımcı firmalardan kaynaklanan sıkıntılar nedeniyle satış sözleşmesinde belirtilen tarihte satın alanlara teslim edilememesi nedeniyle mağdur olan vatandaşlar tarafından açılan geç teslim davalarından kaynaklanmaktadır” denildi. 2009 yılında geç teslim nedeniyle açılan davalar kapsamında ödenen tazminat tutarının sadece 302 bin lira olduğuna dikkat çekilen Sayıştay Raporunda aradan geçen 2 yıl içinde bu tutarın 100 kat arttığı ve 36.5 milyon liraya ulaştığının altı çizildi. Bu tutarın gecikmelerin sürmesi nedeniyle daha da artmasının beklendiği ifade edildi. Sayıştay denetçileri teslimatlarda yaşanan sıkıntıların TOKİ’nin imajına büyük zarar verdiğine dikkat çekerek, gecikmelerin nedenlerinin araştırılması ve olası davaların önüne geçmek için gecikme durumunda taksit erteleme, vade uzatma veya kira bedeli uygulamalara başvurulması istendi.

KC Group bürokratları yaktı

TOKİ Raporu’nun 91-94 sayfalarını okuduğunuzda oldukça ilginç bir tablo ile karşılaşıyorsunuz. Hasılat paylaşımı modelinin masaya yatırıldığı bölümde TOKİ ile KC Group arasında Ankara Etimesut Eryaman’daki 8. ve 9. etap konutları gelir paylaşma sözleymesinde yaşanan sıkıntların ele alınması oldukça dikkat çekici. Sayıştay denetçileri 2004’te yüzde 28 gelir payı şartıyla başlanan projede ciddi eksikliklerin olduğuna işaret edilen raporda KC Group ile TOKİ arasındaki anlaşmazlıkların 2011’den itibaren yargıya intikal ettiği bilgisine yer veriliyor. TOKİ’nin KC Group’tan alacaklarını tahsil etmek için 2011 yılı Ocak ayında Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde alacak davası açtığı belirtilirken çok önemli bir detaya yer veriliyor.

“KC Group ile İdare arasında ‘Arsa Satışı Karşılığı Gelir Paylaşımı Yöntemiyle ihale edilen üç ayrı işte, taşınmazların satışının peşin satış olmadığı halde bu satışların banka kredili peşin satış olduğu ifade edilmek suretiyle hatalı bilgilerle vekaletname düzenleyerek, bu vekaletnamelerin yüklenici firamaya teslim edilmesi ve dolayısıyla idare alacağı tahsil edilmeden ya da ipotek, teminat alınmadan tapu devri yapılması sonucu İdare alacağını tahsil edememe riskiyle karşı karşıya kalmıştır. Yapılan incelemede taşınmazların tapu devrinin yükleniciye verilmesi hususunda İdare uygulamalarına aykırı ve usulsüz olarak yapılan işlemlerle ilgili olarak Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanılğı’nın 21.03 2011 tarih ve 34/2011-2 sayılı ön inceleme raporunda belirtilen görüşler çerçevesinde, Ankara Cumhuriyet Savcılığına yazılan 04.04.2011 tarihli ve 24149 sayılı yazıyla, TOKİ eski başkan yardımcısı, Daire eski başkanı, iki Daire başkanları ve şube müdürü hakkında soruşturma izni verilmiş olup, sorumlular hakkında savcılık soruşturmasının devam ettiği tespit edilmiştir.”



Fettah Tamince ekonomi televizyonu kuruyor

Rixos Oteller zincirinin sahibi ünlü işadamı Fettah Tamince, 2009 yılında medya sektörüne adım attığında herkes şaşırmıştı. Turizm alanında dünya çapında bir marka yaratmayı başararak herkesin takdirini kazanan ünlü işadamının Star Gazetesi ve Kanal 24’ün ortağı olması şaşkınlıkla karşılanmıştı. Birçok kişi Tamince’nin siyasilerden gelen ricalar üzerine medya sektörüne girdiğini düşünürken ünlü işadamı bu sektörde büyümek istediğini söyleyerek herkesi şaşırtmıştı. Rixos’un patronu Fettah Tamince iki yıllık gözlem ve tecrübe edinme sürecinin ardından şimdi daha büyük hedefler için kolları sıvadı. Kulislerde konuşulanlara göre Tamince ‘yükselen değer’ olarak kabul edilen televizyon dünyasında daha güçlü bir pozisyon elde etmek için yeni bir tv kanalı kurma kararı aldı. Henüz adı netleşmeyen yeni kanalın CNBC-e ve BloombergHT’ye rakip olacağı ve ekonomi alanında yayın yapacağı öğrenilirken, ünlü işadamının yeni kanalın yönetimini Kanal 24 Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Bulut’a emanet edeceği söyleniyor.



Darbe komisyonu batık kredilerin de izini sürüyor

Dün yayınlanan ‘bankacı paşalara darbe sorgusu’ başlıklı haberimiz gündem oluşturdu. Birçok haber kanalı ve haber portalı konuyu tartışmaya açarken, biz de boş durmadık, konuyla alakalı yeni bilgi ve belgelere ulaştık. Edindiğimiz bilgilere göre TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’na (BDDK) yazı yazarak 1997-2007 yılları arasında bankaların tahsis ettiği batık kredilerle ilgili kapsamlı bilgi talebinde bulundu. Komisyon batık kredilerin kimlere, hangi şartlarla verildiğini sorarken buharlaşan milyarlarca doların izini sürerek 28 Şubat’ın ana aktörlerine ulaşmayı amaçlıyor. Komisyon üyesi İdris Şahin, “Batık kredilerin tahsis edildiği ana sektörleri de medya, savunma sanayii ve holdingler- mercek altına alarak resmin bütününü görmek istiyoruz” dedi.

Yazının devamı...

Türkiye petrolde İran ambargosunu altınla aştı

Son 3 ayda İran’a altın ihracatının zirve yaparak 60 tona ulaşmasının gerisinden petrol ödemeleri çıktı. İran’dan yılda 8 milyon ton hampetrol ve 8 milyar metreküp doğalgaz ithal eden Türkiye, aldığı ürünlerin parasını normal süreçte İran Merkez Bankası’na transfer ediyordu. Ancak dünyanın en önemli para transferi şirketi SWIFT, Mart ayında İran’a para transferlerini durdurdu. Türkiye de bu yüzden bir süredir İran’a fiziki altınla ödeme yapıyor.

TÜRKİYE’NİN İran’a altın ihracatı son 3 ayda zirve yaptı ve 60 tona ulaştı. Dünya piyasalarını şaşırtan altın ihracatının altından ise Türkiye’nin ithal ettiği hampetrolün parasını altınla ödemesi çıktı.

Türk- İran ilişkileri son aylarda ‘altın günlerini’ yaşıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre İran’a ihracatımız yılın ilk 5 ayında adeta patladı ve Ocak-Mayıs döneminde 4 milyar 35 milyon dolara ulaştı. Doğu komşumuza ihracatımız 2011’in tamamında 3.6 milyar dolardı. İhracatın daha yıl bitmeden bir önceki yılı geride bırakması Türk-İran ticari ilişkilerinde sık karşılaşılan bir olay değildi ve ortada garip bir durum olduğu aşikardı. Bu olayı daha da gizemli hale getiren şey ise ihracatın yüksek altın talebi nedeniyle patlamasıydı.

Ekonomist Uğur Gürses’in TÜİK ve TCMB verilerinden yaptığı hesaplamalara göre bu yılın ilk 5 ayında Türkiye İran’a 3 milyar dolarlık (yaklaşık 58 ton) altın sattı. Mart ayından itibaren tırmanışa geçen altın talebinin nedeni hakkında şu ana kadar resmi makamlardan herhangi bir açıklama gelmedi. Biz de kendi araştırmamızı yaptık ve bazı bilgilere ulaştık.

Hatırlanacağı gibi dünyanın en önemli para transferi şirketi SWIFT, Mart ayında aldığı bir kararla İran’a yönelik para transferlerini durdurduğunu açıklamıştı. Bu açıklama Tahran rejiminin yanı sıra bu ülkeden hampetrol ve doğalgaz ithal eden ülkeleri yeni yollar aramaya itti. İran petrolünün en büyük müşterisi olan Çin, bundan sonra ödemeleri yuan ile yapacağını açıklarken, Hindistan ödemelerini altın ile yapabileceğini bildirdi. Japonya ve Güney Kore bu konuda açıklama yapmazken, İran’ın en büyük 5. müşterisi olan Türkiye sorunu aşmak için çeşitli formüller üzerinde çalışmaya başladı.

Petrolün bedeli altınla ödeniyor

İran’dan Tüpraş kanalıyla yılda ortalama 8 milyon ton hampetrol ve Botaş üzerinden 8 milyar metreküp doğalgaz ithal eden Türkiye, satın aldığı ürünlerin parasını Halk Bankası’nda açılan bir hesapta tutuyor. Petrol ve doğalgaz paraları daha sonra aylık taksitlerle İran Merkez Bankası’na transfer ediliyor. Ankara’da konuşulanlara göre, Türkiye bir süredir ödemelerini İran yönetiminin talebi üzerine fiziki altın olarak yapıyor.

Adının açıklanmasını istemeyen bir bankacı, “İran Merkez Bankası Başkanı Mahmud Bahmani, Tahran yönetiminin petrol kaynakları karşılığında ithalatçı ülkelerin ulusal parasını ve altın almaya hazır olduğunu açıklamıştı. Türk Merkez Bankası’nın İran Merkez Bankasıyla SWAP anlaşması yok. Dolayısıyla yerel para cinsinden ödeme yapılması çok mümkün değil. Bu nedenle ödemeler altınla yapılmış olabilir” diye konuştu.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından açıklanan aylık hampetrol ithalatı istatistiklerine göre TÜPRAŞ Ocak-Nisan döneminde 5.9 milyon ton hampetrol ithal etti. Bunun yüzde 58’i yani 3.5 milyon tonluk bölümü de İran’dan karşılandı. Enerji Bakanlığı kaynakları önceden yapılan anlaşmalar uyarınca Mart ve Nisan ayında İran’dan normalden daha fazla petrol ithal edildiği bilgisini verdi. Bu da Türkiye’nin altın ihracatının patladığı dönemle aynı zamana denk geliyor.

İki ülke arasındaki ‘parlak’ ilişkinin daha ne kadar süreceğini ise bekleyip göreceğiz....

Nasıl gönderiliyor?

İran’dan alınan petrol ve doğalgazın parasını Halk Bankası’nda tutuyor. Banka bu parayı altına dönüştürerek, bazen zırhlı araçla sınırda İran Merkez Bankası yetkililerine teslim ediyor. Bazen de uçak kargosuyla İran’a gönderiyor.

Yazının devamı...

Kömüre yatırım yapana Enerji Bakanlığı özel bürokrat tahsis edecek

Enerji Bakanlığı 25 milyar dolarlık kömür özelleştirmelerinde ‘ezber bozan’ uygulamalara imza atıyor. Bakanlık, ihaleyi kazanan firmaların bürokratik işlemlerinin hızlandırılması için 5 bürokrat tahsis edecek. Bu bürokratlar resmi yazışmalardan banka kredisine kadar ihtiyaç duyulan her alanda özel şirketlere yardımcı olacak.

Enerjide dışa bağımlılığı azaltılmak için kolları sıvayan Enerji Bakanlığı kömürden elektrik üretiminin artırılması için düğmeye bastı. Süreci hızlandırmak adına daha önce denenmemiş yöntemleri deneyen Enerji Bakanı Taner Yıldız ve bürokratlarının çalışmaları, yerli ve yabancı yatırımcıları ciddi anlamda heyecanlandırdı. Çinli, Rus, Fransız ve Alman enerji şirketlerinin yanı sıra Körfez Bölgesindeki birçok şirket de şimdilerde elektrik üretimi yapmak için Ankara’nın kapısını çalıyor.

Resmi verilere göre Türkiye’nin toplam linyit rezervi 11.7 milyar ton düzeyinde. Dünya rezervlerinin yüzde 1.6’sına sahip olan Türkiye, linyitte ciddi bir potansiyele sahip. Ancak ne yazık ki, mevcut rezervlerin sadece yüzde 38’i enerji üretiminde kullanılıyor. Bu tablo bize Türkiye’nin elinde bulunan kaynakları yeterince verimli kullanamadığını gösteriyor.

Enerji Bakanlığı bu olumsuz tabloyu değiştirmek amacıyla yerli bir kaynak olan kömürü devreye soktu ve kapsamlı bir yol haritası hazırladı. Çalışmalara ilk olarak yüksek rezerve sahip sahaların tespit edilmesiyle başlandı. Hemen ardından özelleştirme için düğmeye basıldı. Ancak süreci hızlandırmak adına bu sefer farklı bir strateji izlendi. Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) ait sahaların özelleştirilmesinde kömürden değil, elektrikten pay almayı amaçlayan yeni bir kontrat hazırlandı. Enerji Bakanlığı kaynakları uygulamanın ilk kez Adana Tufanbeyli’de hayata geçirildiğini belirterek şunları aktardı: “Saha ve kömür için başlangıçta herhangi bir para istenmedi. Kömürden elektrik üretmeye başladığı andan itibaren devlet pay alacak. Dolayısıyla sonuç odaklı bir özelleştirme oldu”

Yatırımları süratle hayata geçirmek isteyen Enerji Bakanlığı, TKİ’den 5 kişilik özel bir ekip oluşturdu. Bu bürokratlar anlaşması imzalanan projeler tamamlanana kadar, yatırımcıların bürokratik işlemlerini çözmeye çalışacak. Bakanlık ayrıca yatırımcıların son dönemdeki en büyük problemi olan finansman konusunda da aktif roller üstlenecek. Özel ekip, Türkiye’deki belli başlı kamu bankalarının üst yöneticileriyle görüşerek finansman konusunda yatırımcılara destek sağlayacak.

25 milyar dolarlık dev pasta

Mevcut kömür sahaları 25 milyar dolarlık bir yatırım potansiyelini barındırıyor. Bu büyük potansiyeli bir an önce ekonomiye kazandırmak isteyen Enerji Bakanlığı yeni sahaları da ihaleye açmaya hazırlanıyor. Konya-Karapınar, Kahramanmaraş-Elbistan, Afşin-Elbistan Kışlaköy, Çöllolar ile C, D ve E sahalarının da kısa sürede ihale edilmesi planlanıyor.

Konya-Karapınar’da 1.8 milyar ton linyit rezervi ve 4 bin 400 MW termik santral potansiyeli bulunuyor. Kahramanmaraş-Elbistan Sahası ise 515 milyon ton rezerv ve 940 MW termik santral potansiyeline sahip. Afşin-Elbistan kömür havzasında bulunan, Kışlaköy kömür sahasında 574 milyon ton, Çöllolar kömür sahasında 1 milyon ton rezerv bulunuyor. 760 milyon ton rezervi bulunan Afşin-Elbistan C sahasında 2 bin 400 kişinin istihdam edilmesi ve 3 milyar dolar yatırım yapılması öngörülüyor. 758 milyon ton rezervi bulunan D sahasında termik santral yatırım tutarının 3 milyar dolar, 741 milyon ton rezervi bulunan E sahasının da maden sahası ve termik santral yatırım tutarının 3 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.

Büyük linyit santrallerinin ortalama 6-7 yıl gibi bir sürede tamamlandığı düşünüldüğünde zaman kaybetmeden harekete geçmenin önemi anlaşılıyor. Enerji Bakanlığı bürokrasisi bir taraftan süreçleri hızlandırırken, diğer yandan da yeni yapılacak santrallerin son teknolojiye dayalı, emisyon değerleri itibarıyla da çevreye duyarlı yapılar olmasına özen gösteriyor.

Çetinkaya atandı

Geçen hafta bu köşede Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı’na Kuveyt Türk Genel Müdür Yardımcısı Murat Çetinkaya’nın atanacağını yazmıştık. Çetinkaya’nın atama kararı dün Resmi Gazete’de yayımlandı. Uluslararası bankacılık ve İslami finans alanında ciddi bir bilgi birikimine sahip olan Çetinkaya’nın TCMB’ye atanması ‘Merkez ile piyasa oyuncuları arasındaki’ uyuma da büyük katkı sağlaması bekleniyor.



ODTÜ’nün yerli güneş pili 1 yıl içinde piyasada olacak

Orta Doğu Teknik Üniversitesi bünyesinde kurulan Güneş Enerjisi Araştırma ve Uygulama Merkezi (GÜNAM) Müdürü Prof. Dr. Raşit Turan, yüzde 100 yerli güneş pili üretimi konusundaki çalışmaların önemli oranda tamamlandığını ve ilk yerli pilin 2013’ten itibaren seri üretime geçeceği müjdesini verdi. “Güneş ve rüzgar enerjisine gerçekten inanırsak başarabiliriz. Ar-Ge, uzun vadeli bakış açısı ve hepsinden önemlisi inanmak bizi başarıya ulaştıracaktır” diyen Turan, son yıllarda başta Çin olmak üzere birçok ülkenin güneş enerjisi alanında çok ciddi yatırımlara imza attığını hatırlattı. ODTÜ GUNAM’ın bilimsel anlamda önemli çalışmalara imza attığını anlatan Prof. Dr Turan, “Türkiye’de bu teknolojinin uygulanabilirliğini göstererek özel sektör firmalarının yatırım yapmasını teşvik ediyoruz. Yaptığımız çalışmalarla Türkiye’de güneş enerjisi teknolojilerinin ve güneş enerjisi güç istasyonlarının kurulmasına ve dolayısıyla geleceğimize ve bağımsızlığımıza katkı sağlamayı hedefliyoruz” dedi. Türkiye’nin toplam enerji ihtiyacının yüzde 75’inin ithal edildiğini, toplam elektrik üretiminin ise ithal edilen doğalgazdan karşılandığını vurgulayan Prof.Dr Turan, “Türkiye geçen yıl petrol ve doğalgaz ithalatı için 54 milyar dolar ödedi. Eğer Tuz Gölü kadar bir alanı güneş panelleriyle kaplarsak Türkiye bu parayı ödemekten kurtulacaktır” dedi. Turan’ın verdiği bilgilere göre, böyle bir çalışmanın toplam maliyeti yaklaşık 300 milyar. 6 yıllık petrol ve doğalgaz ithalatına denk gelen bu tutarla Türkiye enerjide dışa bağımlılıktan tamamen kurtulabilir. Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun (EPDK) 26 Haziran’da yürürlüğe giren yeni düzenlemesiyle konutlarda ve işyerlerinde 500 KWH’nin altında elektrik üretimine olanak sağlandığını hatırlatan Turan, “Bu düzenlemenin Türkiye’deki güneş panellerine olan talebi daha da güçlendireceğine inanıyoruz” diye konuştu.

20 milyar $’lık türbin pazarı oluşacak

Toplantıda konuşan Rüzgar Enerjisi Teknolojileri Araştırma ve Uygulama Merkezi (RÜZGEM) Müdürü Yrd. Doç. Dr. Oğuz Uzol da Türkiye’deki rüzgar potansiyeli hakkında bilgiler verdi. Türkiye’deki rüzgar santrallerinin toplam kurulu gücünün 1806 megawatt olduğunu anlatan Uzol, bu rakamın toplam gücün yüzde 5’ine tekabül ettiğini söyledi. Enerji Bakanlığı tarafından yapılan projeksiyonlarda bu rakamın 2023 yılına kadar 20,000 megawatt’a çıkarılmasının hedeflendiğini kaydeden Uzol, “Bu da önümüzdeki 10 yıl içinde sadece rüzgar türbini açısından 20-30 milyar dolarlık yeni bir pazarın oluşacağını göstermektedir” bilgisini verdi. 2011 yılında faaliyete geçen RÜZGEM’in , Türkiye’yi özgün teknolojilerle dünya rüzgar enerjisi pazarında pay ve söz sahibi yapma misyonuyla kurulduğunu anlatan Uzol, “RÜZGEM önümüzdeki seneler içerisinde uluslararası seviyede araştırmaların yapıldığı rüzgar enerjisi teknolojileri konusunda ulusal bir odak noktası haline gelmeyi hedeflemektedir” diye konuştu.

Yazının devamı...

Elektriğini kendin üret

İsteyen rüzgar, güneş, su gibi kaynaklardan 2.5 megawata kadar lisans almaksızın elektrik üretebilecek. EPDK Başkanı, konuyla ilgili mevzuatın tamamlandığını söyledi. Karar özellikle siteler için büyük önem taşıyor.

Güneş, rüzgar, su gibi yerli kaynaklardan lisanssız (izin almadan) elektrik üretebilmek için gerekli yasal mevzuat tamamlandı. Artık isteyen herkes izin almadan ihtiyacı olan elektriği güneş, rüzgar ve sudan üretebilecek. EPDK Başkanı Hasan Köktaş, yeni uygulamanın bireysel tüketiciyi girişimci yapacağını söyledi.

Enerji Gazetecileri ve Medya Derneği’nin (EGAD) düzenlediği bilgilendirme toplantısında konuşan Köktaş, “Yasal süreç tamamlandı.ciddi bir ilgi var. İnsanları tüketimden üretime yönlendiriyoruz” diyerek önemli bir yeniliğe vurgu yaptı. Başkan bir de müjde verdi: “Yeni yasa taslağında 500 kilowat sınırı 2.5 megawata çıkarılıyor. Kurul bunu 5 kat da artırabilecek.”

Yeni sistemle, konutlar işyerleri, fabrikalar, köyler, mahalleler, toplu konut alanları ferdi veya toplu halde kendi elektriğin üretmek için biraraya gelebilecek. Bir diğer ifadeyle, elektrik tüketicileri ferdi olarak kendi elektriğini üretebileceği gibi talep birleştirmede yapabilecek.

EPDK Başkanı Hasan Köktaş, mevzuatın yeni tamamlanmasına rağmen kısa sürede çok sayıda başvurunun yapıldığını ifade etti. Köktaş’ın verdiği bilgilere göre, yönetmeliklerde süreci kolaylaştırmak için bir kaç defa tadilat yapıldı. Köktaş, sudan üretilecek elektrikle ilgili gecikme olabileceğini de şu sözlerle izah etti:

“Herhangi bir ilimizden bir talep çıktığında bunu değerlendiriyoruz, çok dinamik bir süreç olacak önümüzdeki dönemde. Hidrolik tarafında bir gecikme var, bizim yapılmış olmasına rağmen düzenleme, hidroliklerle ilgili DSİ bu çalışmayı henüz bitirmedi. DSİ bölge müdürlükleri alınan başvuruları tutuyor. Su kontrolü DSİ elinde olduğu için, suyun üzerindeki tesis birçok faktörü etkileyeceği için onun bir düzenleme yapmasına ihtiyaç var. Bu da bittikten sonra sistemin bütün kısımları çalışacak. Yanlış başvurular da çok oluyor.”

Köktaş, bu tür yatırıma girişeceklerin banka finansmanında zorlanmayacaklarını zira enerji kredilerinin bankacılıkta şu an bir numarada olduğunu da sözlerine ekledi.



Maliyetler değişiyor

EPDK Başkanı Hasan Köktaş, güneş, rüzgar ve su gibi yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından kendi elektriğini üretmek isteyenlerin karşılaşabilecekleri maliyet konusuna da değindi. Köktaş, şöyle konuştu: “1 MW ya da 500 kilowatsaat’in kurulu ya da anahtar teslim maliyeti kaynak bazlı var. 1 MW’lık bir tesis suda 1.2 milyon dolar, rüzgarda 1.6 milyon dolar bunları söylemek mümkün, 500 KW’lık bir tesisi bir yerde 500 bin dolara, bir başka yerde 300 bin dolara kurabilirsiniz. Suda baktığınız zaman aşağı yukarı yüzde 75-80 oranında yerli payı var. Yüzde 80 oranında yerli pay var. Talep birleştirme burada çok önemli. Her birimiz bir aboneyiz. Tabii santralin büyüklüğüne göre maliyetler değişiyor. Bir evin, sitenin veya köyün ihtiyacını karşılamak için kurulacak sistemin maliyeti farklı olacaktır.”

EPDK Başkanı, enerji sektöründe yeni bir iş kolu doğduğunu da söyledi. Köktaş, “Çok kârlı bir alan. Hemen bu yönetmelikten sonra Türkiye’de 500 KW altı türbinler üretilmeye başlandı. İlk üretimini de yaptılar yüzde 100 yerli su türbinleri üretilmeye başlandı. Güneş panelleri üretmeye yönelik çok hızlı çalışmalar var, özellikle bu yönetmelikten sonra. ABD’de anahtar teslimi yapılıyor. Bu hızla bu noktaya doğru gidecek. Mühendislik firmaları çıkacak ve anahtar teslimi yapacak” diye konuştu.

Yazının devamı...

Fişini çektik

Suriye rejimine karşı giderek sertleşen Ankara, Şam yönetimine karşı enerji kartını masaya koymaya hazırlanıyor. Geçtiğimiz yıl Ekim ayında bu ülkeden petrol ithalatını durduran ve Suriye’ye karşı bir anlamda ‘petrol ambargosu’ başlatan Türkiye
şimdi de elektrik kartını açmak için geriye doğru sayıyor.

Suriye ile gerilim giderek yükseliyor. Suriye’nin cuma günü Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir savaş uçağını düşürmesiyle yükselen tansiyon iki ülke arasındaki örtülü gerilimi büyük bir siyasi krize dönüştürdü. Başbakan Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın katılımıyla gerçekleştirilen güvenlik zirvesinin ardından iki toplantı daha düzenlendi. Başkent Ankara’da düzenlenen güvenlik zirvelerinde Suriye’ye karşı nasıl bir cevap verileceği tartışılırken, hükümet Şam yönetimine karşı elinde bulunan tüm kozları da masaya yatırıyor.

Mevcut tabloya göre hükümetin elindeki en önemli kozlardan birisi de enerji. Avrupa Birliğine (AB) rest çekerek, Suriye halkının acil ihtiyaçlarını karşılamak için elektrik hattı tahsis eden Ankara şimdi elektrik satışını durdurmayı düşünüyor.

Aslında buna dair ilk adımlar çoktan atıldı bile. Ankara, Şubat ayından bu yana Esad rejimini barışa zorlamak için satılan elektrik miktarını kademeli olarak düşürüyor.

Enerji Bakanlığı’na yakın kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Ocak- Şubat döneminde 370 kilowatt saate ulaşan elektrik satışı Nisan sonunda 60 milyon kilowatt saate kadar geriledi. İki ülke arasındaki gerilim daha da artarsa şalterin tamamen kapatılması gündeme gelecek.

Paraları da dondurulmuştu

Suriye’deki gelişmeleri son derece yakından izleyen Enerji Bakanı Taner Yıldız da 15 Kasım 2011’de katıldığı bir toplantıda bu konuda önemli mesajlar vermiş ve şunları söylemişti: “Bizim komşularımızla sıfır sorun politikamızda herhangi bir değişiklik yok. Fakat bunun istismar edilmesine, bunun özellikle tek taraflı bir gerginliğe dönüştürülmüş olmasına kayıtsız kalamayız. Hiçbir şey yokmuş gibi davranamayız. Hele hele artık insanlık suçu haline gelebilecek bir yapıyı hiç tasvip edemeyiz. Evet, biz oraya elektrik veriyoruz. Fakat bu seyir devam ederse bu kararı tekrar gözden geçirmek zorunda kalabiliriz.”

Suriye’deki kanlı iç savaşta Esad rejiminin sivilleri hedef alan eylemlere yönelmesi Ankara’nın büyük tepkisine neden oluyor. Baas liderliğinin arabuculuk yapmaya çalışan Türkiye’ye sürekli yalan söylemesinden sıkılan Ankara, geçtiğimiz Ekim ayından bu yana daha sert bir tutum izliyor. İlk etapta uluslararası yaptırımlar kapsamında Suriye ile tüm finansal ilişkiler dondurulmuş ve Suriye Merkez Bankası’nın Türkiye’deki hesaplarda tutulan yaklaşık 200 milyon doları bloke etmişti. Hemen ardından Tüpraş, yine devletin izlediği politikarla uyumlu bir şekilde Suriye’den petrol ithalatını durdurmuştu. Türkiye’de ilk kez VATAN’ın duyurduğu petrol ambargosu ekonomik açıdan zor günler geçiren ve döviz rezervleri her ay eriyen Suriye’nin yılda 200 milyon dolarlık ikinci bir darbe vurulması anlamına geliyordu.

Ankara’nın attığı tüm bu adımların tek bir amacı var; 1.5 senedir devam eden ve 12 binden fazla insanın yaşamını yitirdiği kanlı iç savaşı en kısa zamanda barışçıl bir şekilde sonuçlandırmak.

Beşar Esad, Suriye halkının demokratik taleplerinin karşılanması halinde iç savaşın sona ereceğini söyleyen Ankara’nın sözlerini bugüne kadar hiç ciddiye almadı. Elektriklerin kesilmesiyle düşünceleri değişir mi? Bunu bekleyip göreceğiz...

Merkez Bankası’na Çetinkaya atanıyor

Ekonomi bürokrasisinde taşlar yavaş yavaş yerine oturuyor. Uzun süredir boş duran Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanlığına Mukim Öztekin atanırken, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Başkanlığı’na da ikinci kez Şakir Ercan Gül getirildi. Ekonomi bürokrasisi şimdiler de Merkez Bankası (TCMB) Başkan Yardımcılığı’na kimin getirileceğini konuşuyor, sohbetlerde adayları tartışıyor.

Edindiğimiz bilgilere göre Merkez Bankası için halen Kuveyt Türk’te Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Murat Çetinkaya’nın adı öne çıkıyor. 36 yaşındaki genç bankacı Boğaziçi Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler ve sosyoloji bölümlerini birlikte okudu. Meslek yaşamına Albaraka Türk’de başlayan Çetinkaya, 2003 yılında Halk Bankası’na geçti. Burada daire başkanlığı ve genel müdür yardımcılığı görevlerini üstlenen Çetinkaya, Ocak 2008’de Kuveyt Türk’e transfer oldu. Halen Hazine ve Uluslararası Yatırım Bankacılığından Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak çalışan Çetinkaya, İslami piyasaları çok iyi bilen isimlerden birisi olarak biliniyor. Başta sukuk olmak üzere İslami finansal ürünler konusunda ciddi bir bilgi birikimine sahip olan Çetinkaya, Türkiye’deki ilk ve tek Kira Serfikası (sukuk) ihracına imza atarak tüm dikkatleri üzerine çekmişti.

Yazının devamı...

Polisin Ankara Sigorta’sına Lübnan’dan görücü geldi

Polislerin sahibi olduğu Ankara Sigorta’ya Körfez’den talip çıktı. Hariri Ailesi tarafından kurulan Ortadoğu’nun en büyük sigorta şirketlerinden MedGulf pazarlık için masaya oturdu.

Körfez sermayesi şimdi de polisle el sıkışmaya hazırlanıyor. Türk Telekom’un sahibi Hariri Ailesi tarafından kurulan Lübnanlı sigortacılık devi MedGulf, Polis Bakım ve Yardım Sandığı’nın (POLSAN) iştiraki olan Ankara Sigorta’yı satın almak için pazarlık masasına oturdu.

1980’de kurulan ve kısa zamanda önce Lübnan’ın daha sonra da Ortadoğu’nun en büyük sigorta şirketi olan MedGulf’un yöneticilerinin bir süredir İstanbul’da olduğu ve satınalma işlemi için görüşmelerde bulunduğu öğrenildi. Daha önce Amerikalı Ace Group ile pazarlık masasına oturan ancak fiyat konusunda anlaşamayan POLSAN yönetiminin bu sefer anlaşmaya oldukça yakın olduğu öğrenildi. 1.5 milyar dolarlık prim üretimine sahip Körfez devinin Ankara Sigorta’yı satın almak için önemli sayılabilecek bir tutarı gözden çıkardığı da gelen bilgiler arasında. Lübnanlıların polislerin yüzde 20 civarında hissesi kalmasına da sıcak baktığı ifade ediliyor. POLSAN, Ankara Sigorta’yı 2000 yılında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ndan satın alarak sigortacılık sektörüne adım atmıştı. O günden itibaren şirketi büyütmek için ciddi paralar harcayan polisler bir türlü istedikleri başarıyı yakalayamadılar.

Zarardan kâra geçiyor

Ankara Sigorta 2010 sonunda 64 milyon liralık zarar açıklayarak herkesi şaşırtmıştı. Bu gelişme üzerine polisler yönetim değişikliğine gitmiş ve şirketin başına daha önce Halk Sigorta Genel Müdürü olarak çalışan Niyazi Koçak’ı getirmişti. Yeni genel müdür Koçak’ın başlattığı yeniden yapılanma süreci oldukça sarsıcı oldu. Birçok çalışan ve acente ile yolları ayıran Koçak’ın aldığı sert tedbirler şirketin bilançosuna oldukça olumlu yansıdı. 2010 sonunda 216 milyon lira olan prim üretimi 141 milyon liraya insede aynı dönem şirketin zararı 7.2 milyon liraya kadar geriledi. Ankara Sigorta bu yılın ilk üç ayında prim üretimini yüzde 14 arttırarak 40 milyon liralık üretime imza attı. Şirketin mevcut büyüme stratejisini sürdürmesi halinde uzun bir aradan sonra ilk kez bu yıl kâr açıklaması bekleniyor.

Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği(TSRŞB) verilerine göre Türkiye’de 27’si hayat branşında olmak üzere toplam 60 sigorta şirketi faaliyet gösteriyor. TSRŞB verilerine göre, söz konusu dönem itibariyle sektörde toplam prim üretimi 6.76 milyar TL seviyesinde bulunuyor. TSRŞB’nin ilk dört aylık verilerine göre, hayatdışı branşta ilk 10 şirket 5.78 milyar TL olan toplam prim üretimin yaklaşık yüzde 73’ünü oluştururken, hayat branşındaki ilk 10 şirket ise toplam 972 milyon TL olan prim üretiminin yüzde 85’ini oluşturuyor.

Arap sermayesi Türkiye’ye akıyor

Körfez sermayesinin Türkiye aşkı her geçen yıl daha çok artıyor. Lübnanlı Bank Audi geçen yıl Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’ndan (BDDK) bankacılık lisansı alarak Türk finans sektörüne adım attı. Yine aynı dönemde ünlü işadamı Remzi Gür ve Bahreynli Gulf Finance House (GFC) Adabank’ı satın almak için BDDK’ya başvurdu. Sene başında Yunanlı Eurobank Grubu’nun satışa çıkardığı Eurobank Tekfen’i Kuveytli Burgan Bank satın aldı. Hemen ardından Amerikalı Starr Insurance ve Ummanlı Oman Insurance Dubai Emiri El Maktum’a ait Dubai Sigortayı satın aldı.

Yazının devamı...

1 yıl içinde 5’ten fazla otomobil alıp satana Maliye’den kıskaç

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın (GİB) banka, noter ve emniyet kanalıyla elde ettiği bilgiler İstanbul’da 5 bin ‘kayıtdışı galerici’ olduğunu ortaya çıkardı. İkinci el araç alıp-satan, büyük çoğunluğu öğretmen, asker ve polis olan bu kişilere toplam 500 milyon liralık vergi cezası tebliğ edilecek.

Maliye Bakanlığı’nın kayıtdışı ekonomiyle mücadele stratejisi birçok kara deliğin ortaya çıkmasını sağladı. Gelen ihbarlar üzerine gerçek kişilerin gerçekleştirdiği otomobil satışlarını mercek altına alan Maliye son derece çarpıcı bilgilere ulaştı.

Yılda 5 ve daha fazla araç alım-satımı gerçekleştiren kişilerin listesini çıkaran uzmanlar, 2010-2011 döneminde bu kapsama giren 5 bin kişi olduğunu tespit etti.

500 milyon liralık kayıp var

Maliye Bakanlığına yakın kaynaklardan edinilen bilgilere göre ikinci el oto alım-satımı gerçekleştiren bu kişiler İstanbul Vergi Dairesi’ne bağlı uzmanlar tarafından hazırlanacak inceleme raporlarının ardından ifade vermek için vergi dairelerine davet edilecek. Sporcu, sanatçı veya işadamı gibi keyfi nedenlerle araç alıp-satanlardan ziyade artık bu işin ticarete döken kişilerin tespitinin ardından bu kişilere ‘kayıdışı satış geliri’ nedeniyle vergi cezası tebliğ edilecek.

Maliye uzmanlarının burada kullandıkları hesaplama yöntemi oldukça basit. 5 bin kişinin yılda ortalama 5 otomobil satışı gerçekleştirdiği düşünüldüğünde yıllık bazda 25 bin araçlık bir işlem hacmi ortaya çıkıyor.

Bu araçların ortalama satış fiyatının 20 bin lira olduğu varsayıldığında ortada 500 milyon liralık bir vergi kaybı olduğu görülüyor. Genelde emekli öğretmen, polis ve askerlerden oluşan ‘kayıtdışı galericilerden’ bu paranın tamamının tahsil edilmesi çok mümkün olmayacağı için usul gereği Maliye Bakanlığı bu kişilerle uzlaşmaya gidecek. Yasalar gereği ceza yüzde 80’lere varan oranlarda cezai indirime gidilse bile devletin kasasına bu sürecin sonunda en az 100 milyon liranın gireceğini söylemek mümkün.



Elektrik üretim özelleştirmeleri için geri sayım başladı

Enerjide özelleştirme maratonu sonbaharda yeniden başlıyor. Özelleştirme İdaresi (ÖİB) Başkanı Ahmet Aksu ve ekibi Avrupa’nın en büyük elektrik üretim özelleştirmesi için düğmeye bastı. 16 bin megawat gücündeki elektrik üretim özelleştirmesine bu sefer Habitabat yerineTunçbilek ve Soma ile başlanması bekleniyor. Devletin yaklaşık 20 milyar dolar gelir beklediği özelleştirme sürecine yerli ve yabancı grupların büyük ilgi gösterdiği ifade ediliyor. Adının açıklanmasını istemeyen bir enerji analisti, “Elektrik dağıtım ihalelerini kazanan Cengiz, Limak, Çalık, Yıldızlar, Aksa gibi grupların bu süreçte aktif rol almasını bekliyoruz” dedi ve ekledi: “Yabancı gruplarla yerli yatırımcıların birlikte kuracakları konsorsiyumların şansı çok daha yüksek olacaktır.”

ÖİB geçen yıl elektrik üretiminin özelleştirilmesi için düğmeye basmış ve Hamitabat elektrik üretim santrali ile ilk start verilmişti. Ancak santrale sadece 1 talipli çıkınca ihale iptal edilmişti. Üretim özelleştirmelerinde öncelikle 4 termik üretim tesisi portföy gruplarından ayrı olarak 13 termik ve 28 hidroelektrik santral ise 9 portföye bölünerek özelleştirilecek. Özelleştirilecek tesislerin toplamı EÜAŞ kurulu gücünün yüzde 68’ini, Türkiye’deki kurulu gücün ise yüzde 39’unu oluşturuyor. Üretim tesislerinin özelleştirilmesine öncelikle 4 adet termik santral ile başlanacak.



Radyonun kapanması Suriye’ye fırsat verdi

Türkiye ile Suriye arasındaki politik gerilim her geçen gün artıyor. Beşar Esad yönetiminin geçen yıl patlak veren halk ayaklanmasını kanla bastırması ve Ankara’nın buna yüksek sesle karşı çıkmasıyla yükselen politik tansiyon son 6 aydır örtülü bir savaşa dönüşmüş durumda. Ankara’yı rejim karşıtı ‘Özgür Suriye Ordusu’nu eğitmek ve silahlandırmakla suçlayan Şam yönetimi, buna terör örgütü PKK’ya aktif destek vererek karşılık veriyor. Esad rejiminin hamleleri bununla da sınırlı değil elbette. Suriye gizli servisi El Muhaberat başta Hatay olmak üzere belirli şehirlerde Alevi ve Nusayri vatandaşları provoke etmeye yönelik psikolojik operasyonlar gerçekleştirmek için çalışmalar yürütüyor.

Kanlı rejimin propaganda savaşında kullandığı en güçlü enstrümanlardan birisi de radyolar. Devlet radyosu kanalıyla Türkiye’de yaşayan Alevi ve Nusayri vatandaşları yönlendirmeye çalışan Suriye yönetimi bu çalışmalarında çok da zorlanmıyor. Çünkü 1996’da Suriye’nin propaganda faaliyetlerini engellemek için kurulan TRT Hatay Radyosu tam 4 yıldır kapalı. Hatırlanacağı üzere TRT yönetimi operasyonel açıdan verimsiz olduğu gerekçesiyle TRT Hatay Radyosu’nun yayınlarını 2008’de durdurmuştu. Radyonun kapatılmasını o dönemde birçok siyasi gözlemci Ankara ile Şam arasında esen ‘Bahar Havası’na bağlamış ve olumlu karşılamıştı. Ancak bugün gelinen noktada Ortadoğu’yu etkisi altına alan ‘Arap Baharı’ Tv ve radyo yayıncılığını hiç olmadığı kadar önemli hale getirmiş durumda. Acaba ortaya çıkan yeni politik tablo TRT Hatay Radyosu’nun yeniden yayına başlamasını sağlar mı? Bunu hep birlikte bekleyip göreceğiz...

Yazının devamı...

Denizbank’ın satışına en çok Garanti bozuldu

Ruslar’ın Denizbank’ı satın alarak Türkiye’ye adım atması, Garanti Bankası yöneticilerinin keyfini kaçırdı. Eğer satış onaylanırsa Akkuyu Nükleer Santrali için Rusya’dan Türkiye’ye gönderilen 700 milyon dolar, Garanti’nin kasasından çıkarak Denizbank’a taşınacak. Akkuyu için 1.7 milyar dolar getirileceği düşünüldüğünde satış daha da önem kazanıyor.

Rusya’nın en büyük bankası Sberbank, Denizbank’ı satın almak için Dexia ile önceki gün el sıkıştı. Sberbank İcra Kurulu Başkanı ve CEO’su Herman Greff, “Umuyoruz ki, bu senenin sonuna kadar bu anlaşma sonuçlanacak. O zamana kadar gerekli tüm izinleri almayı ümit ediyoruz.” derken, bundan sonra topun Türk bankacılık otoritelerinde olduğunu ifade etti. Rus bankacı izin konusunda bir engel görmediklerini söylerken, “Zaten biz ilgili kurumlara bu niyetimizi aktardık. Bürokrasiden yeşil ışık almasaydık, bu yola çıkmazdık” mesajını vermeyi de ihmal etmedi. Bundan sonra top artık Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nda (BDDK). Henüz başkanı belli olmayan kurum artık rutin hale gelen bir dizi yazışma yapacak. Rus bankası hakkında Genelkurmay Başkanlığı, MİT, Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı’ndan görüş isteyecek. Gelen görüşler doğrultusunda Kurul üyeleri satışla ilgili son kararı verecek.

700 milyonluk nükleer mevduat

Denizbank’ın satışı Türk finans sektörünün diğer oyuncuları tarafından son derece yakından izleniyor. Gelişmeleri dikkatle izleyen bankaların başında da Garanti geliyor. “Neden?” soruna cevap verebilmek için biraz geriye Nisan ayına geri dönüyoruz. Enerji Bakanı Taner Yıldız, 20 milyar dolara mal olması beklenen nükleer santralle ilgili çalışmaların tüm hızıyla sürdüğünü belirterek, “Akkuyu’da 2.4 milyar dolara açılacak nükleer santralin ödenmiş sermayesinin 700 milyon doları Türkiye’ye aktarıldı” dedi. Yıldız, Ruslar’ın bu parayı hangi bankaya yatırdığını açıklamazken, kulislerde bu ‘nükleer mevduatın’ kamu bankalarından birisine yatırıldığı konuşuluyordu. Cuma günü Rus ve Türk bankacılar arasında bu konunun da konuşulduğuna şahit olduk. Sberbank ve Denizbank yöneticileri Rus devlet şirketi Atomstroyexport tarafından yürütülen nükleer santral projesini yakından izliyor. Dolayısıyla mevduatın hangi bankada olduğuna dair de sağlam bilgiye sahip. Öğrendiğimiz kadarıyla Akkuyu’nun başlangıç sermayesi olan 700 milyon dolar Garanti Bankası’nın hesaplarında tutuluyor.

Garanti yöneticileri bunu doğrularken, “Para Aralık’ta hesaplarımıza geçti. Kısa bir süre sonra da başka bir bankaya transfer edilecek” bilgisini verdi. Adının açıklanmasını istemeyen bir banka yetkilisi, “Ruslar bu mevduatı Akkuyu’nun finansmanı için gereken krediyi temin etmekte kullanmayı düşünüyor. Dolayısıyla bir süre sonra başka bir bankaya taşınması kaçınılmaz” dedi.

Ruslar Garanti’yi kaçırdı Denizbank’ı kaptırmadı

Sberbank’ın Türkiye aşkı aslında yeni değil. Ruslar, 2010’da General Electric’in satışa çıkardığı 20.85’lik Garanti hisselerini satın almak istemişler ancak daha sonra fiyat yüzünden masadan kalkmışlardı. Yine aynı dönemde TMSF’nin elinde bulunan Adabank’la ilgilenmişler ancak bu bankadan da ‘fazla küçük’ olduğu gerekçesiyle vazgeçmişlerdi. O dönemde söyleşi yaptığımız Sberbank CEO’su Herman Greff, “Türk bankacılık sektörü son derece güçlü ve Türk bankaları da ilginç ürün ve başarılı bir teknolojik altyapıya sahip. Bundan ötürü banka olarak Türkiye’ye olan ilgimiz hâlâ sürüyor. Bir banka almayı gerçekten çok istiyoruz” demişti. Ruslar, bu görüşmeden tam 2 sene sonra Denizbank’ı satın almak için masaya oturdular. Yani Garanti’yi kaçıran Sberbank, Denizbank’ı kaptırmamış oldu...


Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.