Şampiy10
Magazin
Gündem

Atatürk’ün dediği gibi: Bilâ kayd-ü şart millet egemenliği

SORU: Bir yazınızda referandumla ilgili olarak, “Avrupa’da böyle durumlar yok. Kimse ilgilenmez. Gider oyunu kullanır” demişsiniz. Çok yerinde bir tespit. Ancak o ülkelerde kanunlar o kadar kuvvetli ki kimse din devleti kurmaya teşebbüs bile edemez. Herkesin kafası rahattır, akıllarını kullanırlar. Ama bizde tam tersi akıllar olduğundan bu kadar karmaşa yaşanıyor. Keşke sizin dediğiniz gibi biz de onlar gibi rahat olsak. (Işık İrez)

CEVAP: Bazı insanların kafasına bu fobi yerleşmiş, bu korku varken demokrasi olamaz. Kimsenin din devleti kurma hevesi yok. Anayasa belli, kanunlar belli. AB’ye girmek isteyen bir ülke din devleti kurmak istemez. Zaten bunu yapamaz. Ben dinden bu kadar korkmanızın manasını anlayamıyorum. Kanaatime göre Türk’ü Kürt’ü asırlardır bir arada tutan dindir. Din duygusu zayıflarsa ırkçılık eğilimi güçlenir. Düşüncenize saygı duyarım ancak bu tür korkulara katılmam. Sonuna kadar demokrasi taraftarıyım ama Avrupa standardında demokrasi. Vesayetli demokrasi yanlısı değilim. Ne Askeri vesayet ne de yargısal vesayet. Atatürk’ün dediği gibi: “Bilâ kayd-ü şart millet egemenliği.”

O sözlere kanmayın

SORU: Çok istememize rağmen çocuğumuz olmuyor. Eşim bir hocaya danışmış. Hoca da porselen bir tabağın içine bir dua yazmış. Bu tabaktan bir ay boyunca zemzem suyu içmesini söylemiş. Tabii tabağa su koyunca yazdığı duanın mürekkebi çıkıyor. Eşim içme taraftarı ama ben henüz içirmedim. Bunun dışında ne tür dua etmemizi salık verirsiniz? (K. D.)

CEVAP: Değil porselen, altın tabak içinde yıllarca zemzem suyu içseniz de eğer taraflardan birinde kusur varsa ve bu kusur düzeltilmezse çocuk olmaz. Önce doktora gidin. Tedavi çarelerini arayın. Öyle cahil insanların hurafe sözlerine kulak asmayın. Ama siz Allah’a gönülden dua ederseniz, Allah isterse size çocuk verir. Şayet vermezse buna da razı olacaksınız. Çünkü “Cenabı Hak dilediğine kız, dilediğine erkek, dilediğine ikiz çocuk verir, dilediğini de kısır yapar” (Şûra: 49-50). Her şey O’nun takdirine bağlıdır. Bir insanın burnu doğuştan eğri ise duayla veya zemzem suyu içmekle düzelir mi? Bu ancak tıbbi bir operasyonla düzeltilebilir. Allah yardımcınız olsun.

‘Allah saklasın’ deyimi

SORU: “Allah saklasın” ne demektir? “Allah korusun” anlamında mıdır? (Emre Somer)

CEVAP: Allah saklasın, Allah korusun demektir. Yani bir kaza bela gelişi durumunda Allah o kişiyi saklasın, kaza ve belanın önüne atmasın, onu kazaya yem olmaktan kurtarsın demektir. Bunun başka bir anlamı yoktur.

Yazının devamı...

Fetih Suresi 29’uncu ayet

SORU: Fetih Suresi’nin son ayetinde, “Muhammed, Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok sevecendirler/çok merhametlidirler. Sen onları rükû eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar. Görünüşlerine gelince, yüzlerinde secde eseri/izi vardır. Bu onların Tevrat’taki nitelikleri. İncil’deki nitelikleri de şöyle: Tıpkı bir ekin ki filizini çıkarmış, o filizi kuvvetlendirmiş. Filiz kalınlaştı, gövdesi üzerine dikildi. Ziraatçıları da imrendirir/hayran bırakır bu ekin. Allah böyle yapar ki, onlar sayesinde, inkâr edenleri öfkelendirsin. Allah onlardan iman edip barışa/hayra yönelik işler yapanlara bir bağışlanma ve büyük bir ödül vaat etmiştir” buyuruluyor. Siz İncil ve Tevrat’ın tahrif edilmediğini, sadece din adamlarının kutsal kitaptaki yorumları çarpıttığını söylemiştiniz. Acaba Tevrat ve İncil’de Peygamberimizin ve müminlerin bu ayetteki gibi bir özelliği belirtiliyor mu?

CEVAP: İşler hep tersinden düşünülürse işte bu sonuca varılır. Niçin Tevrat ve İncil’de Hz. Muhammed’in ve ona inananların vasıfları olsun? O zamanlar ne Hz. Muhammed vardı ne de ona inananlar. Fetih Suresi’nin son ayetinde peygamberlere inanan insanların Tevrat’ta da İncil’de de böyle anlatıldığı belirtilmektedir. Kasıt Hz. Muhammed ve müminlerin Tevrat ve İncil’de anlatıldığı değil, inanan insanların böyle nitelendirildiği yani hem Tevrat’ta hem İncil’de hem de Kur’ân’da gerçek müminlerin böyle anlatıldığı ifade edilmektedir.

Tevrat tahrif edilmişse Kur’ân, niçin o tahrif edilmiş kitaptan hikâyeler anlatmış? Kur’ân hikâyelerinin büyük çoğunluğu Tevrat kökenlidir. Ben Tevrat’ı savunmuyorum. Ama gözü kapalı bir insan değil, bilimsel düşünen bir adamım. İlahi kitaplar arasında ayırım yapmam. Kur’ân, kendisini “Musaddikan lima beyne yedeyhi: kendinden önceki kitabı doğrulayan” diye niteliyor. Yani kendinden önceki kitapların doğru olduğunu söylüyor ki, onları onaylıyor. Bizim tahrifçilerimiz ise onların tahrif edildiğini söylüyor. Yani Kur’ân’ın doğrulayıp onayladığını muharref sayıyorlar. İbn Haldun‘un deyişiyle farkında olmadan küfre gidiyorlar.

Sizin alıntı yaptığınız meal de dakik değil, ayet yanlış manalandırılmış. İşte ayetin doğru meali: “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı katı, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onların, rükû ve secde ederek Allah’ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secde izinden nişanları vardır. Onların Tevrat’taki vasıfları ve İncil’deki vasıfları da şöyle bir ekin gibidir ki, filizini çıkardı, onu güçlendirdi, kalınlaştı, derken gövdesinin üstüne dikildi, ekincilerin hoşuna gider, onlara karşı kâfirleri de öfkelendirir bir duruma geldi. Allah, onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir” (Fetih: 29). Bu benzetme, Allah Elçisi’nin ve arkadaşlarının, ilk ve son durumlarını anlatmaktadır. İncil’de Hz. İsa’nın dağdaki vaazını ve çeşitli konuşmalarını okursanız, Kur’ân’daki gibi inananların bir ekin gibi güçleneceğinin anlatıldığını görürsünüz.

Yazının devamı...

İsa ve mehdi hayalleri...

SORU: Televizyonda izlediğim bir hoca; Hz. İsa’nın ölmediğini, dünyaya geri döneceğini, ölünce Hz. Peygamber’in yanına gömüleceğini söyledi. Ayrıca mehdinin kıyamete yakın bir zamanda geleceğini de ifade etti. Bunların doğruluk payı nedir? (Atilla İmrel)

CEVAP: İsa ölmüştür, bir daha geri gelmez. Ne mehdi gelecek ne İsa. Bunlar hep hayaldir. Hayalciler, insanları böyle hurafelerle uyutup duruyorlar. Kur’ân’ı atıp uydurmaları tutuyorlar. Kur’ân İsa’nın vefat ettiğini söylüyor. Ölen varlık bu bedenle dünyaya geri gelir mi, dirilir mi? Ölenler ancak kıyamette, özel bedenler içinde dirileceklerdir. İsa kıyametten önce gelip sonra ölecekmiş ve Hz. Peygamber’in yanına gömülecekmiş. Yalan! Peygamber ise gaybı bilmediğini Kur’ân diliyle duyuruyor. Buna rağmen hayalciler Peygamber’in gaybı bildiğini, binlerce, belki milyarlarca yıl sonra olacak olayları Peygamber’in ağzına yakıştırışyorlar ve İsa’nın ölmediğini söylüyorlar. İnsanları bu hayallerle uyutuyorlar.


İki takdir yazısı

SAYIN çok değerli hocam. Siz ki bilgice üstün, Allah katında değerli ve lütuf görmüş kişi olarak tüm okuyucularınızın kalbinde yer etmiş, benim gibi size âşıkların rüyalarını süsleyen İlim sahibi bir insansınız. Sizi cübbeli imiş, hoca efendi imiş, bilmem ne efendi hazretleri imiş gibi insanlarla kıyaslasalar bile bilin ki onlar sizin yanınızda “rüzgârlı bir havada uçuşan küller gibidir.” İnsanlara ne ısı verebilirler ne de ışık. Siz ise ışığı ve ısısı hiç bitmeyen güneşsiniz. Kalplerimizi ısıtıp ruhumuzu aydınlatmaktasınız. Bu nedenle bazı okuyucularınızın sizi kıracak ya da kızdıracak görüşlerine aldırış etmeyin. Onları affedin gitsin. (Metin Şahin)
SAYIN çok değerli hocam. Yazılarınızı sürekli okuyorum. Okudukça kalbimin pası temizleniyor. 20 dakikada değişiyorum yazılarınızı okuyunca. Arı ve yalın üslubunuz çok güzel. Hani derler ya Allah başımızdan eksiltmesin. Bu sözü sonuna kadar hak ediyorsunuz. Ellerinizden öper saygılarımı sunarım. (Ömer Çaltaşı)
CEVAP: Her iki okuruma da teşekkür ederim.


Gözleri yummak

SORU: Camide veya evde namaz kılarken gözlerimi kapatıyorum. Sakıncası var mı? Kunut dualarını ezberleyemediğim için bildiğim ayetleri okuyorum. Bu doğru mu? (İskender Polat)

CEVAP: Namazda saygı ve Allah’ı anmada yoğunlaşma için gözleri kapatmakta hiçbir sakınca yoktur. Gözleri kapatmanın mekruh görülmesi, yazı yabanda, çöl gibi yerlerde hayvan saldırısı veya bir tehlikeden korunma amacına yöneliktir. Evde ya da camide şayet Allah’ı düşenmede derinlik sağlayacaksa gözlerinizi kapatmanın sakıncası yoktur. Kunut duasını bilmiyorsanız bildiğiniz bir duayı veya birkaç ayet okuyabilirsiniz.

Yazının devamı...

Hz. Ömer’in hoşgörüsü ve adaleti (4)

Nihayet ocak tutuşur, yemek pişer. Ömer, pişen yemeği çocuklara yedirir. Çocuklar doyunca, neşelenir, oynamaya başlarlar. Bu tablo karşısında Ömer pek mutlu olur. Bu arada neredeyse sabah olmaktadır. Hz. Abbas sonrasını şöyle anlatır:
Dedim: Sabah oluyor kalkalım
Evet, haydi! Yarın Emaret’e gel teyze,
öğleyin beni bul
Emir’e söyleriz, elbette hayr olur memul.
(Teyze yarın öğle vakti başbuğluk sarayına gel, beni bul, başbuğa söyleriz, iyi olur inşallah)
Biz de çıktık veda edip artık
Hiç görünmeksizin gelip geçene
Doğru indik Halife’nin evine.
(Biz de çıkıp kimseye görünmeden Halifenin evine geldik)
Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver
Diye, koyvermiyordu çünkü Ömer.

Az sonra sabah olur. Etraf aydınlanır. Gece boyu huzur içinde uyuyan şehir, uyanır. Halife Ömer’le Peygamber’in amcası Abbas birlikte halifenin makamına gelirler. Öğleden sonra, kadın yanlarına çıkagelir. İhtiyar kadını saygıyla karşılayan Ömer, ona şöyle hitap eder:

Galiba teyze, uykusuz kaldın
İşte bağlanmak üzredir nafakan
Alacaksın her ay gelip buradan
Şimdi affeyledin, değil mi beni?

Kadın, büyük bir şaşkınlık içindedir. Akşam çadırına gelen, beddua ettiği, daha sonra sırtında çuvalla un getiren, ocağı yakan, yemeği pişiren, torunlarını doyuran adam Allah Resulü’nün Halifesi Ömer’dir. Bunca bedduayı işitmesine rağmen, hiç kızmamış öfkelenmemiş, büyük bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmiş, şimdi de kendisine hazineden maaş bağlamış, üstelik de kendisinden af dilemektedir. Bu tablo karşısında hayretler içinde kalan ihtiyar kadın, gülümseyen çehresi ve ışıl ışıl gözleriyle Allah Resulü’nün Halifesine bakar, başı dimdik bir şekilde, “Böyle göster, fakat adaletini” der.


Kitap tavsiyesi isteyen okuruma...

AVUSTRALYA’DA yüksek tahsil yapmış, önemli bir mevkide bulunan, kızı için günümüz insanının mantığına hitap beden, bilime ve akla uygun dini eserler tavsiye etmemi isteyen hanımefendiye cevabımdır:

www.yeniufuklarnesriyat.com adresine girip kitaplarımın isimlerini öğrenebilirsiniz. Size özellikle 3 ciltlik Kur’ân Tefsiri, Yeni İslâm İlmihali, İslâm Tasavvufu ve İslâm’da Güncel Tartışmalar adlı eserimi tavsiye ederim. Kanaatime göre dinimizi arı duru anlatan bu kitapları okumanız size yararlı olacaktır.

Yazının devamı...

Hz. Ömer’in hoşgörüsü ve adaleti (3)

Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana

Bu testi yağ doludur, el verir o yük de sana

Çuval Halife’de, yağ bende, çıktık anbardan

Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

Mesafe baktım uzun; yük yaman, Ömer yaralı

Dedim ki: Ben götüreydim? Verir misin çuvalı?

Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın

Vebali kendine aittir İbni Hattab’ın.

Kadın ne söyledi Abbas, işitmedin mi demin?

Yarın huzur-ı ilahide (Tanrı huzurunda),

kimseler Ömer’in

Şerik-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile

Evet, hilafeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

(Bugün biri derdine ortak olsa bile yarın Allah’ın huzurunda kimse Ömer’in suçuna ortak olmaz. Onun için vaktiyle Halifelik yükü altına girmemeliydi. Girdiyse gereğini yapmalıdır.)

Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu

Gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu.

(Dicle kenarında bir kurt bir koyunu aşırsa, Tanrı adaleti gelip Ömer’den onu sorar)

Bir ihtiyar karı bi-kes kalır, Ömer mesul

Yetimi, girye-i hüsran alır, Ömer mesul.

(Kimsesiz kalan ihtiyar kadının durumundan Ömer sorumludur. Yetimin üzüntüden ağlayışından Ömer sorumludur)

Bir aşiyan-ı sefalet bakılmayıp göçse

Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse.

(Bakımsızlıktan yıkılan zavallı yuvanın altında kalacak olan da Ömer’den başkası değildir)

Zemine gadr ile bir damla kan dökünce biri

O damla, bir koca girdab olur boğar Ömer’i.

(Şayet haksız yere birisi birinin kanını yere akıtsa, o haksız dökülen kan koca bir anafor olup Ömer’i boğar)

Ömer duyulmada her kalbin inkisarından

Ömer koğulmada her matemin civarından.

(Her kalbin bedduasından Ömer sesi gelir, her matemin ve yasın yanından Ömer kovulur)

Ömer halife iken, başka kim çıkar mesul?

Ömer ne yapsın, ilahi, beşer zalum-ü cehul.

(Ömer halife iken başka sorumlu olur mu? Tanrım, Ömer ne yapsın insanlık zalim, kaprisli)

Ömer’den isteniyor beklenen Muhammed’den?

Ömer, Ömer! Nasıl aldın bu barı (yükü) sırtına sen?

(Muhammed’den beklenen, şimdi Ömer’den bekleniyor. Ey Ömer, sen nasıl bu yükü sırtlandın?)

Un çuvalının altında yorulan ve iki büklüm olan Ömer, “Uzak mı yol? Daha çok var mı?” diye sorar. Hz. Abbas çok az kaldığını söyler. Nihayet ihtiyar kadının çadırına gelirler. Ömer’in artık mecali kalmamıştır. Nefes nefese sırtındaki un çuvalını indirir. Kenara koyar. Ardından tenceredeki çakıl taşlarını atar, tencereye un ve yağ katar. İhtiyar kadın da yakmak için yaş diken getirir. Bu yaş dikenleri tutuşturmak için Ömer, beyaz sakalları ile yerleri süpürürcesine ateşi üflerken alnından terler akar, dumanlar içinde kalır.

Yazının devamı...

Hz. Ömer’in hoşgörüsü ve adaleti (2)

Emir’e öyle mi? Kahretsin an-karib Allah!

(Allah onu en yakın zamanda kahretsin)

Yakında rayet-i ikbali ser-nigun olsun

(İyi günleri kötüye dönsün)

Ömer, belasını dünyada isterim bulsun.

Halife Ömer, hayret içindedir. “Ne yaptı teyze, Ömer böyle beddua edecek” diye sorar. Kadın, kendisinin yetim avuturken halifenin uyumaması gerektiğini, kendilerinin halifeye Allah’ın bir emaneti olduklarını, ama arayıp sorulmadıklarını yana yakıla anlatır. Ve kendisine, “Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez, gidip söylemezsen ne haldesin bilemez” diye mazeret sayıp döken Ömer’in hiçbir mazeretini kabul etmez.

“Mademki, insanlarıyla gereğince ilgilenemeyecekti, o halde niçin hilafeti zamanında kabul etti?” der.

Bu arada, çocukların feryatları daha da yükselir. Torunlarının bu içler acısı durumu karşısında öfkesi artık çılgın bir hal alan ihtiyar kadın Halife Ömer’e beddualar yağdırır:

Şu nevhalar ki çıkar ta bulutların içine

(Ta bulutlara yükselen bu iniltiler)

Ömer! Savaik-ı tel’in olur, iner tepene

(Umarım Ömer, lanet bulutları olup tepene iner)

Yetimin ahını yağmur duası zannetme

O sayha rad-ı kazadır ki gönderir ademe. (Yetimin ahı yağmur duası değil, insanı yokluğa götüren bir kaza yıldırımıdır)

Açız açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver

Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer

Gidip de söyliyeyim ha... Dilencilik yapamam (Ben gidip Halife’ye söyleyeyim de dilencilik mi yapayım?)

Ömer de kim? Benim ondan kerim adamdı babam (Ömer de kim oluyormuş, benim babam ondan daha değerli ve cömert bir insandı)

Ölür de yüz suyu dökemem sizin Halifenize. (Ölsem de sizin Halifenize gidip yüz suyu dökemem)

Ömer, kadının bu son sözleriyle, beyninden vurulmuşa döner. Sesi titreyerek “Haklısın teyze, avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim” der. Sonrasını Hz. Abbas şöyle anlatır:

Halife önde, bitik, suçlu, münfail, nadim

Ben arkasında, perişan, çadırdan ayrıldık. (Halife içi buruk, bitik ve pişman vaziyette, ben de arkasında çadırdan ayrıldık)

Sabaha karşı biraz başlamıştı aydınlık

Köyün köpekleri ejder misali saldırıyor

Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor

Medine’nin dalarak münhani sokaklarına

Dönüp dönüp hele geldik zahire anbarına.

(Medine’nin dolambaçlı sokaklarını dolaşıp zahire anbarına geldik)

Halife girdi açıp, ben de girdim emriyle

Arandı her yeri, bir mum yakıp alelacele.

(Arandı, çabucak bulduğu mumu yaktı)

Yazının devamı...

Hz. Ömer’in hoşgörüsü ve adaleti (1)

Merhum Mehmet Akif’in Safahat’ında şiirleştirdiği bu güzel hikâye, Fatih Alperen tarafından özetlenerek yayınlandı. Ben de bu özet hikâyeyi gerekli açıklamalarla birlikte okurlarımla paylaşmayı uygun buldum:

Hz. Ömer’in halifeliği döneminde (634-644) bir gece, Peygamber’in amcası Hz. Abbas, Halife Ömer’i ziyaret amacıyla evinden çıkar. Akşam olmuş, gece epeyce ilerlemiştir. Hz. Abbas, Medine’nin ıssız sokaklarında Hz. Ömer’in evine doğru ilerlerken, karanlığın içinde bembeyaz bir hırkaya bürünmüş, heybetli heybetli yürüyen bir adamla karşılaşır, selamlaşırlar. Peygamber amcası, bakar ki karşısındaki Hz. Ömer’dir. Ona, “Ya Ömer, böyle geç vakit bu ne iş?” diye sorar. Hz. Ömer, Medine’nin mahallelerini dolaşmaya çıktığını söyler ve “Gel beraber dolaşalım” diye onu da yanına alır.

Medine sokaklarını birlikte dolaşmaya başlarlar. Etrafta büyük bir sessizlik vardır ve Medine huzur içinde uyumaktadır. Ömer her evin önünde durur, içerdekilerin haberi olmadan dinler. Böylece en harap bir yapıyı, en küçük bir evi bile ihmal etmeden Medine sokaklarını adım adım dolaşırlar. Nihayet evler biter, şehrin dışına çıkarlar. Orada bir çadırla karşılaşırlar.

Çadırda, ihtiyar bir kadın ve “açız açız” diye feryat eden minnacık çocuklardan başka kimse yoktur. Akif bu manzarayı şöyle anlatır:

Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın,

“Açız açız” diye feryad eden çocuklarının,

Karıştırıp duruyorken pişen nevalesini (yani azığını)

Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini

Durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek

Fakat ne hal ise bir türlü pişmiyordu yemek

Çocukların yeniden başlamıştı naleleri (ağlamaları).

Bu hazin tablo karşısında Abbas ve Ömer, selam verip çadıra girerler. İhtiyar kadın, güleç bir yüzle selamlarını alır. Ömer, ihtiyar kadına sorar: “Bu yavrular niçin, ağlıyor teyze?”

Kadın, “Bugün ikinci gün, aç kaldılar?” diye cevap verir. “O halde niçin önlerine biraz yemek koyup, karınlarını doyurmuyorsun?” diye soran Ömer’e kadın, ekmeklerinin ve yemeklerinin olmadığını, çömleğin içinde çakıl taşları bulunduğunu, onları kaynatarak çocukları avutmaya çalıştığını anlatır. Bunun üzerine Ömer, kadına; kocası, oğlu, kardeşi bir kimselerinin de mi olmadığını sorar. Kadın bütün erkek akrabalarının öldüğünü, kimi kimsesi bulunmadığını, yanında “açız” diye feryat eden bu çocukların, torunları olduğunu söyler. Bunun üzerine Ömer kadına, halini niçin emire (halifeye) anlatmadığını sorar. Fakat kadından hiç beklemediği ağır bir cevap alır...

Yazının devamı...

Amaç, doğru dini öğretmek olmalı

SORU: Geçenlerde cuma namazına gittim. Çok sinirlendim. Ne olur beni aydınlatın. Cumaya gidip günaha mı giriyorum acaba? Evde öğle namazı kılsam daha doğru olmaz mı? Sizin tefsirinizi, İslâm ilmihalinizi ve Kur’ân mealinizi okuyorm. Her gün araştırıp kendimi ilerletmeye çalışıyorum. Kulluk borcumu da elimden geldiğince yapmaya gayret ediyorum. 3 kardeşimle evde cemaat olup cumayı kıldırıyorum. En geç 15 dakika sürüyor. Sonra herkes işine gidiyor. Şimdi geliyorum Diyanet’in gönderdiği hocanın söylediklerine. Allah aşkına anlatayım da çıldırmakta haklı mıyım değil miyim siz karar verin? İşte hocanın incilerinden biri: Mirac Gecesi Allah, Peygamberine bir okun yayı kadar yaklaşıp Ettehiyyatu’yu okuyup ona iltifatlarda bulunuyor ve ‘Habibim’ diye hitap ediyor. Hocanın anlatmaya çalıştığı bu olay Necm Suresi’nde geçer ve Peygamber’le Cebrail arasındaki vahiy tebliğini anlatır.
Allah hiç kimseyle doğrudan konuşmamıştır. Biz kullar bunu algılayacak yetenekte yaratılmamışız. Allah hiç kimseye Peygamber de olsa ‘Sevgilim’ diye hitap etmez. Sayın hocam, işin garip tarafı ilahiyatçı profesörler de misafir olarak camiye geliyor. Onlar da dinliyor ama hiç seslerini çıkarmıyorlar. Ben yüksek sesle itiraz edince herkes bana bakıyor. Gençler bu tür hadiselerden ve sık sık para toplanmasından ötürü camiye gelmek istemiyor. Ben Allah’tan bidatların olmadığı, cami içindeki merasimlerin ortadan kalktığı, Kur’ân’ın ve sevgili Peygamberimizin bize öğrettiklerinin uygulandığı bir İslâmiyet diliyorum. (Raci Tarım)

CEVAP: Haklısınız. Ne yapalım, bazıları böyle. Hurafe bunların iliklerine işlemiş. Hem Peygamber’e hem Kur’ân’a iftira üzerine iftira atıyorlar. Kaç kez yazdım ama olmuyor. Bunlar hurafeyi bırakmazlar. Çünkü böyle masallar halkın hoşuna gider. Başımdan geçen bir olay anlatayım. Yıl 1968. O yıllarda çok aktiftim. Türkiye’yi dolaşır, konferanslar verirdim. Manisa’nın Salihli kazasındayım. Bir müftü arkadaşımız var yanımda. Ben konferans verirken o da camide vaaz verirdi. İşte bu arkadaşımız galiba ikindi namazından önce vaaza başladı. Bir ara şu hikâyeyi anlattı: Güya Hz. Ayşe elbisesini yamarken iğneyi düşürür. Bir türlü bulamaz. O sırada Hz. Peygamber içeri girer. Onun girmesiyle oda öyle bir aydınlanır ki Ayşe iğnesini bulur. Benim sinirim tepeme çıktı ama cemaatin bazıları ağlamaya başladı. Namazın ardından müftü efendiye bu yalanı nereden bulduğunu sordum. Peygamber’in ışığı manevidir, baş gözüyle görülmez. Haydi görüldü diyelim, o ışığı gören kendinden geçer. İğne mi hatırına gelir ki arayıp bulsun? Ne dese beğenirsiniz: “Canım ne olursa olsun, işte cemaat o hikâye üzerine ağladı ya.” Demek ki asıl amaç doğru dini öğretmek değil, masallarla halkı duygulandırıp beğeni toplamak.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.