Ahlâk hastalıklarının tedavisi...
.
İslâm’da iman, laftan ibaret değil, bedende salih amel şeklinde görünen inançtır. Eylemsiz imanın fazla değeri yoktur. Kur’ân’da iman sözü, yalnız başına değil, hep salih amel ile birlikte anılır. Kur’ân, bütün inananları değil, ancak güzel ahlâk ve ibâdet sahibi inananları cennetle müjdelemektedir. Furkan, Mü’minun ve Ra‘d Sûrelerinde inananların temel nitelikleri anlatılmaktadır.
Mü’minun Sûresinin 1-11. âyetlerinde de sadece inandık diyenlerin değil, fakat inanıp saygı ile namaz kılanların, yalandan, boş sözlerden yüz çevirenlerin, zekâtlarını veren, nâmuslarını koruyanların cennete girecekleri vurgulanmaktadır. İşte inananlar, bu vasıflarla nitelenen, doğruluk timsali, melek-sıfat insanlardır. İman insanı güzel ahlâk sahibi yapmadıktan sonra ona iman denmez. İman, sâlih ameli yani güzel ahlâkı gerektirir. Güzel ahlâk, imanın bir gereği ve sonucudur.
Asr Sûresi’nin 1-3. âyetlerinde bütün insanların ziyanda oldukları, yalnız inanıp yararlı işler yapan, birbirlerine hakkı ve sabrı öğütleyenlerin ziyanda olmadıkları, asra yemîn edilerek vurgulanmaktadır. Asr 80-100 yıllık bir zaman birimidir ki insan ömrüne işarettir. Burada insanın ömür süresine yemîn edilerek insanın, ziyan içinde olduğu bildirilmektedir.
Eğer insan, âyetlerin öğütlediği biçimde yararlı iş, hakkı ve sabrı tavsiye ile vaktini geçirirse yaptığı bu işler kendisinin yararınadır, kalıcıdır. Böyle yararlı işler yerine vaktini boş işlerle geçirirse ömrü gider, tükenir ama yanında günahtan başka bir şey kalmaz. Meselâ bir insan ömrünü bilimsel araştırtmalar ile geçirir, eserler yazar, sonra geriye bir bakar: Kırk elli yıl geçmiş ama, yaptığı güzel işler, araştırmalar, yazdığı eserler, giden ömürden kendisine kâr kalmıştır. Eğer çalışmasa, vakitlerini değerlendirmeseydi, ömür yine geçecek, ama kendisine hiçbir şey kalmayacaktı. Koca ömrü heder olup gidecekti.
İnanıp güzel işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederler. Gerçek, doğru anlamına gelen hak, Allah’ın isimlerindendir. Kişinin kendisine âit bir şeye de hak denilir. Sabır ise olaylara dayanma, olaylar karşısında umutsuzluğa düşmeyip tahammül etmedir. İşte inanıp güzel işler yapanlar, birbirlerine hakkı, doğruyu, gerçeği, hak dini, başkalarının hakkına saygıyı, doğruluktan ayrılmamayı, olaylar karşısında yılmamayı, azim ve irâde ile Allah’a tevekkül ile hak uğrunda sabretmeyi tavsiye ederler.
Toplum saâdetinin temel taşları olan iman, güzel eylem, hakkı ve sabrı tavsiye, İslâm da‘vetinin en önemli prensiplerindendir. Sûrede iman prensibi, sâlih eylem prensibinden önce anılmıştır. Çünkü eylem imana dayanır. Kalbe yerleşen inanç, güzel eylem biçiminde görünür. Demek ki sâlih amel sahibi olmayan mü’min, gerçek mü’min değildir. Bazı insanlar inanmadıkları halde güzel davranışlar sergilerler. Fakat bunlar, toplumlarda bir kural oluşturmayacak kadar nadirdirler. Güzel ahlâkın, inanca dayandığı genel bir kuraldır. İmana dayanmayan güzel ahlâk çabuk sarsılabilir. Onun için sadece eğitim veya vicdan, iyi ahlâkın temeli olmağa yeterli değildir. İyi ahlâkın temeli imandır. Sağlam, tereddütsüz iman, mutlaka insanı yüce ahlaka, güzel amele sevk eder.
Ancak insanı salih amele sevk eden iman, kesin, tereddütsüz, köklü ve doğru imandır. Kendi hayallerini, dar görüşlerini, dar düşüncelerini putlaştırıp kalbine yerleştirmiş ve o örümcek ağlarıyla kendisini hapsetmiş kişinin imanı, belki kendisini dar çerçevede dürüstlüğe yöneltir ama aynı zamanda o kimse, birçok insana da Allah’ın düşmanı gözüyle bakıp düşman olur. Allah’ın kullarına iyilik edeceği yerde düşmanlık etmeğe başlar. Onun için imanın, hurâfâta, asılsız, boş şeylere, zanlara değil, kesin esaslara dayanması gerekir. İman, sağlam esaslara dayanıp kalbe yerleşmedikçe meyve vermez. Bundan dolayı bir gelenek veya topluma uyma veya gösteriş için namaz kıldıkları halde surenin tanımladığı olgun davranışı göstermeyenler, gerçekte mü’min değillerdir. Kur’ân öyle insanlara mü’min değil, sadece Müslüman denileceğini bildiriyor (Hucurat: 14)