Şampiy10
Magazin
Gündem

Sadece Endeks 30 şirketlerinde değil her şirkette bağımsız üyeler olacak

SPK Başkanı Vedat Akgiray, 2 ay önce Turkcell genel kurulu öncesi yayınlanan Kurumsal Yönetim İlkeleri’nin kapsamının genişletileceğini söyledi. Akgiray, endeks 30 şirketlerinde yönetim kurulunun üçte biri oranında bağımsız üye isteyeceklerini belirtirken, “Diğerleri için de bir tebliğ hazırlıyoruz. Ancak küçük şirketler için farklı dozlarda olacak. Mesela 1 bağımsız üye isteyeceğimiz şirket de olacak. Ancak her şirkette bağımsız yönetim kurulu üyesi mutlaka olacak” dedi

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Vedat Akgiray, ‘Kurumsal Yönetim İlkeleri’nin kapsamının genişletileceğini tüm borsa şirketlerine uygulanacağını açıkladı. Bu konudaki çalışmaların tamamlandığını ve yeni tebliğin birkaç hafta içinde yayınlanacağını kaydeden Akgiray, “ilk etapta İMKB 30 ile başlamak istedik. Zira borsadaki tüm şirketlerin sistem açısından önemi ve ağırlığı aynı değil. Ancak tebliğin kapsamı genişletiliyor. Kurumsal yönetim ilkelerini en büyük şirketler için farklı, en küçük şirketler için farklı dozlarda uygulamayı planlıyoruz” diye konuştu.

VATAN’ın sorularını cevaplandıran SPK Başkanı Vedat Akgiray, borsada işlem gören tüm şirketlerin aynı ölçekte olmadığına işaret ederek, “ilk etapta İMKB 30 ile başlamak istedik. Zira borsadaki tüm şirketlerin sistem açısından önemi ve ağırlığı aynı değil. Yapacağımız yeni düzenleme ile kurumsal yönetim ilkelerini en büyük şirketler için farklı, en küçük şirketler için farklı dozlarda uygulanmasını öngörüyoruz” dedi ve ekledi:

“Yeni düzenlemede yönetim kurulu toplam üye sayısına bağlı olarak bağımsız yönetim kurulu üye sayısı değişecek. Ama asıl yapmak istediğimiz şey şu: Bir şirket için büyük önem taşıyan (şirket birleşmesi, bölünmesi, büyük bir iştirak satışı, büyük bir yatırım) tüm önemli kararlarda şirketin bağımsız yönetim kurulu üyeleri etkili olacak.”

Seçim konusu netleşecek

Akgiray, yeni tebliğ ile bağımsız yönetim kurulu üyelerinin seçim sistemini de netleştireceklerini aktardı. Buna göre bağımsız üyeleri devlet değil, belirli kurallara uymak kaydıyla genel kurul seçecek. Bağımsız üyelerin bağımsız davranmadıklarına ilişkin bir kaygı ortaya çıkarsa SPK devreye girecek ve inceleme yapacak. Ayrıca yeni düzenleme ile bağımsız üyelerin sorumlulukları da artacak. Akgiray, “Bağımsız yönetim kurulu üyeliği artık emekliliği gelmiş insanların ayda bir kez gidip imza attıkları bir makam olmaktan çıkacak” derken hazırlanan tebliğin birçok açıdan gelişmiş ülkelere de örnek teşkil edeceğini söyledi. Yayınlanan ilk tebliğin “Turkcell’de mevcut dengeleri bozmamak için çıkarıldığı” yönündeki eleştirilerin de gerçeği yansıtmadığını belirten Akgiray, “Adrese teslim tebliğ gibi yaklaşımlar gerçeği yansıtmıyor. Çünkü biz bu konuda çok uzun zamandır çalışıyorduk. Ancak kanun geç çıktığı için böyle bir algı oluştu” açıklamasını yaptı.

Halka arz mayası tuttu

Yeni şirketlerin borsaya adım atması konusunda son iki yıldır kapsamlı bir çalışma yürüttüklerini anlatan Başkan Akgiray, çabalarının ciddi anlamda sonuç verdiğine dikkat çekti. “Bu konuda bir maya çalmıştık, maya tuttu” diyen Akgiray, 2012’de de benzer bir tablonun ortaya çıkması için çalışacaklarını ifade etti. İMKB’de işlem gören şirketlerin ekonomik performanslarının son derece başarılı olduğunun altını çizen Akgiray, “İMKB’ye kote şirketlerimizin satış gelirleri ve operasyonel karlılığında herhangi bir sorun yok. Bilakis şirketlerin bilançoları aslında son derece iyi. Buna karşın dünya piyasalarını etkisi altına alan o karamsar ve belirsiz hava nedeniyle yaşanıyor kayıplar. Ama bu kriz atmosferi de nihayet kalıcı olmayacak eninde sonundadağılacak. Biz o zaman daha çabuk bir şekilde ayrışacağız...” yorumunu yaptı.



Türkiye Borsası gibi bir çatı kurulabilir

Ankara’da bir süredir İMKB, VOB, Altın Borsası, Takasbank ve ürün borsalarının da içinde yer aldığı ‘Türkiye Borsası’ adını taşıyan geniş kapsamlı bir borsanın kurulabileceği konuşuluyor. SPK Başkanı Vedat Akgiray böyle bir projeye nasıl baktığını şu sözlerle özetledi: “ Ne kadar güçlü ve büyük bir borsa yapısıyla piyasaya çıkarsanız, piyasa değeriniz de o kadar yüksek oluyor. Rusya’da devlet 2 borsanın tek çatı altında birleşmesini istedi ve ortaya 7-8 milyar euro piyasa değerine sahip yeni bir borsa çıktı. Onlar o kadar ediyorsa bizim borsa bunun birkaç katı olmalı. Yasal düzenlemeleri başarabilirsek ben böyle bir yapının hayata geçirilebileceğine inanıyorum...”

Azerbaycan ve Irak’a açılıyoruz

Akgiray, bilgi birikimi ve tecrübelerini Azerbaycan ve Irak sermaye piyasalarını geliştirmek için kullandıklarını, bu ülkelerde sermaye piyasalarının iyileştirilmesi ve büyütülmesine yönelik bir dizi altyapı projesine talip olduklarını söyledi.



Forex’te bir ayda 20 milyar liralık işlem hacmi oluştu

SPK, geçtiğimiz Ağustos’ta kamuoyunda uzun süredir tartışılan Forex piyasalarına çeki düzen verme yolunda çok önemli bir adım attı ve yayınladığı bir tebliğ ile piyasaların regülasyonunu sağlayacak bir dizi tedbir aldı. Düzenleme sonrasında 7 aracı kuruma ‘geçici işlem izni’ verilirken, yasal çerçevede hareket etmeyen 32 forex platformunun işlem yapması engellendi. Aradan geçen iki aylık zaman diliminde piyasanın ciddi anlamda oturduğunu ifade eden SPK Başkanı Akgiray, “Ekim’deki aylık işlem hacmi 20 milyar lira oldu. Yani 11-12 milyar dolar. Bunu güne bölersek günlük 350-400 milyon dolarlık işlem hacmi oluştuğunu görüyoruz. Üstelik şu anda sadece 7 aracı kurum faaliyet gösteriyor. Demek ki toplam potansiyel anlamında gidilecek çok yer var” diye konuştu. Forex tebliğinin aracı kurumların tabela değerlerini de ciddi anlamda arttırdığına dikkat çeken Akgiray, şunları söyledi:

“Tebliğ Türkiye’de yerleşik bir aracı kurum değilseniz Forex piyasasında aracı olmanızı engelliyor. Yeni dönemde bu işi yapmak isteyenler Türkiye’den aracı kurum bakmaya başladı. Bu da aracı kurumların tabela değerlerini ciddi anlamda artırdı. Yabancıların büyük ilgisi var. Batı Avrupa, Uzakdoğu hatta Amerika’dan bu işe ilgi duyan yatırımcılar görüşmeye geliyor.”

Yazının devamı...

Mehmet Emin Karamehmet’e ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ dedirtecek yeni fatura

Sene 1999. Erol Aksoy, Show TV’yi 150 milyon $’a Karamehmet’e sattı. Ancak Karamehmet borcun tamamını ödemedi. Üstelik Aksoy’un payını da eritti. Aksoy’dan alacağını tahsil etmeye çalışan TMSF, konuyu mahkemeye taşıdı ve Karamehmet’e 100 milyon dolarlık fatura çıkardı. Üstelik Aksoy’un Show TV’deki payının da yüzde 2.9 değil, 17 olduğunu ortaya koydu

Artık son demlerini yaşadığımız 2011 yılı Çukurova Grubu’nun patronu Mehmet Emin Karamehmet açısından şansızlıkların ağır bastığı bir yıl oldu. Önce Başkent Doğalgaz İhalesini, hemen ardından da Boğaziçi ve Anadolu Yakası Elektrik Dağıtım ihalelerini 143 milyon dolar kaparo yatırmasına rağmen kaybetti. Yine aynı dönemde Maliye Bakanlığı’nın tebliğ ettiği 1.6 milyar liralık vergi cezasıyla sarsılsa da imdadına ‘6111 sayılı Torba Kanun’ yetişti. Bu sayede hem borcunu 350 milyon liraya düşürdü hem de ödemeleri taksitlere bağlayarak bu badireyi de kazasız belasız atlatmayı başardı. Ama ‘işler ters gidecekse muhakkak ters gider’ derler ya tam da öyle oldu. Kasım başında bir kötü haber de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ndan (TMSF) geldi. İktisat Bankası’nın eski sahibi Erol Aksoy ve TMSF avukatları geçen ay Show TV’nin geleceğini yakından ilgilendiren son derece önemli bir dizi kararı mahkemeden çıkartmayı başardı.

Yargıya intikal eden ilginç olaylar zinciri 1999’da başladı. İktisat Bankası’nın sahibi Erol Aksoy, Show Grubu’nun çoğunluk hisselerini satma kararı aldı. Şirkete Gsm, bankacılık, otomotiv ve endüstri alanında büyük yatırımları olan ve medya alanında büyüme kararı alan Çukurova Grubu talip oldu. Yapılan görüşmeler ve sıkı pazarlıkların ardından Show TV ve çatısı altındaki diğer şirketlerin 150 milyon dolara satılması konusunda taraflar el sıkıştı. Yapılan anlaşmaya göre borçlar taksitler halinde ödenecekti. Ayrıca alıcı tarafın sorumluluklarını yerine getirmemesi durumunda ceza ödemesi de kararlaştırıldı. İmzalar atıldı, Show ve diğer medya şirketlerinin yönetimi Mehmet Emin Karamehmet’e geçti. Erol Aksoy’un payı ise yüzde 17’ye düştü. Mart 2001’de devlet İktisat Bankası’na el koyunca ortakların arasına da kara kedi girdi. Önce Haziran 2002’de bir önceki yılın faaliyetlerinin ele alındığı genel kurulda Aksoy’un itirazına rağmen sermaye artırımına gidilerek ortaklık payı küçültüldü. Ekonomik krizin etkisiyle ödemeler de bazı sıkıntılar meydana gelince taraflar soluğu adliyede aldı. Alacaklı Erol Aksoy ile bankaya el koyan TMSF, bir tarafı oluştururken, Çukurova grubu diğer tarafta yer aldı.

Uzun süren yargı süreçlerinin ardından mahkemelerden çıkan son sonuç şu; Çukurova Grubu’nun sahibi Mehmet Emin Karamehmet, Show TV’nin satışından kaynaklanan vade farkı, cezalar ve o günden bu yana işleyen yasal faiz nedeniyle yaklaşık 100 milyon dolarlık yeni bir borç ile karşı karşıya. Buna bir de Erol Aksoy’un yüzde 2.9’a kadar gerileyen hisselerinin yüzde 17’e yükselmesinin önünü açan mahkeme kararı da eklenince ( TMSF yönetimi bu hisselerin satışından yaklaşık 150 milyon dolarlık bir gelir elde etmeyi hedefliyor) Karamehmet’in önündeki fatura 250 milyon dolara ulaşıyor.

Mehmet Emin Karamehmet, Pamukbank ve Yapı Kredi Bankası’ndan kaynaklanan 2.2 milyar dolarlık borcunu peşin ödeyerek devlet ile helalleşen ilk işadamıydı. Fon uzmanları İnterbank’ın Nergis Grubu’na satışı sırasında Çukurova Grubu şirketlerine usulsüz kredi kullandırıldığı gerekçesiyle 250 milyon dolarlık ek bir fatura çıkarınca da sesini çıkarmamış sadece kinayeli bir şekilde, ‘Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ demişti. Ünlü işadamının TMSF’nin yeni faturası karşısında ne diyeceğini ise bekleyip göreceğiz...

Yazının devamı...

Halis Ağa bile bu kadar uçmamıştı

UZAN’A GÖRE ADABANK’IN DEĞERİ 22 MİLYAR DOLARMIŞ!

İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan İmar Bankası’nın eski sahibi Kemal Uzan, akıllara ziyan bir hesaplama yöntemiyle Adabank’a el konulmasıyla 22 milyar dolar zarara uğradığını öne sürerek bazı devlet görevlileri hakkında suç duyurusunda bulundu.

Uzan’ın Tarabya’daki bir evi adres göstererek yaptığı 16 sayfalık suç duyurusunda Adabank’ın el konulduğu tarihte bilanço açısından oldukça parlak bir banka olduğunu anlatıldı ve “Eğer bu bankanın yatırım yapmasına ve gelişimine olanak sağlansaydı kısa zamanda çok büyük bir banka olabilirdi” tezi işlendi. Kemal Uzan, “Şube başına 125 bin dolar yatırımla 200 şube açılsaydı yani sadece 25 milyon dolar yatırım yapılabilseydi Adabank’ın satış değeri en az Denizbank’a eşit olacaktı. Bu da en az 2.4 milyar dolar” diyerek iddialarını güçlendirmeye çalıştı.

Uzan savcıları göreve çağırdı

Bankaya el konulmasının Uzan Grubu’nun itibar ve saygınlığının gölgelendiğini öne süren Kemal Uzan, bu nedenle toplam 22 milyar dolar zarara uğradığını ileri sürerek savcıları göreve çağırdı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ve Şişli Cumhuriyet Savcılığı’na dönemin üst düzey kamu görevlileri hakkında şikâyet dilekçesi gönderdi. Firari Kemal Uzan’ın şikâyetçi olduğu kişiler ise Başbakan Erdoğan, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, TMSF eski Başkanı Ahmet Ertürk, BDDK Başkanı Tevfik Bilgin ve Kurul üyeleri.

Kemal Uzan, daha önce de BDDK yöneticilerine mantık sınırlarını zorlayan bir dizi suçlama yöneltmişti. Uzan, BDDK’nın Türk bankalarını pahalıya satarak Hazine’yi zarara uğrattığını öne sürerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusu yapmıştı. Savcılığın inceleme talebini değerlendiren Başbakanlık Teftiş Kurulu ise ‘Soruşturmaya gerek olmadığına’ karar vermişti.

Kemal Uzan’ın bu şaşırtıcı hesaplama yönetimi akıllara nedense Toprakbank’ın eski sahibi Halis Toprak’ı getirdi. Toprak, önce ‘eğer Toprakbank’a el konulmasaydı bugün 15 milyar dolar ederdi’ demişti. Hemen ardından TMSF’nin 23,8 milyon liraya sattığı Sarıyer’deki Aslanlı Köşk’ün 600 milyon dolar değeri olduğunu öne sürmüştü. Halis Ağa, Fon’un 70 milyon lira bedelle alıcı bulduğu Yeniköy’deki Carlton arazinin de piyasa değerini de 1,5 milyar dolar olarak hesaplamıştı. Halis Ağa’nın hesaplama konusundaki açıklamaları bununla da sınırlı kalmamış, Kilyos ve Zekeriyaköy’deki 50 dönümlük arazilerinin değerinin ise 600 milyon dolarlık ettiğini iddia etmişti.

O enerji devi Alman E.On mu?

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, dün TÜSİAD ile Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) tarafından hazırlanan “World Energy Outlook 2011” raporunun Türkiye tanıtım toplantısına katıldı. Yıldız burada çok önemli bir müjde verdi: “Önümüzdeki günlerde yine sektörümüze ciddi bir sermayenin geleceğini buradan sizlerle paylaşmak isterim. Bu Türkiye, sektör adına, enerji yapılanmasına adına sevindiricidir”. Bu açıklamanın ardından akıllara ilk gelen Akılları ilk gelen şirket ise piyasada uzun zamandır adı geçen ve 6 milyar euroluk yatırım yapacağı konuşulan Alman enerji devi E.on oldu. Zira enerji kulislerinde uzun bir süredir Alman enerji devinin Türkiye’ye büyük ölçekli bir yatırım yapmaya hazırlandığı fısıldanıyordu. Gelen son bilgilere göre kriz nedeniyle Almanya ve Avrupa ekonomilerinde yaşanan dalgalanma ve büyümelerin aşağı yönlü revize edilmesi Alman enerji devinin rotayı Türkiye’ye çevirmesini sağladı. Anadolu’ya toplam 6 bin meqawattlık yatırıma hazırlanan E.on 6 milyar euroyu gözden çıkarmış. Bakanlık bürokratlarına ‘O sermaye grubu Alman E.on mu?’ diye sorduk. Aldığımız cevap “Evet ya da hayır diyemeyiz” oldu.



666 uğursuz geldi, süper bürokratlar iş aramaya başladı

Dünya üzerindeki milyonlarca insan ‘666’ sayısının uğursuzluk getirdiğine inanır. Ülkemizdeki bazı bürokratlar da 2 Kasımda yürürlüğe giren 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yi görünce “acaba” demekten kendilerini alamadılar. Özellikle de BDDK, EPDK, SPK ve Rekabet Kurumu çalışanları.. Çünkü yeni düzenleme ile artık bu kurumlarda görev alacak bürokratların maaşları düşürülüyor, mevcut çalışanların özlük haklarına ciddi bir darbe vuruluyordu.

Hatırlanacağı üzere Ak Parti seçimlerden hemen sonra önce ilgisiz bir KHK ile Üst Kurulların idari bağımsızlığını ortadan kaldırdı. Ardından yine bir KHK ile bu kurumların mali bağımsızlığı yok edildi. Böylece kurulları diğer devlet kurumlarından ayıran en temel özellik olan ‘İdari ve mali özerklik’ tarihe gömülmüş oldu.

İşin ilginç tarafı Üst Kurullar genel bütçeden hiçbir şekilde pay almıyor; bilakis elde ettikleri gelirlerin önemli bir bölümünü yılsonunda Hazine’ye devrediyorlar. Dolayısıyla devlete hiçbir şekilde yük getirmeyen kurumların mali özerkliklerini ortadan kaldırmanın devlete teknik açıdan hiçbir katkısı yok.

Bir Üst kurul çalışanı “Daha önce gelen iş tekliflerini kibarca reddediyordum. Ama artık ciddi anlamda değerlendiriyorum. Çünkü Üst kurullar artık kariyer meslek sınıfından çıkarıldı. Artık uzman olarak çalışan bir personeli, ‘gel seni daire başkanı yapayım’ deseniz adam ya reddeder ya da istifa eder. Çünkü yeni düzenlemeyle daire başkanlarının maaşları uzmandan daha düşük hale getirildi” dedi.

Bir başka BDDK çalışanı ise şunları aktardı: “Üst Kurullarda çalışan personelin önemli bir bölümü Türkiye’nin saygın üniversitelerinden mezun. KPSS’de çok yüksek puan almış, yapılan yazılı ve sözlü sınavlarda yüzlerce kişiyi geride bırakmış kişiler bunlar. Nitelikleri normal memurların oldukça üzerinde olan bu kişileri 2-3 bin lira bandına mahkum etmek ne kadar adildir? Bunu bir düşünmek lazım”

Yazının devamı...

Çinliler,Tuz Gölü’nün içini oyup doğalgaz deposu yapacak

Enerji Bakanlığı, uzun süredir üzerinde çalışılan Tuz Gölü Doğalgaz Depolama Tesisi’nin inşası için Çinliler ile el sıkıştı. Yılda 1 milyar metreküp doğalgaz depolanmasına olanak sağlayacak proje 2018’de tamamlanacak. Projenin hayata geçirilmesi Türkiye’nin enerji arz güvenliği açısından büyük önem taşıyor. Bu sayede gaz sevkiyatında yaşanacak olası bir sıkıntıya karşı Türkiye’nin elinde daha fazla doğalgaz stoğu bulunacak.

Bakanlık bürokratlarının uzun yıllardır üzerinde çalıştığı Tuz Gölü Doğalgaz Depolama Tesisleri’nin inşası için düğmeye basıldı. 2010’da başlayan ihale süreci tamamlandı ve bu önemli projeyi Çinli China Tianchen Engineering Corporation kazandı. Böylece 15 yıldır üzerinde çalışılan projenin hayata geçirilmesi yolunda ilk adım atılmış oldu.

Enerji Bakanlığı’na yakın kaynaklardan edinilen bilgilere göre Çinliler bu büyük projeyi 2 bölüm halinde tamamlayacak. 2015’te ilk bölümü tamamlamayı taahhüt eden Çinliler 2018’te ise tesisin anahtarını teslim edecek. Tesisin devreye alınmasıyla birlikte Türkiye’nin doğalgaz depolama kapasitesi 2,1 milyar metreküpe ulaşacak. Bu da toplam tüketimin yüzde 5’nin güvence altına alınması anlamına geliyor.

Yıldız devreye girdi, proje bitti

Tuz Gölü Doğalgaz Depolama Tesisi birçok açıdan ilklere sahne olacak. Mağaralardaki tuzlar büyük miktarda temiz su kullanılarak eritilecek ve buradan dışarıya çıkarılacak. Bu sayede oluşturulacak 12 depoda toplam 1 milyar metreküp gaz depolanacak. 640 milyon dolara mal olacak projeye Dünya Bankası da destek veriyor. Banka, yeraltı ve yer üstü tesisleri için toplam 352 milyon dolar kredi kullandıracak.

Tuz Gölü’nün altına doğalgaz depolama projesinin mazisi aslında oldukça eski. Tuz Gölü’nün sahip olduğu doğal yapının gaz stoklamaya elverişli olduğunu fark eden Botaş mühendisleri 1987 yılında bu bölgeye bir depolama tesisi kurulmasını önerdi. Projenin mühendislik çalışmaları Mayıs 2006’da tamamlandı. Projenin ilk ihalesi 19 Haziran 2006 tarihinde “Tatlı Su Temin ve Tuzlu Su Deşarj Boru Hatları Yapım İşi” için teklifler alındı. Tekliflerin değerlendirildi ancak yeterlilik oluşmadığı gerekçesiyle Mayıs 2007’de ihale iptal edildi. Eylül 2007’de yeniden açılan ihaleye bu sefer de yeterli teklif gelmedi. Böylece ihale ikinci kez iptal edildi.

İhale sürecinin tıkanmasının arz güvenliği açısından ciddi sıkıntı oluşturduğunu gören Enerji Bakanı Taner Yıldız, bu tarihten itibaren devreye girdi. 2010 yılında ön yeterlilik süreci tamamlandı. Hemen ardından teknik ve mali teklif vermesi için beş firma görüşmelere çağrıldı. Yapılan görüşmelerin ardında en uygun teklifi veren China Tianchen Engineering Corporation ile anlaşma imzalandı.

Silivri’ye kardeş geliyor

Yılda yaklaşık 40 milyar metreküp doğalgaz tüketen Türkiye’nin olası bir gaz kesintisi durumunda devreye alabileceği yegâne depolama tesisi Silivri’de bulunuyor. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) tarafından işletilen Silivri Doğalgaz Depolama tesislerinde 1,1 milyar metreküp doğalgaz stoklanabiliniyor. Uzmanlar, bu rakamın Türkiye’nin yıllık talebinin sadece yüzde 2,5’una karşıladığına işaret ederek, “Türkiye’nin enerji arz güvenliği açısından stokların daha yukarıda olması gerekiyor. Bu nedenle de Tuz Gölü depolama tesisi ülke açısından büyük önem taşıyor” yorumunu yapıyor.



Suriyeli generaller bavulla milyonlarca dolar çıkardı

Suriye’deki halk ayaklanması ve sonrasında başlatılan uluslararası yaptırımlar ülkedeki zenginlerin gözünü korkuttu. Şam yönetiminin ülkeden döviz çıkışını engellemek için aldığı sert önlemlere rağmen paralarını güvenli hesaplara taşımak isteyen işadamları bunun için bazı üst düzey general ve istihbaratçılarla anlaştı. Bu kişiler yüzde 3 ila 5 arasında değişen komisyonlarla zenginlerin parasını Lübnan, Ürdün, Türkiye ve Kıbrıs’a transfer ediyor. Ülkeden son altı ayda en az 3 milyar dolar mevduat çıktığı tahmin ediliyor.

Suriye’de Mart ayında başlayan yönetim karşıtı eylemlerde şu ana kadar 3 bin 500’den fazla kişi hayatını kaybetti. Rejim muhalifi oldukları gerekçesiyle binlerce kişi tutuklanarak cezaevlerine gönderildi. Esad rejiminin muhaliflere karşı izlediği şiddet ve baskı politikası tüm dünyanın tepkisi çekerken, ülke ekonomisini de büyük zarar veriyor.

Uluslararası kamuoyu da gelişmelerden rahatsız. ABD ve AB geçtiğimiz Ağustos’tan itibaren Suriye’ye yönelik uluslararası yaptırımları hayata geçirdi. Suriye Hükümeti’ni ekonomik açıdan zor duruma düşürmeyi amaçlayan yaptırımlar ülke ekonomisinde ciddi sarsıntıya neden oldu.

İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Krizin artık daha da derinleşeceğini ve ‘Arap Baharı’nın Şam yönetimini de devireceğini düşünen Suriyeli zenginler malvarlıklarını kaybetmemek için paralarını ülke dışına çıkarmaya başladı.



Paralar Lübnan, Ürdün Türkiye ve Kıbrıs’a kaçıyor

Bölge kaynaklarından edinilen bilgilere göre para çıkışı olayların başladığı Mart ayında başladı. Bu dönemde zenginlerin bir bölümü döviz ve altınlarını Lübnan, Ürdün, Türkiye ve Kıbrıs’taki hesaplara aktardı. Durumu fark eden Esad yönetimi döviz hareketlerini sınırlayan bir dizi düzenlemeyi harekete geçirdi. Yapılan yeni düzenlemelerle ihracat veya ithalatta uğraşmayanların döviz alım-satımı sınırlandırıldı. Buna göre dış ticaretle uğraşmayan kişiler yılda iki kez sadece maksimum 1000 dolarlık döviz satın alabiliyor. Baas rejimi buna ilaveten ülkeden döviz çıkışını engellemek için döviz büfelerine de sıkı takip başlattı. Suriye gizli servisi El Muhaberat sık sık döviz büfelerine baskınlar düzenliyor.

Getirilen bu sıkı düzenlemelere rağmen ülkenin geleceğinden endişe duyan Suriyeli işadamları paralarını yurtdışına çıkarmaya devam ediyor. Suriye ordusunda görevli aralarında generallerin de bulunduğu subaylar ile İstihbarat servisi El Muhaberata mensup kişiler eliyle yüz milyonlarca dolar ülkeden çıkarıldı. Generaller ile istihbaratçıların ‘trustee’ hizmeti karşılığında yüzde 3 ila 5 arasında komisyon aldıkları ifade ediliyor.

Yazının devamı...

En ölümcül mevduat savaşı!

Başbakan Erdoğan, sürekli olarak Batılı ülkeler tarafından dondurulan 160 milyar doların en kısa sürede Libya halkına geri verilmesi çağrısında bulunuyor. Ancak mevcut ekonomik ortamda Batılıların bu denli büyük bir tutarı iadesi hiç de kolay değil. Zira Avrupa’daki finans devlerinin durumu gerçekten içler acısı.

Devletin çok önemli bir kurumunda uzun yıllar boyunca görev yapmış bürokrat ile sohbet ediyoruz. Önüme iki tane haberin çıktısını koydu ve “Bunları oku ardından sana bir hikâye anlatacağım” dedi. Birinci haber bloomberg HT’ye aitti. “Avrupa’da mevduat savaşı başladı” başlıklı haberde Avrupa’daki belirsizlik ortamını yatırımcılarını tedirgin ettiği ve bu nedenle büyük bankalarda ciddi bir mevduat düşüşü yaşandığı aktarılıyordu.

Habere göre Alman bankalarındaki toplam mevduat son bir yılda yüzde 12 düşerken, İspanyol bankalarındaki kayıp yüzde 14’e ulaşmıştı. Fransız bankalarının kaybı ise yüzde 6 düzeyindeydi. İkinci haber ise bir Belçika gazetesinden alınmıştı. Haber oldukça çarpıcıydı. BNP Paribas ve Dexia Belçika’da topladıkları 30 milyar euroluk mevduatı Fransa’daki operasyonlarını desteklemek için ülkelerine aktarmıştı. Piposunu yaktı ve derin bir nefes aldı, sonra da anlatmaya başladı: “Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi, petrol ve doğalgazdan elde ettiği paraları adet olduğu üzere Batılı bankalarda tutuyordu. Batılı bankerlerin kasasındaki toplam tutar tam 160 milyar dolar... Bu paranın 37 milyar doları Amerikan bankalarında, 20 milyar doları ise İngiliz bankalarında değerlendiriliyordu. Üçüncü ‘büyük kasa’ Fransa’da idi. Burada da yaklaşık 10 milyar dolarlık bir mevduat vardı. Libya’da ayaklanma başlayınca Kaddafi, kim ne yapacak diye bekledi. Paris’teki Sarkozy yönetiminin daha fazla kazanç elde etme ümidiyle muhaliflere destek vermesine çok sinirlenen Kaddafi, büyük bir hata yaptı ve Fransız bankalarındaki tüm paranın çekilmesini istedi.”

Uzaklara daldı bir an. Sonra kaldığı yerden devam etti: “Bu yüzden Fransa NATO operasyonunu bile beklemeden müdahale kararı aldı. Kaddafi, Fransız hava kuvvetlerinin düzenlediği bir saldırının ardından yakalanarak öldürüldü. Yani yaptığı ölümcül hatanın bedelini en ağır şekilde ödedi.”

Anlatılanlar bana oldukça ilginç geldi. Peki ya siz Kaddafi neden öldürüldü, bunu anladınız mı?



Forex şirketlerini de güncelledi

Günlük 2.5 milyar dolar işlem hacmine sahip Forex piyasaları Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) ardından Maliye Bakanlığı tarafından da denetlendi.

SPK, Forex piyasalarına çeki düzen vermek için Ağustos ayında bir tebliğ yayınlamış hemen ardından da 32 şirkete işlem yasağı getirerek bu konuda ne kararlı olduğunu göstermişti. Ancak görülen o ki, ‘Vedat Hoca’ ve kurmayları ‘sanal kumarhane’ haline gelen bu piyasayı zapt-u rapt altına almaya çalışırken devletin bir diğer önemli kurumu, Maliye de boş durmamış.

Gelen ihbar mailleri ve şikâyetleri değerlendiren vergi müfettişleri, Forex şirketlerini yakın izlemeye almış. Hesap ve müşteri hareketlerini inceleyen müfettişler öğrendiğimiz kadarıyla Forex şirketlerine 50 milyon lira vergi cezası kesmiş.

İncelemeler büyük önem taşıyor. Zira finans sektöründe bir süredir bazı Forex şirketlerinin para aklamak amacıyla kurulduğu konuşuluyordu.

Maliye Bakanlığı’na bağlı denetim elemanları yaptıkları incelemeleyle kapalı devre faaliyet gösteren sektörün bir anlamda röntgenini de çekmiş oldu. Elde edilen ilk veriler, Forex şirketlerinin vergi konusunda çok da hassas olmadıklarını ortaya koydu. Karapara ve diğer iddialar içinse MASAK’ın devreye girmesi bekleniyor. MASAK’ın neler yapacağını da ilerleyen günlerde göreceğiz. SPK ve ilgili kurumların denetimi arttıkça sektör üzerindeki ‘gizem’ ve ‘sır’ perdesi de aralanacak. Hazine ve BDDK’nın girmekten çekindiği bu ‘dipsiz kuyuya’ Vedat Akgiray ve SPK yönetimi “Sonunu düşünen kahraman olamaz Memati” mantığıyla adım atmıştı. İyi ki de atmışlar.



Halis Toprak ve adamlarına son uyarı

Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun ‘Levent Yatçılık Soruşturması’nı konu alan yazımız bayağı ses getirdi. Ankara’dan gelen telefonlar ile vatandaşların gönderdiği e-postalar bunun en açık delili. Ancak gelen e-postaları incelerken birkaçı dikkatimi çekti. Vatan’da yayımlanan köşe yazımıza birileri kafasına göre isimler ve bölümler eklemiş ardından da binlerce kişiye göndererek dolaşıma sokmuş. Bu mailleri gönderenleri tanımıyorum. Ancak mail içerikleri Halis Toprak’ın adamları olduğu izlenimi veriyor. Bu kişileri buradan uyarıyorum; eğer bir daha metinler üzerinde oynamaya kalkarsanız o zaman külahları değişiriz. Bu size ilk ve son uyarıdır...

Yazının devamı...

Milyon dolarlık şirket buharlaştı, fatura iki bürokrata kaldı

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) geçen hafta son yılların en ilginç operasyonlarından birisine imza attı. Fon avukatları sürpriz bir baskınla bir dönem beraber çalıştıkları ünlü armatör Celal Sadıkoğlu’nun kapısına dayanırken, operasyonun gerekçesi son derece ilginçti: Başbakanlık Teftiş Kurulu, Sadıkoğlu’nun İşadamı Halis Toprak’a ait Princess T isimli yatın satışından fazla komisyon aldığına hükmetmiş ve ödenen 217 bin 350 doların gecikme faiziyle birlikte geri alınması için de TMSF’yi görevlendirmişti!

Sadıkoğlu ve kızına ait ev ve işyerlerine giden uzmanlar 800 bin liraya ulaşan kamu alacağını karşılayacak malvarlığı bulamadı. Zira Sadıkoğlu banka hesaplarını boşaltmıştı. Üzerine kayıtlı otomobil veya tapu da yoktu. Hatta TMSF’ye ait deniz araçlarının satışına aracılık etmek için kurduğu Levent Yatçılık A.Ş isimli şirketin de yerinde yeller esiyordu! Yani ortalık tertemiz idi!

Peki, bu durumda ne olacaktı? Kamu zararı olarak kayıtlara geçen bu tutar kimden tahsil edilecekti?

Bu sorulara cevap ararken Ankara’da bu süreçleri iyi bilen emekli bir bürokratla uzun bir telefon görüşmesi yaptım. Emekli bürokratın anlattığına göre Başbakanlık Teftiş Kurulu, TMSF Tahsilat Dairesi eski Başkanı Fethi Çalık ve dönemin Grup Koordinatörü Taner Yılmaz hakkında operasyondan kısa bir süre önce suç duyurusunda bulunmuştu. Hatta İstanbul 36. Asliye’de görülen dava kapsamında geçen ay ikilinin ifadeleri alınmıştı. Çalık ve Aydın verdikleri ifadede ‘suçsuz olduklarını’ beyan etmişti. Ancak görülen o ki BTK müfettişleri onlarla aynı görüşte değil.

Başbakanlığın tecrübeli müfettişleri oluşan kamu zararından ikilinin sorumlu olduğunu düşünüyor ve bu yüzden dosyayı savcılığa göndermişti!

Dava dosyasını görmedim ancak edindiğim intiba şu; eğer Sadıkoğlu 800 bin lirayı ödemezse fatura bu iki bürokratın üzerine kalacak. Bu yüzden İstanbul’da devam eden yargı süreci Ankara’da da son derece yakından izleniyor.

Başbakanlık Teftiş Kurulu kamp kurdu!

Bu arada Başbakanlık koridorlarında Princess T olayının sadece bir başlangıç olduğu ve ‘Levent Yatçılık’ soruşturmasının daha da genişleyebileceği konuşuluyor. BTK müfettişlerinin Temmuz ayından bu yana TMSF’de olduğunu aktaran kaynak, “Bazı soruşturmalar tamamlandı. Yeni soruşturmalar da gündemde” bilgisini verdi.

Bu arada TMSF Başkanı Şakir Ercan Gül’ün müfettişlere gereken tüm kolaylığı sağladığı ve “Gereken neyse yapın, çürük elma varsa hesabını sormak benim işim” dediği öğrenildi. Bakalım Levent Yatçılık soruşturması nereye kadar uzanacak?





Libya’da Şubat ayından bu yana süren iç savaşın artık sona ermesi bekleniyor. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu uzun süredir Libyalılara ait varlıkların en kısa zamanda Libya halkına iade edilmesi gerektiğini vurguluyor.

Çünkü petrol zengini Libya’nın ABD, AB ve diğer ülkelerde dondurulan varlıklarının toplamı 160 milyar doları buluyor. Bu paranın önemli bir bölümü merkez bankaları ve özel bankalarda tutulan mevduatlar, altınlar ve devlet tahvilleri ile dev şirketlere ait hisse senetlerinden oluşuyor. AB kısa bir süre önce bu konuda bir dizi adım attı. Ancak tüm gözlerin çevrildiği Amerikan Hazine Bakanlığı’ndan şu ana kadar net bir mesaj gelmedi.

ABD Hazinesi’nin vereceği karar Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Hatırlanacağı üzere uluslararası yaptırımlar kapsamında Libyalılara ait Arap-Türk Bankası’nın yönetimi geçici olarak TMSF’ye devredilmişti. Ayrıca Libya Yatırım İdaresi’nin borsadaki yaklaşık 150 milyon liralık hisse senedinin de takası dondurulmuştu.

Öğrendiğimiz kadarıyla Arap-Türk Bankası’nın yöneticileri ay başında Washington’a giderek Amerikan Hazine Bakanlığı yetkilileriyle buluştu.

Görüşmelerde döviz cinsi para hareketleri üzerindeki engellerin kaldırılması ve bankanın sahiplik durumu masaya yatırıldı. Amerikalılar talepleri dikkatle dinledi ve “En kısa zamanda gereği yapılacak, merak etmeyin” dedi.

2.3 milyar liralık aktif büyüklüğe sahip Arap-Türk Bankası’nın geleceği sadece banka çalışanlarını değil, Libya’da yeniden aktif roller üstlenmek isteyen Türk işadamlarını da yakından ilgilendiriyor.

Bankanın sahiplik sorunun çözülmesi bu yüzden çok önemli!

Yazının devamı...

Ankara- Şam hattında gerilim de yüksek akım da!

Türkiye ile Suriye arasındaki siyasi tansiyon giderek yükseliyor. Birleşmiş Milletler geçtiğimiz Mart ayında başlayan olaylar sırasında tamamı sivillerden oluşan 3 bin kişinin yaşamını yitirdiğini açıklarken, ülkeden her gün yeni ölüm haberleri geliyor. ‘Arap Baharı’ sonrasında ülkede baş gösteren protesto eylemlerini silah zoruyla bastırmaya çalışan Beşar Esad yönetiminin bu zorba tavrı Batı kamuoyu kadar Ankara’nın da tepkisine neden oluyor.

‘Reformlara öncülük yap, yumuşak geçişle demokratik düzeni tesis et’ çağrılarına kulak tıkayan Şam rejimi uzlaşmaz tavrıyla herkesin sabrını tüketmiş durumda. ABD ve AB ekonomik yaptırımlar yoluyla Beşar Esad ve ekibini köşeye sıkıştırmaya çalışırken, Türk bürokratlar sınır ötesi operasyon dâhil tüm seçeneklerin masada olduğu bir dizi senaryo üzerinde çalışıyor. Yani Ankara ile Şam arasındaki gerilim oldukça yüksek!

600 milyon kilowatt’a ulaştı

Ancak işin ilginç tarafı böylesi gergin bir atmosferde bile Türkiye, Suriye’ye elektrik satışına devam ediyor.

Suriye’nin elektrik ihtiyacını Birecik Barajı üzerinden karşılayan Türkiye, Haziran ayında 56 milyon kilowatt ile başladığı elektrik ihracatını Eylül ayında 170 milyon kilowatta çıkardı. Verileri alt alta topladığımızda ise Suriye’ye son dört ayda satılan elektrik miktarının 604 milyon kilowatta ulaştığını görüyoruz. Yetkililer, satılan elektriğin özellikle Şam’ın kuzeyindeki bölgelerde insani amaçla kullanıldığını belirtiyor ve ekliyor:

“Bu nedenle herhangi kesinti veya ambargo uygulanması söz konusu değil. Elektrik insani amaçlı satılıyor ve bölgenin bu elektriğe ciddi şekilde ihtiyacı var.”

Yapılan projeksiyonlara göre bu rakam yılsonuna kadar 1 milyar kilowatta ulaşabilir. Bu rakam Suriye’nin toplam elektrik talebinin yüzde 3’üne tekabül ettiği için oldukça büyük bir miktar. Bilmeyenler için hatırlatalım; Türkiye ile Suriye arasındaki elektrik ticareti 2006 yılında başladı. 2009 sonuna kadar Suriye’ye 1. 5 milyar kilowatt elektrik ihraç edildi. Ancak 18 Eylül 2010’da Türkiye’nin AB elektrik sistemine bağlanmasıyla ihracat durdu.

AB elektrik satışına, Suriye iletim hatlarının kalitesizliği nedeniyle izin vermeyince Ankara Suriye’nin acil elektrik talebini karşılamak için önemli bir operasyona imza attı ve Şanlıurfa Birecik Barajı’nı izole bölge sistemi ile ana elektrik hattından kopararak doğrudan Suriye sistemine bağladı. Ardından elektrik satış anlaşması Aksa Enerji’ye devredildi ve bu yolla AB vetosunu aşıldı. Son olarak Suriye’nin gönderilen elektrik faturalarını hep vaktinde ödediğini de ekleyelim...



Sigortacıların büyük sızma operasyonu!

Kredi Kayıt Bürosu (KKB) Türkiye’nin en önemli şirketlerinden birisi. Milyonlarca banka müşterisinin kimlik bilgileri ve ödeme alışkanlıklarına ilişkin kayıtları hafızasında barındıran şirket deyim yerindeyse finans sektörünün kara kutusu. Bu önemli veri havuzu bankaların yanı sıra faktoring ve leasing şirketlerine de açık. Yani parasını ödemek kaydıyla bilgi almak isteyen her kurum bu önemli bilgi havuzundan istifade edebiliyor. Finans sektöründe bir süredir sigorta şirketlerinin de bu havuza dâhil olmak için bir dizi girişimde bulunduğu konuşuluyor. Zira banka iştiraki sigorta şirketleri bir şekilde bu havuza ulaşıp sağlıklı risk analizi yapabilirken, diğer şirketlerin buna ulaşmamaları rekabette önemli bir dezavantaj yaratıyor. Bu durumdan rahatsız olan sigorta şirketlerinin meseleyi sektörün çatı örgütü olan Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliğine kadar taşıdıkları ve meslek örgütünün de bu konuda bir dosya hazırlayarak Türkiye Bankalar Birliği’nin kapısını çaldığı konuşuluyor. Bakalım sigorta şirketlerinin bu önemli girişimi nasıl sonuçlanacak?....



İgdaş’a Körfez ve Rusya’dan ilgi büyük

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, iştirakleri arasında yer alan İstanbul Gaz Dağıtım Sanayi ve Ticaret A.Ş ya da bilinen adıyla İGDAŞ’ı özelleştirme konusunda oldukça kararlı. İBB Genel Sekreteri Adem Baştürk, enerji devinin yılsonuna kadar ihaleye çıkacağını ve 2012 ortasına kadar satış sürecinin tamamlanmasını beklediklerini açıklayarak bu konudaki kararlılığı net bir biçimde ortaya koydu. Biz de her yıl 4 milyar metreküp doğalgaz satan İGDAŞ ile kimler ilgileniyor diye araştırdık. En güçlü adaylar olarak Rus Gazprom, Katar Ulusal Varlık Fonu ve Azeri Socar öne çıkıyor. Yerli gruplardan da Koç, Sabancı, Oyak ve Çolakoğlu Grubu’nun ismi ön planda. İhale yaklaştıkça talipli sayısının daha artması bekleniyor.

Yazının devamı...

Socar fiyatı yüksek buldu, TP’den vazgeçti

Azerbaycan milli petrol şirketi Socar ile TP arasındaki ortaklık görüşmeleri ‘mutlu son’ ile bitmedi. TP’nin yüzde 50’sini satın alarak akaryakıt piyasasında güçlü bir giriş yapmak isteyen Azeriler fiyatı yüksek bulunca taraflar anlaşma masasından kalktı. Dünyanın önde gelen petrol üreticilerinden biri olan Azeri Socar, Türk enerji piyasasına Petkim’i satın alarak adım atmıştı. Hemen ardından rafineri kurmak için EPDK’ya başvuran Azeri enerji devi geçen yıl beklediği izni almış ve hemen harekete geçmişti. 5 milyar dolarlık rafineri projesine önümüzdeki ay start verecek olan Azeriler, üretim ve rafinerinin yanı sıra dağıtımda da büyük oyuncu olmak istiyor. Bu nedenle Socar yöneticilerinin yakın zamanda başka şirketlerle de masaya oturabileceği ifade ediliyor. Azerilerin talip olduğu TP, 100’e yakın istasyon ile hizmet veren önemli bir kamu şirketi. Kısa zamanda yüzde 1.6 pazar payına ulaşan TP akaryakıt liginde onuncu sırada yer alıyor.

İslami Endeks’e 9 aydır ‘katılımcı’ bulunamadı!

Muhafazakar yatırımcılar ile Körfez sermayesini İMKB’ye çekmek için geliştirilen ‘İslami Endeks’ veya diğer adıyla ‘katılım Endeksi’ kuruluşunun üzerinden dokuz ay geçmesine karşın işlerlik kazanamadı. Endeksin Bizim Menkul Değerler tarafından işletilen internet sitesi çalışıyor. Buna bağlı olarak endeks değerleri güncel bir şekilde yayınlanıyor. Hatta 30 şirket başlayan endekste hâlihazırda 40 şirket yer alıyor. Ama gelin görün ki endekse yatırım yapmayı sağlayacak olan en temel araç yani borsa yatırım fonu hala çıkarılamadı. SPK Başkanı Vedat Akgiray’ın konunun önemine binaen yaptığı tüm jestlere rağmen endeksin hayata geçirilememesinin altında yatan neden ise katılım bankaları arasındaki eşgüdüm sorunu. Türk sermaye piyasalarına ilk etapta yılda 1 milyar dolarlık kaynak sağlaması beklenen ‘Katılım Endeksi’nin işlerlik kazanması yastık altındaki kaynakların borsaya aktırılması ve şirketlerin bu yolla ucuz finansman sağlaması açısından büyük öneme sahip. Katılım bankalarının yöneticileri sorunu çözmek için en kısa zamanda bir çözüm yolu bulmalı. Aksi halde sürecin uzaması yatırımcılar kadar ekonomi bürokrasisini de küstürebilir. Bunu da bence hiçbirisi istemez. Benden söylemesi...

Ankara’da ABD-İran finansal savaşı şiddetlendi!

Amerikan yönetimi bundan dört yıl önce İran’ın nükleer programını durdurmak için tarihin en büyük finansal kuşatmalarından birisini başlattı. Büyük batılı bankalar ile merkez bankalarını İran ile iş yapmamaları konusunda uyaran Washington yönetiminin sertlik dozu bir hayli yüksek uyarısı oldukça etkili oldu. AB üyesi ülkeler İran’a yönelik para akışını durdururken, ABD Hazine Bakanlığı’nın kara listeye aldığı İranlı bankalarla ilgili de inceleme başlattılar. ‘Batı Cephesi’nden istediği sonucu elde eden Obama yönetimi aynı başarıyı Türkiye’de sağlayamadı. İran’ın önde gelen bankalarından Bank Mellat’ın Türkiye’deki faaliyetlerinin durdurulması için adeta mekik dokuyan Amerikalı diplomatlar amacına ulaşamadı.

Ekonomi Bakanlığı, Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) yetkilileriyle yapılan görüşmelerden sonuç alamayan Amerikalılar olumsuzluklara rağmen çalışmalarını hız kesmeden sürdürüyor.

Ulaştığımız bilgilere göre Türk bürokratlar Amerikalı ve İranlı diplomatların yakın markajında. Ancak işin ilginç tarafı iki ülke diplomatları sadece Türk bürokratları değil, birbirlerini de çok yakından izliyor. İranlı bir bankacı veya diplomat bir kamu kurumunu ziyaret etmeye görsün, bu görüşmeden çok kısa bir süre sonra ilgili kurumun telefonu çalıyor ve Amerikalılar aynı gün görüşmek için randevu istiyor. İranlıları yakın takibe alan ve attıkları her adımı yakından izleyen ABD’li diplomatların bu hamlelerine karşılık Acem bürokratlar da boş durmuyor. Onlar da Amerikalıların yaptıkları ziyaretleri ve temasları bir şekilde öğrenip ertesi günü Türk bürokratlardan randevu talep ediyor. Ziyaretler daha çok Türkiye’nin İran’dan ithal ettiği hampetrolün parasını devlet adına ödeyen Halk Bankası ile BDDK’da yoğunlaşıyor. Gelişmeleri doğrulayan bir üst düzey bürokrat “Taraflar deyim yerindeyse adeta birbirlerinin ensesinde. Birbirlerinin nefes alıp verişlerini bile yakından izliyorlar. Ankara Soğuk Savaş’tan bu yana böyle markaj görmedi” diyerek tabloyu özetliyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.