Şampiy10
Magazin
Gündem

İlginç bir rüya

MİNERVA MAİL ismiyle uzun bir mektup yazan okurum gördüğü bir rüyayı anlatıyor. Bunun için bende yorum talep ediyor. “Rüyamda tüm ailece evdeydik ama nedense küçük erkek kardeşimi hatırlamıyorum, o yoktu galiba. Bu ev, bizim gerçek evimizden farklıydı ama o ev de bizim evimizdi. Odada 2 katlı ranzanın üst katında uyuyordum. Hafif sarsıntılar hissediyordum. Yine de uyumaya devam ediyordum. Derken bir ara kalktım. Uyuduğum odadan çıkarken annemin geldiğini gördüm. ‘Dışarıda kıyamet kopuyor, deprem oluyor’ dedi. Değişik sesler geliyordu. Pencerenin kenarında ablamı gördüm. Perdeyi açmış dışarıya bakıyordu. Onula birlikte ben de baktım. Gördüğüm manzara dehşet vericiydi. Gökyüzü adeta patlıyordu. Aslında o an gündüzdü ama gökyüzü siyahtı. Sanki yıldızlar çarpışıp patlıyordu. Gökyüzü savaş ilan etmişti.

Gökyüzünde büyük bir mor kütle oluştu. Annem yanımızdaydı ve korkmuyordu. ‘Dışarıda kıyamet kopuyor’ derken şaşırmamış gibiydi. Hatta ona normal geliyordu. O kadar ani değişimler ve patlamalar oluyordu ki, fotoğraf makinesi alıp çekmek istedim. Sonra ne oldu bilmiyorum yine odamızdaydık. Babam dışarı çıkacaktı. Vedalaşmak için kız kardeşlerimin odasına doğru yürüyordu. Ben onu engellemeye çalışıyordum. Ama babam odaya girdi. İçeride dumanlardan bir sis vardı. “Hoşçakalın” dedi. Yandaki kapının altında da beyaz dumanlar çıkıyordu. Burası banyoydu. Kapısını açar açmaz kocaman buharlar dışarı çıktı. Daha sonra kendimizi bir servisin içinde bulduk. Hava karanlıktı. Servisten indik. Bu kez etraf aydınlıktı. İndiğimiz yer küçük bir arazi gibiydi. Toprak nemliydi.” Okurum başka bir rüyasından da söz ediyor ve yorum istiyor.

CEVAP: Değerli hanımefendi, rüyanız güzel ve ilginç. Ama ben defalarca yazdığım üzere rüya yorumcusu değilim. Bu gördüğünüz olaylar neyin işareti bilemem. Bildiğim kadarıyla sizin ruhunuz manen yücelmiş, belki evrende bazı yıldızlardaki patlamalara tanık olmuş. Su buharının babanızla ilgisini tam kuramadım. En iyisi hayırlara yormaktır. İnşallah geleceğiniz güzel olur. Allah rüyanızı hayra tebdil eylesin.


Bir takdir mektubu

SORU: Kur’ân Ansiklopedisi’ni okumaya başlayan Ercan Erdönmez takdirlerini belirtiyor: “Sevgili hocam. 34 yaşındayım, Hollanda’da yaşıyorum. Bu muhteşem eserinizi okumaya başladım. Size teşekkür etmek istiyorum. Bu, gerçekten çok büyük bir hizmet. Hiç abartmadan söylüyorum, sizin kuran Ansiklopediniz okuduğum İslâmi eserlerin en iyilerinden biri.” Okurum ayrıca Arapça öğrenmek için ne yapması ve hangi kitapları okuması gerektiğini de soruyor.

CEVAP: Takdiriniz için teşekkür ederim. Arapça öğretmek üzere hazırlanmış kitaplar var. Siz Hollanda’da yaşadığınıza göre orada Avrupa İslâm Üniversitesi adıyla özel bir kuruluş var. Oranın hocalarıyla görüşebilirsiniz. Hatta onların derslerine de katılabilirsiniz. En uygunu budur.

Yazının devamı...

Müslüman kişi yüreğinde kin ve nefret taşımaz

SORU: Küs olduğumuz kişilerle konuşmadıkça ibadetlerimizin askıya alınacağı doğru mu? “En azından selam veriniz” deniyor. İnsan konuşmadığı kişiye nasıl selam verir? Hiç kimseyle küs olmamak, her durum için geçerli mi? Küs olmayı gerektirecek ciddi nedenleriniz varsa ve o kişi size zarar veriyorsa bu şahısla da konuşmak durumunda mıyız? (Kemal Ateş)

CEVAP: Küs tutmak günahtır ama ibadetlerin askıya alınması diye bir şey yoktur. O tür sözler, insanları küslükten uzak tutmak, barışı teşvik etmek için üretilmiş, korkutma amaçlı sözlerdir. İbadet Allah’a kulluktur. Gönülden yapılan kulluğu Allah değerlendirir. Bunun küsle falan ilgisi yoktur. Kaldı ki elbette küs durmak doğru değildir. Müslüman, yüreğinde kin ve nefret taşımaz, taşımamalıdır. Ama hainliğiyle, kıskançlığıyla, gaddarlığıyla sürekli insanın kötülüğünü isteyen ve bunun için çalışan insanlarla sürekli dostluk kurmak da kolay değildir. İnsan yüreğinden sevmedikten sonra yüzden dost görünmek, kerhen selam vermek o kadar da önemli değildir. Önemli olan gönülden dost olabilmektir. Elden geldiğince insanlar hakkında iyi düşünmek, herkesin iyiliğini istemek, barış içinde yaşamak İslâm’ın tavsiyesidir. Kur’ân, “Barış daha hayırlıdır” buyurmaktadır. Biriyle küs tutmak haksız yere olursa günahtır fakat içtenlikle yapılan ibadetin askıya alınması, kabul edilmemesi diye bir şey yoktur. İbadetin kabul edilip edilmediğini sadece Allah bilir. Peygamberimiz, “Güzel konuşun, çokça selam verin” demiş ve tanıdığına tanımadığına selam vermeyi öğütlemiştir.

Uydurma sözler

SORU: Okurum Ayşen Işık, annesinin üç ayların içinde bir salı günü vefat ettiğini yazıyor. Bu aylarda özellikle salı günü vefat eden kişinin sorgusuz sualsiz cennete gideceğini söylediklerini belirterek yazısına şöyle devam ediyor: “İnternette üç ayların faziletlerini okuyordum. Şaban ayının 15. gününü anlata anlata bitirememişler. Ben de hangi güne denk geliyor diye baktım. 12 Temmuz 2010 tarihini gördüm. Ertesi sabah annem vefat etti. Siz bu üç aylar ve ölüm tarihinin denk gelmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?”

CEVAP: Yazdıklarının hiçbiri doğru değil. Üç aylarda dünya kadar inançsız insan ölüyor. Bunlar sorgusuz sualsiz cennete mi gidiyor? Yok, öyle şey. O sözlerin hepsi uydurmadır. O internette anlatılanların çoğu yalanın da yalanıdır. Allah annene rahmet eylesin, başın sağ olsun. Senin, onun için yapacağın tek şey var, mağfireti için dua etmen, hayır ve hasenat yapman. Artık o, Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Çektiği ıstıraplar da taksiratının affedilmesine vesile olur veya manen derecesi yükselir. Ama kulların Allah katındaki derecesini sadece Allah bilir.

Yazının devamı...

Namazda yanılma ve bina

SORU: Üç ve dört rekâtlı namazlarda ilk iki rekâtın sonunda sehven selam verip çıkılır ve bu fark edilirse ya da başka birisinin ikazı sonunda anlaşılırsa rekât veya rekâtlar kılınır mı? Eksiğin tamamlanmasına yeniden niyet gerekir mi? Bu bir sünnet namazı ise eksik rekâtlar ek sure okunarak mı yoksa okumadan mı kılınır? Farz namaz ise kılınan rekâtlar yok sayılarak namaz yenilenir mi? Namaz içinde ya da sonradan ek sure unutulursa fark ettiğimizde ne yapmalıyız? Yanılma secdesi bu durumu kurtarır mı? Siz bir yazınızda, “Vitir namazı 1 veya 3 rekât kılınabilir” demiştiniz. Namazın saatleri değil vakitleri olduğunu düşünüyorum. Başka bir deyişle seher, ikindi veya akşam vaktini saat yoksa ve hava bulutluysa nasıl bilebiliriz? Üç, beş dakikayı nasıl saptarız? Zorluk varsa niyet yeter mi? Öğle-ikindi veya akşam-yatsı-vitir namazlarını ihtiyaç duyduğumda cem ediyorum. (Gürel Cansever)

CEVAP: Dini iyi niyetli, hoşgörülü, sağduyulu bilim adamından sorup öğreneceksiniz. Namazda yanılan kimse, eksik kıldığını öğrenirse hiç konuşmamışsa eksiğini tamamlar. Yeniden başlamaya gerek yok. Ama kitapların yazdığına göre konuşmuşsa veya dünyaya ilişkin iş yapmışsa yeniden kılar. Fakat işaret ettiğiniz yazımda açıkladığım üzere Peygamberimiz, eksik kıldığı namazın ardından konuşmuş ve eksiğini tamamlamıştır. Eksik kılınan namazı beliren özrü giderdikten sonra tamamlamaya “Namaz üzerine bina” derler. Fıkıh kitaplarında “bina” ile ilgili malumat şöyledir: Namaz içinde abdestin gayr-i ihtiyari bozulmasına sebk-ı hades denir. Namazın herhangi bir rekâtında abdest bozulunca usulüne göre gidilir, abdest alınır, tekrar gelip kılınan rekâttan devam edilip namaz tamamlanır. Buna namaz üzerine bina denir.

Abdesti bozulduktan sonra bir rüknü eda edecek kadar bir zaman özürsüz durmak, kalabalıktan ötürü veya burnundan gelen kanın kesilmesini beklemekle namaz bozulmaz. Onun üzerine bina etmek caizdir. Abdesti bozulduğunu zannederek veya üzerinde geçmiş namaz veya namaza engel bir necaset bulunduğunu düşünerek namaz yerinden ayrılmak, binaya engeldir. Bu halde namazgâhtan dışarı çıkmasa da durduğu yerden ayrılınca namazı bozulur. Namaz namazdır. Farzı da sünneti de aynıdır. Peygamberimizin yanılma secdeleri cemaat namazlarında olmuştur. Zaten kendi başına kıldığı namazları genelde evinde kıldığı için onlarda yanılma secdesi yapıp yapmadığını bilmiyoruz.

Vitr, tek rekâtlı namazdır. Bir rekât da, üç rekât da, beş rekât da kılınabilir. Cahil adam bencil ve egoist olur. Hani derler ya: “Yarım molla dinden eder, yarım hekim candan eder.” Peygamberimiz zamanında böyle saniyeli, dakikalı saatler mi vardı? O zaman güneşe, gölgeye göre tahmini olarak vakit belirlenirdi. Önemli olan günün belli başlı değişim zamanlarında ibadette olmaktır. Saniyenin, dakikanın önemi yoktur. Gönül huzuru önemlidir.

Yazının devamı...

Hak dostuna dil uzatanlar

SORU: Sizin “İslâm Tasavvufu” adlı eserinizi okudum. Konuyu çok iyi kavrayabilmem için birkaç defa tekrarlamam gerekiyor. Yanılmıyorsam tarikatın dinimizde yeri var. Ama siz “Bugünkü şekli değil” diyorsunuz. Sizin dediğiniz şekilde tasavvufu uygulayanlar da muhakkak vardır. Siz hep Kur’an-ı Kerim’e göre eser yazan ve konuşan bir ilahiyatçısınız. Bence, sizin yaptığınız mealden daha iyi meal Türkiye’de yoktur. Herkes bir yorum katıyor. Bazı ilahiyatçılar, “niye tasavvufun dinimizde yeri yok?” diyorlar? Hatta televizyonda bir ilahiyatçıyı dinledim. “İmam-ı Gazali ve Halid-i Bağdadi’yi Allah affetsin” diyen bu kişi “kurban kesmek farzdır” diyor. Bunun ayette sabit olduğunu söylüyor. Ben de “Allah onları affetsin” duyorum. (Muhammed Yusufoğlu)

CEVAP: Herkes için Allah’tan af dilenir ama Gazali ve Halid-i Bağdadi için af dileyen zatın, kendisi affa daha çok muhtaçtır. Bu insanların yıldızlaşmış Hak dostlarına dil uzatmaları, o merhumların değerini düşürmez, sadece bunların bencilliklerini, kendini beğenmişliklerini gösterir. Siz eğer gerçekten bir Hak dostu bulursanız ondan istifade edersiniz. Ama bu Hak dostu kimdir onu bilemem. Kur’ân’da “kurban kes” emri yoktur. Ancak hacda kurban kesenlerin Allah adını anmaları (Hac: 27, 34), bu hayvanların etlerini yemeleri, darda kalmışa, yoksula da yedirmeleri emredilmektedir. Allah’tan başka bir tanrı yani put adına kesilen hayvan murdar olur, onun eti yenmez. İşte ayette anlatılan budur. Yani kurbanın Allah adına kesilmesi lazım. Peygamberimizin de açık ifadesiyle kurban Hz. İbrahim’den kalma bir sünnettir. Sahabilerin içinde kurban kesen çok değildir. Dört halife de kurban bayramında kurban kesmemişlerdir. Kurban hacla ilgilidir. Hacceden kimse, durumu müsaitse, yanında kurban götürmüşse keser. Kurban götürmeyen kesmez. Her hacca gidenin kurban kesmesi gerekmez. Yalnız hac yapana (ifrad haccına) kurban gerekmez.

Vakit namazları

SORU: Müslümanların kılmakla yükümlü olduğu farz namazları yazar mısınız? (Arif Bilgin)

CEVAP: Kur’ân’da emredilen namazlar, gündüzün iki ucunda kılınan (sabah, akşam) ve gecenin bir bölümünde, özellikle seher vaktinde kılınan gece namazlarıdır. Öğle ve ikindi namazları Peygamberimizin uygulamasıyla farz kılınmıştır. Çünkü Allah’ın Elçisi olan, bu namazları cemaatle kıldırmıştır. Böyle olduğu da tevatürle sabittir. Ona uymak Müslümanların boynunun borcudur. Zira Kur’ân, Allah’ı sevenlerin, Peygamber’e uymalarını emretmekte ayrıca “Allah’a itaat ediniz, Elçi’ye itaat ediniz” emri birkaç yerde vurgulanmaktadır. Benim o yazıdaki amacım gece namazlarını, özellikle sabah namazını ihmal eden, namaz vaktinde uyuyan insanları uyarmaktı. Ama insanlar namaz kılmamak veya bizi taşlamak için bahane arıyorlarsa ben ne yapabilirim?

Yazının devamı...

Sağduyuyla hareket edin

SORU: “Karidesle midye yemek haram mı?” başlıklı yazınızı okudum. Kur’ân’da belirtildiği üzere “Leş, akıtılmış kan, domuz eti ve Allah’tan başka bir tanrı adı anılarak kesilmek suretiyle murdar olmuş hayvan. Bunların dışındaki herhangi bir yiyecek için yasak konmamış sadece kültürel alışkanlıklar yeme şeklini belirliyor” diyorsunuz. Açık ve net olarak şarap dışındaki tüm alkollü içeceklerin de yasak olduğu belirtiliyor mu? Bakara Suresi 219, Maide Suresi 90-91 ve Nahl Suresi 67’nci ayetlerde içkiyle ilgili bildirilenler biraz kafamı karıştırdı. Maide Suresi’nin 87’nci ayetinden itibaren okuduğumda Kur’an-ı Kerim’in kendi içinde çelişmediğini sadece aşırılıkların, bahşedilen nimetleri harama götürdüğünü anlıyorum. Muhammed Suresi 15’inci ayette ise takva sahiplerine cennette şaraptan ırmaklar vaat ediliyor. “Bizim dinimizce haram olan bir şey her iki âlemde de haramdır” diye biliyorum.

Örneğin, “homoseksüellik bu dünyada yasak ahirette helaldir” gibi bir ikileme düşmüyor dinimiz. Neden içki konusunda bu ikilemi yaşıyoruz? Bir insanın haftada bir kere yüzde 4 alkol içeren içecek tüketmesinin neden haram olduğuyla ilgili ciddi bir açıklamaya ihtiyacım var. Farklı yerlerden edindiğim cevaplar hiç de tatmin edici olmadı. İnsanın iradesinden dolayı bu kadarcık alkolle yetinmeyeceği gibi mesnetsiz iddialara fazlasıyla rastlıyorum. Bizim dinimiz, 30 gün boyunca su dahi içmeden oruç tutabilecekleri konusunda tüm Müslümanlara güvenirken neden hafta sadece bir gün belirtilen miktarda alkole irade göstereceklerine güvenmesin ki? Bu açıklamayı sizin gibi gerçekten dini ilmiyle bilen birinden talep ediyorum. (Şükrü Haciyanlı)

Uyuşturmak, aklın üstünü örtmek

CEVAP: Soruda ayrıntıyla belirtilen açıklamalar biraz içkiye mazeret arama çabasına benziyor. Kur’ân, Mekke döneminde iki ayette ve Medine döneminde iki ayette “Bana vahyolunanlarda bunlardan başka bir haram bulmuyorum” diyor. Öyleyse başka haram yoktur. Ama hamr öyle mi? Hamrın temel anlamı uyuşturmak, aklın üstünü örtmek. Khimar, bedeni örten örtü, başörtüsü demektir. O zamanlar içkiler çok çeşitli değildi. En belirgin içki üzümden yapılan şaraptı. Onun için en keskin alkollü içkiye şarap denmiştir. Kur’ân, aklı örten bu maddeyi yasaklamıştır. Öteki maddeler dediğiniz rakı mı, konyak mı? Bunlar şaraptan da çok aklı örtüyor. Rakıdaki alkol miktarı şaraptakinden fazladır. Şarap sarhoş ettiği için yasaklandı. O halde şaraptan daha çok sarhoş eden rakı yasaklanmış olmaz mı? Size kolay anlaşılacak bir kural vereyim. Kur’ân ana babaya öf demeyi yasaklıyor. Ama “onları dövmeyin” demiyor. Sizin mantığınıza göre anne babaya öf denilmez ama onları dövmekte bir sakınca yok çünkü böyle bir yasak yok. Öf demek yasaksa dövmek, dil ve elle incitmek elbette yasak olur. Sağduyu bunu gösterir sevgili kardeşim.

Yazının devamı...

Gadir-i Hum olayı nedir?

SORU: “Gadir-i Hum” olayının ne olduğunu açıklar mısınız? Hocalar hicri yılbaşı için neden Muharrem ayının ilk gününü değil de 10’uncu gününü işaret ediyorlar? (Rıza Tuzgu)

CEVAP: Hadisin söyleniş şartı ve zamanı iyi bilinmeden manası tam anlaşılmaz, yanlış değerlendirmelere yol açar. Yalın olarak okumak insanı yanıltır. Sad ibn Ebi Vakkas’ın anlatımına göre Hz. Peygamber, “Ali’nin üç özelliği vardır ki onların sadece birinin bende olmasını, çok (gözde) kırmızı develere sahip olmaktan daha çok isterim”, “Harun’un Musa yanındaki yeri ne ise Ali’nin de benim yanımdaki yeri odur” buyurmuştur. Birkaç komutan değişmesine rağmen Hayber’in bir türlü fethedilememesi üzerine Peygamberimiz, “Bu bayrağı yarın öyle bir adama vereceğim ki, Allah’ı ve Resulünü sever” demiş, bayrağı Ali’ye vermiş ve onun eliyle kalelerin fethi nasip olmuştur. Yine Ali için, “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlası(efendisi)dir” buyurmuştur. (İbn Hanbel, Beyhaki, Bera ibn Azib’den; Tirmizi, Nesai, Zeyd ibn Erkam’dan: Kenz: 11/602, h. 32904. Bu hadis, birçok hadis mecmuasında vardır.) Çeşitli yollardan yapılan rivayete göre Hz. Peygamber, veda haccından dönerken Gadir-i Hum’da yani Hum denilen göletin yanında konaklamış, Allah’ın kitabıyla Ehl-i Beyti’nin kıyamete kadar birbirinden ayrılmayacağını belirttikten sonra Ali’nin elini tutmuş, “Allahım, ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allahım, Ali’yi seveni sev, Ali’nin düşmanına düşman ol” demiş (Hakim, Müstedrek)
Said ibn Vehb ile Zeyd ibn Yesi’nin rivayetine göre de Hz. Ali, Rahebe’de arkadaşlarına yemin verdirerek Hz. Peygamber’in kendisi hakkındaki övgüsünü bilenlerin kalkıp anlatmasını istemiş. Bedir Savaşı gazilerinden 12 kişi kalkıp Allah Elçisi’nin, Gadir-i Hum’da Ali’nin elinden tutup yukarıdaki sözü söylediğine tanıklık etmişler (İbn Hanbel, Müsned: 1/119; el-Ahadisul-Muhtare, 2/105). Bu mealde hadis birçok kaynakta vardır (Bkz. Tirmizi. Menakıb, 20, İbn Mace, Mukaddime: 11; İbn Hanbel, Müsned: 1/84, 118; Mecmauz-Zevaid: 9/104). Gerçekte hadisin birinci şıkkı doğru olmakla beraber “Ali’yi seveni sev, onun düşmanına düşman ol” sözünü Peygamber’in söylediğine ihtimal verilmez. Zaten ravisi Ali ibn Zeyd’in zayıf olması (güvenilir olmaması) dolayısıyla bu rivayet zayıf görülmektedir (Bkz. İbn Mace, Mukaddime: 11). Nitekim Ahmed ibn Hanbel de “Ali’yi seveni sev, onun düşmanına düşman ol” sözünün bazılarının eklemesi olduğunu belirtmiştir (Müsned: 1/152).

Diğer sorunuza gelince, Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde Yahudilerin Muharrem’in 10’uncu gününde oruç tuttuklarını görmüş, sebebini sormuş. Onlar da Musa’nın Firavun’un elinden kurtuluş günü olduğu için oruç tuttuklarını söylemişler. Allah’ın Elçisi de “Ben Musa’ya sizden daha yakınım” deyip kendisi de 10 Muharrem’de oruç tutmuş ve böylece Muharrem’in 10’uncu gününde oruç tutmak sünnet olmuştur.

Yazının devamı...

Alevi kardeşimi incitmeyi asla düşünmem

Benim sözüm Alevi kardeşime değil, kendisini İslâm sınırı içine sığmaz gören, Kur’ân’ı kabul etmeyen kimseleredir. Ben her zaman mezhebin önemli olmadığını, önemli olanın Allah’a, Peygamber’e ve Kur’ân’a inanmak olduğunu söyledim ve söylüyorum. Zaten söz konusu yazımda bazı kişiler, kendilerini İslâm ile sınırlı görmediklerini söyleseler bile bütün Alevi kitlesinin böyle düşünmediğini vurgulamıştım. Amacım kimseyi mezhebinden dolayı kınamak veya aşağılamak değil, İslâm’ın olmazsa olmazını anlatmaktır. Yazımdan rahatsızlık duyanlar olsa bile sağduyu sahibi Alevi kardeşlerimden takdirler ve teşekkürler de alıyorum. İşte pek çok takdir mailinden biri, Samet Demir adlı Alevi kardeşim şu teşekkür mektubunu lütfetmiştir:

“Değerli Hocam, Alevilikle ilgili yazınız için teşekkürler. Bir Anadolu Alevisi olarak (Şii değilim), İnanın ülkemizde benim derdim Allah’a kavuşmak, onun rızasını kazanmak diyen pek çok Alevi var. Namazı, orucu, zekâtı vb ibadetleri ruhun olgunlaşması, Allah’a yaklaşmanın anahtarı gören pek çok Alevi var. Kazandıklarını ailesi, çevresiyle Allah yolunda harcamak isteyen pek çok alevi var. Alevi olduğunu söyleyemediği, Sünni kardeşiyle beraber başı secdeye giden pek çok Alevi var.”

Bu mektuba cevabım şudur: Kur’ân’ı ve Kur’ân hükümlerini kabul eden herkes, mezhebi ne olursa olsun benim kardeşimdir. Ali ve Ali evladını sevmek ise her Müslüman’ın boynunun borcudur. İmam-ı Şafii Hazretleri, “Lev kâne hubbu Aliyyin rafdan felyeşhed’is-sakalan enneni rafıdıyyun: Eğer Ali’yi sevmek Alevilik ise insanlar ve cinler tanık olsun ki ben Alevi’yim” demiştir. Değerli kardeşim Samet Bey, sizi kutlarım. İşte ben de sizin gibi düşünüyorum. Ali evladının bendesiyim. Şairin dediği gibi:

Ya Rab beni dûr eyleme evlad-ı Ali’den,

Zira ben onun bendesiyim kalû Beli’den.

Selam ve sevgilerimle...



Çok güzel bir rüya

SORU: Hz. Peygamber’i rüyamda gördüm. Kalabalık bir yerde konuşma yapıyordu. İslâmiyet’in feraha çıkacağını söylüyordu. Onu bir ışık gibi gördüm, sesini duydum. Hangisi olduğunu bilmiyorum ama hanımını da gördüm. Çıkarmam gereken sonuç nedir?

CEVAP: Okurum, rüyasının yayınlanmamasını rica etmiş ama ben teşvik olsun diye, ismini açıklamadan yayınlamayı uygun buldum. Bu rüya İslâm’ın aydınlık geleceğine işaret etmektedir. Ayrıca size İslâm’a, Peygamber’in sünnetine yönelme ve ona göre yaşama mesajı da var. Herkese nasip olmaz böyle bir rüya. Ne mutlu size. Öyle ise Hz. Peygamber’in sevgi ve teveccühüne layık olmaya çalışın.

Yazının devamı...

İlahi takdir yerini bulur

SORU: 30 yaşındayım. 5 senedir kanser hastasıyım. Henüz iyileşemedim. Tedaviler sırasında çocuk sahibi olma yeteneğimi kaybettim. Bunlarla uğraşırken ağabeyimi de trafik kazasında kaybettim. Hayata tutunmak için elimden geleni yaptım ama gücüm bitti. Bir ameliyat daha olacağım. Bu sınavlar bana çok ağır geldi. Kaderimden korkuyorum. Artık dua bile edemiyorum. Bu yaşadıklarımız bir sınavsa neden bazılarının sınavı bu kadar ağır oluyor? (Burcu Özcan)

CEVAP: Dayansan da dayanmasan da ilahi bilgi ve takdir yerini bulur. Olayları kabullenip sabretmekten başka çare yok. Olanları geri çeviremezsin. Allah’a tevekkül et, derdi veren Allah dermanını da verir. Hiç ümidini yitirme ki metin olasın, hastalığını da yenesin. Allah yardımcın olsun, dayanma gücünü artırsın. Şair demiş ki:
Bela yağmur gibi gökten yağarsa
Hakikat sofilik incinmemektir.
Bütün âlem ger seni eylerse ta’n
Onlar hakkında bir söz söyleme kem
Hakka bağlanma yolunda her dem
Hakikat sofilik incinmemektir.


Namazda huşu olmalı

SORU: Kur’ân mealinden namazda okumak için anlamlarıyla birilikte bazı ayetleri ezberledim. Anlam bütünlüğü olacak şekilde bazı yerlerde duruyorum. Ancak durmamam gerekiyormuş. Bu duruma takılınca namazın aslı olan huşuyu kaybediyorum. İçime dert oluyor. Ne yapmalıyım? Siz bir yazınızda “namazda ayetleri okurken Kur’ân’daki sırayı takip etmemek mekruhtur” demiştiniz. Ben buna da dikkat etmiyordum. Kur’ân’dan anladığım kadarıyla samimiyete, huşuya bakmak gerektiğini düşünüyordum. Ancak bunlar kafamı karıştırdı.

CEVAP: Namazda en önemli şey huşudur. Durma, geçme anlamındaki işaretler, şimdi bizim kullandığımız virgül, nokta, noktalı virgül görevini gören işaretlerdir. Bunlar Peygamber’den iki üç asır sonra konulmuştur. Siz bunlara kafanızı takmayın. Kendinizi Kur’ân’a, Kur’ân’ın anlamına vererek namaz kılın. O işaretleri hiç düşünmeyin. Onlara uymak gerekli değildir. Çünkü Peygamber zamanında bunlar yoktu. Namazda huşu yoksa o namaz, namaz değildir. Gerçek namaz, insanın Allah aşkını derinden hissedebildiği namazdır. İşte buna huşu denir.


Zekât hakkında...

SORU: Aile şirketimiz var. Benim hissem yüzde 20. Geçen sene borçlandık. Şirketin zararı 250.000 TL. Bana düşen zarar 50.000 TL. Bir finans kurumunda 90.000 TL param var. Kaç liranın zekâtını vermem gerekiyor?

CEVAP: Zararınızı çıkardıktan sonra geriye kalan paranın 1/40’ı üzerinden zekât verirsiniz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.