Şampiy10
Magazin
Gündem

Yaman Dede’nin Muhammed aşkı



Niceleri başka dindeyken Peygamberimize hayran kalıp Müslüman oluyor. İşte bunlardan biri de 1962’de vefat etmiş olan Rum kökenli Avukat Diyamendi Efendi’dir. Uzun süre Hz. Peygamber ve Mevlana aşkıyla yanıp tutuşan bu hukuk adamı ve Türk edebiyatının büyük üstatlarından olan zat, 15 Şubat 1942’de yüreğindekini açığa vurup resmen Müslüman olarak Mehmed Kadir Keçeoğlu adını almıştır. İslâm hukukunda, Türk edebiyatında ve mesnevi kültüründe gerçekten üstat payesinde olan Diyamendi Efendi, Yaman Dede olarak tanınmıştır. Patrikhanenin talimatıyla eşinden ve kızından ayrılmak zorunda kalan Yaman Dede, kalan 22 yıllık ömrünü Üsküdar Acıbadem’de noktalamıştır. Yaman Dede’nin Allah Resulü için yazdığı şiirlerden birini ibretle okuyalım:

DAHİLEK YA RESULALLAH

(Yandım ya Resulallah)

Gönül hûn oldu şevkinden boyandım ya Resulallah,

Nasıl bilmem bu nîrâna dayandım ya Resulallah,

Ezel bezminde bir dinmez figandım ya Resulallah,

Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Resulallah.

(Aşkınla kan olan gönlümün boyasına boyandım ey Allah Elçisi, Bilmem bu ateşe nasıl dayandım ey Allah Elçisi, Ruhlar âleminde hep ağlayıp dururdum senin aşkınla Ey Allah Elçisi, Güzel yüzünü göstererek sevindir çünkü aşkınla yandım Ey Allah Elçisi.)



Yanan kalbe devasın sen, bulunmaz bir şifasın sen,

Muazzam bir sehasın sen, dilersen rû-nümasın sen,

Habib-i Kibriya’sın sen, Muhammed Mustafa’sın sen,

Cemalinle ferahnak el ki yandım ya Resulallah.

(Yanan kalbimin ilacısın, dertlere şifasın sen, Dilersen yüzünü de gösterecek kadar ulu bir cömertsin sen, Büyük Allah’ın sevgilisisin, Muhammed Mustafa’sın sen, Güzel yüzünü göstererek sevindir çünkü aşkınla yandım Ey Allah Elçisi.)



Gül açmaz, çağlayan akmaz, ilahi nurun olmazsa,

Söner âlem, nefes kalmaz felek manzûrun olmazsa,

Firâk ağlar, visâl ağlar ezel mesrûrun olmazsa,

Cemalinle ferahnak et ki yandım ya Resulallah.

(Senin ilahi ışığın olmazsa güller açmaz, çağlayanlar akmaz, Eğer sen evrenin katmanlarına bakmazsan cihan soluk alamaz söner, Senin ezeli sevincin olmazsa ayrılık da ağlar kavuşma da ağlar (âlem üzüntüye boğulur), Güzel yüzünü göstererek sevindir çünkü aşkınla yandım Ey Allah Elçisi.) n YARIN: Şiirin son bölümü.

Yazının devamı...

Bu gece Mevlit Kandili

Mevlit, doğum demektir. Bu gece, cihanın övüncü Muhammed Mustafa doğdu. O’nun doğumu yalnız İslâm âlemine değil, tüm insanlığa kutlu olsun! O, insanlığı yaratıklara tapmaktan kurtarıp zerreden küreye her varlığı yaratan Allah’a tapmaya çağırdı. Köleleri efendileriyle eşit yapmaya, insanları; hayvanları sevmeye, doğayı korumaya, dünyayı ağaçlandırmaya, zayıfları ve korumasızları himayeye davet etti. Getirdiği Kur’ân ile insanların gönül dertlerine şifa sundu. İnsanın değerini, ana babasından ya da soyundan ırkından değil ahlakından, gönül temizliğinden aldığını söyledi. Yalnız inananlara değil, inanmayanlara da rahmet oldu. Gerçek dindarlığın gönülde olduğunu vurguladı.

İçki içip sarhoş olan Nuayman isimli sahabisine tazir cezası uygularken bir kişi Nuayman’a lanet okuyunca, “Kardeşine karşı şeytana yardımcı olma. O Allah’ı ve Elçisi’ni seviyor, Allah ve Elçisi de onu seviyor” dedi. Kendisini öldürmek üzere attıkları oklarla başını yaran, dişini kıran düşmanlarına dahi “Allah’ım kavmimi doğru yola ilet çünkü bunlar bilmedikleri için böyle yapıyorlar” diyecek kadar yüreği sevgi dolu olan Peygamberimizin gönderiliş amacını Yüce Yaratıcı belirlemişti: “Biz seni âlemlere rahmet için gönderdik” (Enbiya: 107).

Sarmışken cihanı zulüm kargaşa

Ne saygı büyüğe, ne sevgi yaşa

Tapan insanları toprağa, taşa

Yönelttin Tek Bir’e ya Resulallah.

Bir oldu hükmünde kullar krallar

Yıkıldı köhne köhne kurallar

Açıldı ufuklar daracık yollar

Bunalan beşere ya Resulallah.

Âleme durmadan öğütler verdin

Güçlüklere mertçe göğsünü gerdin

Rahmet olup sonsuzca umut getirdin

Her gence her pîre ya Resulallah.

Ona saldıran kendini bilmezler de var. Kendi çağında da vardı, şimdi de var. Ama saldıranlar, aya güneşe zarar veremezler, sadece kendilerini yorarlar. Dünyada milyonlar ondan feyiz ve huzur alıyor. Her an, her saniye onun ismi cihanda “Muhammedun Resulullah (Muhammed Allah’ın Elçisidir)” diye yankılanıyor. Akif’in dediği gibi: “Medyun ona cemiyyeti, medyun ona ferdi.”

Yazının devamı...

Kur’ân çiftçilikten övgüyle söz eder

SORU: Bir internet sitesinde okuduğum hadislerden biri şöyle: “Saban bulunan eve zillet girer.” Bizim köyde her evde saban var. Bunlar olmadan nasıl ziraat yapılır. Bir başka hadiste “Çocukları yatsıdan sonra sokağa bırakın” deniliyor. Sitede böyle çok hadis var. Yorumunuz nedir? (Şaban Kumsel/İzmit)

CEVAP: Hadis diye ortaya atılan sözlerin birçoğu yakıştırmadır. Kur’ân’a aykırı sözler Peygamber’in ağzından çıkmaz. Kur’ân, çiftçilikten övgüyle söz eder. Bakara Suresi’nde bulunan şu ayet, insanı ürün verimini artırmaya imrendirmekte ve yönlendirmektedir: “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz dane olmak üzere yedi başak veren bir danenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah(ın lütfu) geniştir, (O) bilendir” (Bakara: 261). “Güzel olan ülkenin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir toplum için ayetleri böyle döndürüp (tekrar tekrar) açıklarız” (Araf Suresi: 58). Muhammed Suresi’nin 29. ayetinde de Hz. Muhammed’in çevresinde toplanıp, önce zayıfken git gide artıp çoğalarak güçlenen Müslümanların durumu, yerden filizlenip sonra kökü üzerinde dikilen, verdiği ürünle çiftçileri sevindiren ekine benzetilmektedir.

Kur’ân’ın hemen her suresinde ekinler, ormanlar, kuşlar, ırmaklar bütün doğa kıpır kıpırdır. Kur’ân, hayat kitabıdır ve hayatın geliştirilmesini, verimin artırılmasını öngörmektedir. Tarımda verimin artırılması için zamanın şartları neyi gerektiriyorsa onu yapmak gerekir. Çünkü Yüce Allah her bakımdan İslâm düşmanlarından güçlü olmamızı emretmektedir. Avrupalı geliştirdiği araçlarla bire 70 ve üstünde verim alırken biz bugün kara sabanla tarım yaparsak kendimizi çağların gerisine atmış olur, Avrupa’ya muhtaç duruma düşeriz. Bundan birkaç asır öncesi için kara saban, pulluk ileri teknoloji sayılırdı.

Elbette Müslümanların o zamanın şartlarına göre kara sabanı ve pulluğu kullanmaları gerekirdi. Hz. Peygamber bunu niçin kötülesin, zillet gereği saysın? Zillet eziklik, perişanlık demektir. Kütüb-i Sitte denilen hadis mecmualarında bulunan sözler içinde pek çok zayıf, uydurma olanlar vardır. Koskoca İmamı Azam ancak 17 hadise güvenebilmiştir. Haydi biz, daha iyimser olarak 50 hadisi güvenilir ve kanıt bulduğunu kabul edelim. Gerisi kuşkuludur.

Yazının devamı...

Eksik bilgi insanı yanlışa götürür

Okurlarım Banu Aker ve Gülbanu Aker, “Mümtehine Suresi’nde gayrimüslimlerle evlenme yasaklandığı halde bazı televizyonlarda ‘böyle şeyleri insanların kendi tercihlerine bırakalım’ diyenlerin bulunduğunu belirterek Allah’ın ‘var’ dediklerinin ‘yok’ sayılması, Kur’an’da yazılı olanların inkâr edilmesi insanı dinden çıkarmıyor mu?” diye soruyor. İşte cevabım: Eksik ve kulaktan dolma bilgi insanı nasıl yanlışa götürüyor. Mümtehine Suresi’nde gayrimüslimle evlenmek yasaklanmıyor, müşrikle yani ateist, dinsiz veya Allah’a ortak koşanla evlenmek yasaklanıyor. Gayrimüslim ikiye ayrılır:

Biri tamamen dinsiz veya Allah’a ortak koşan, putlara tapan gruptur. Diğeri de Hz. Muhammed’in dinine girmemiş ama daha önceki kitapların yolunda giden kitap sahipleridir. Bunlar Allah’a, peygamberlerine inanırlar. Kur’ân, kitap ehli dediği bu insanları müşrikler kategorisine sokmaz. Onların yiyeceklerinin Müslümanlara, Müslümanların yiyeceklerinin de onlara helal olduğunu belirtir. Kitap ehli olan kadınlarla evlenmeye de yol verir. Ancak kitap ehli erkekle evlenilip evlenilmeyeceği konusunda bir şey söylemez. Bu konuyu açık bırakır. Bu husus yoruma bağlıdır.

Ama siz Kur’ân’ın kitap ehli dediği kimseleri toptan müşrikler kategorisine sokarsanız yanlış yaparsınız. Mümtehine Suresi’nde kastedilenler İslâm’ın düşmanı olan, Müslümanlarla amansız çarpışmalar yürütmüş Mekke müşrikleridir. Bu şartları iyi bilmeden Kur’ân’dan hüküm çıkarılamaz. Kur’ân’ı kabul etmeyen, hatta onunla alay eden, vahiyle saptanmış olan din kurallarını tanımayan kimsenin dinle ilişkisi kalmaz. Ancak bunları kabul etmekle beraber uygulamada hatalı olanlar, inkâr etmedikçe yine din sınırı içindedirler.

Biz kimseyi Allah’ın rahmetinden kovamayız. Kur’ân cinlerin varlığını belirtmiş ve bu konuda bir sure de inmiştir. Ahkaf Suresi’nde de bir grup cinnin gelip Kur’ân dinledikleri anlatılmaktadır. Kur’ân cinlerin varlığını açık açık belirtirken onları tümden inkâr etmek, Kur’ân’ın bildirisini reddetmek demektir ki bu davranış insanı dinden çıkarır. Ama cinlerin mahiyeti hakkında farklı yorum getirmek açık bir konudur. Nitekim İslâm düşünürleri bu konuda çeşitli yorumlar yapmışlar ve suçlanmamışlardır.

Yazının devamı...

Kıldığınız namazlar manevi dünyanızda çiçekler yetiştirir

SORU: Öğle ve ikindi namazlarını iş yerinde, akşamla yatsıyı da evde cem ediyorum. Ancak iç huzurumu bir türlü yakalayamıyorum. Namazlarımı huzurlu kılmak için ne yapmalıyım? (Ülkü İncetürkmen)

CEVAP: Huzur bulmasanız da günlük namazlarınızı yine de kılınız. Çünkü huzur her zaman olmaz. O huzursuz dahi olsa kıldığınız namazların, vardığınız secdelerin manevi dünyanızda nasıl çiçekler yetiştirdiğini bilemezsiniz. Bazen yemeklerinizi de tat almadan, huzursuz yersiniz ama yine de o yemeklerin bedene yararı vardır. Hasta kişi zor yemek yer ancak yemezse sağlığı daha da bozulur. Namaz da ruhun gıdasıdır. Siz namazınızı kılın. Bırakırsanız büyük huzursuzluklara düşersiniz. Huzurlu kılmaya çalışın ama olmuyorsa varsın olmasın. Önemli olan Hakk’ın buyruğunu yerine getirmektir, ücret almak değil. Allah gönlünüze huzur versin.


‘Geçmişe göçüp kalma’

SORU: Kılmadığım namazları şimdi kıldığım her vakitte kılsam geriye dönük telafisi olur mu? (Muammer Baturay)

CEVAP: Kasten kılınmamış namazın yerine yapacağın tek şey vardır, tövbe edip Allah’tan af dilemek ve bundan sonra namazını muntazam kılmaktır. İbrahim Hakkı Hazretleri’nin dediği gibi: “Geçmişe göçüp kalma.” Kur’ân, “Allah geçmişi affetmiştir” buyurmaktadır. Namaz kılmak ruhu arındırma eylemidir. On yıl yıkanmasanız, sonra yıkanmaya başlasanız geçen on yıl içinde yıkanmamış bedeninizi o geçen yıllar yerine yıkar mısınız, yoksa bundan böyle yıkamaya dikkat mi edersiniz? İnsanın üstünde kalan günah kirleri gönülden tövbe edince silinir.


Önemli olan niyettir

Okurum Buket Akgüner, “hacca gidenlerin günahlarının hepsi affedilir mi?” diye soruyor. Cevabım şudur: Bu husus, giden hacının niyet ve ihlasına bağlıdır. Kimi var ki öyle bir Hakk’a sığınır, af diler ki Allah onun her günahını siler. Kimi var ki içi çıfıt kutusudur. Her şeyde çıkar gözetir. O da bin kez hac yapsa da içini düzeltmedikçe manası temizlenmez. Günahın affedilip edilmediği, insanın içindeki huzurla anlaşılır. İçi düzelmemiş insanı günahlar kuşatmış demektir.


Yazının devamı...

İftira en büyük günahlardandır

SORU: Dinimizde iftiranın çok büyük günah olduğunu biliyorum. Kıyaslama yapmak gerekirse hangi günahla ölçülebilir? İftiraya uğrayan kişi, suçsuz olduğunu kanıtlamak için uğraş vermeli mi yoksa Allah’a mı havale etmeli? Hoca bir cuma vaazında, bilerek iki veya daha fazla üst üste cumaya gelmeyenlerin dinden çıkacağını ayrıca cumaya gelenlerin o hafta içinde işlediği günahların affedileceğini söyledi. Bunlar doğru mu? (Bora Yılmaz)

CEVAP: İftira en büyük günahlardan biridir. Kur’ân’da zina eylemiyle birlikte anıldığına göre zina gibi hatta daha da kötü bir günahtır. Çünkü zina iki kişi arasında geçen bir olayken iftira, başka insanları da birbirine düşürür. Bir kişi hakkında belki de ömür boyu bir kuşkunun uyanmasına yol açar. İmkânı varsa iftiraya uğrayan, gerçeği açıklamalı ki aleyhindeki kuşkular silinsin. Ayrıca iftiraya uğrayan kişi hakkında kötü zan besleyen, bu yüzden manen günah sahibi olanların bu zanlarından ve manevi sorumluluklarından kurtulmalarına vesile olsun. Ama dilerse iftira edeni Allah’a havale eder. Müfteri, er geç cezasını bulur.

Sözünü ispat edebilen kimse iftira etmemiş, doğru söylemiştir. Ama doğru söylese de birini topluma kötü tanıtmak veya biri hakkında kötü zan beslenmesine neden olmak günahtır. Bu dedikodudur. Müslüman insan dedikodu yapmaz, kimsenin kusurunu araştırmaz ve bu kusuru çevreye yaymaz. İftiradan uzak durur. İftira eden kişi eğer söylediğini ispatlayamazsa Kur’ân’a göre ona 80 değnek vurulur ve bir daha şahitliği kabul edilmez. Hocanın söylediği hadis rivayeti doğru değildir. Hadiste “dinden çıkar” ifadesi yoktur, yalnız üç cumayı özürsüz terk eden kişiye Peygamber’in beddua ettiği belirtilir. Bu söylemden maksat, Müslümanları cumaya teşviktir.

Dinin gereklerine uymayanın inancı zayıftır. Güçlü olsa, Allah’ın emrini tutmadığından dolayı Kur’ân’ın bildirdiği üzere cehenneme gideceğini bilse, dinin gereklerine uyar, zina etmez, yalan söylemez. Bu günahları işleyen kimsenin inancı, kendisini yasaklardan caydıracak ölçüde güçlü değildir. Kur’ân böyle bir inancı inanç saymaz. Mümin insan günde bir kez de olsa namaz kılmalı, cumaya gitmelidir. Eğer cumaya gelen kişi, camide tüm yaptıklarına içtenlikle tövbe ederse Allah onun geçmiş günahlarını bağışlar. Ancak yüzlerce kişinin hakkına tecavüz etmiş olan kimsenin öyle sadece “Tövbe ya Rab” demekle hemen tüm günahlarından temizleneceği kanaatinde değilim. Bunun için önce helallik alması gerekir.

Yazının devamı...

Kur’ân, Tevrat’ın recm hükmünü kaldırmıştır

SORU: Şeriata göre hüküm veren ülkelerde ceza olarak taşlama var. Kur’ân’ın Nur Suresi’nde “zina eden kadına ve erkeğe (her birine) 100 değnek vurun” diye hüküm veriliyor. Ama “öldürün” veya “taşlayın” diye bir ifade yok. İslâm dininde taşlama var mı? Bakara Suresi’nde Allah, “öldürmede kısas size farz kılındı (katilin öldürülmesi gerekir)” diye emrediyor. Bundan başka öldürme cezası var mı? Kim ne yaptığı zaman öldürülür? Hz. Peygamber hadislerde bu konulara ne diyor?

CEVAP: Kur’ân’dan önceki dönemde

zina suçuna taşlama cezası uygulanırdı. Çünkü bu husus Tevrat’ın açık hükmüdür. Hz. Peygamber, kendisine özel hüküm gelmeyen konularda kitap ehlinin uygulamalarına ve Arap geleneğine uyardı. Taşlamanın vuku bulduğu hakkındaki rivayetler, zina konusunda Kur’ân’ın hükmü gelmeden önceki döneme ait olmalıdır. Ama Kur’ân, vahiy sürecinin epey ileri bir aşamasında inen Nisa Suresi’nin 15. ayetinde kadınlararası, 16. ayetinde de erkeklerarası fuhuşun cezası belirlenmiştir. Birincisi için kadın evleninceye kadar göz hapsi, ikincisi için bu işi yapanlara eziyet cezası getirilmiştir. Asıl kadın-erkek arası gayrimeşru ilişki olan zina cezası ise bundan epey sonra inen ve iniş tarihi bakımından 102. sırayı alan Nur Suresi’nde belirlenmiştir. O ayete göre zina eden erkek ve kadın, şayet bu eylemi 4 tanık tarafından saptanırsa 100 sopayla cezalandırılır. İşte Kur’ân’ın hükmü budur. Kur’ân bu hükmüyle Tevrat’ın recm yani taşlama hükmünü kaldırmıştır.


Avusturya’daki bir okurdan mektup var

“SayIn hocam, ben 61 yaşında bir babaanneyim. 45 sene memleketimden ayrı yaşadım. Benim tahsil ettiğim yıllarda okulda din bilgisi dersleri vardı. İmam hatipler ve bugünkü gibi turban modası yoktu. Şimdiki neslin beğenmediği baş örtüsü vardı. Aklımın erdiği ve ülkemden ayrıldığım yaşa kadar dedem ılımlı bir yöntemle bana dini vecibeleri öğretti. Arapça olmasa da Kur’an’ın mealini ve Yasin’i okuyor, elimden geldiği kadar namazımı kılıyorum. Sizin vermiş olduğunuz akla uygun bilgileri büyük bir dikkatle izliyor ve eksiklerimi tamamlamaya çalışıyorum. Kaleminize sağlık diyor, saygılarımı gönderiyorum. Hülya Oraloğlu/Avusturya”

Yazının devamı...

Namazda sureleri sırasına göre mi okumalıyız?

SORU: Namazda Fatiha’dan sonra okuduğumuz zammı sureler (veya ayetler) bir sıra dahilinde okuyoruz. Bu tertip sırasına uymakla aslında surelerin iniş sırasına uymamış olmuyor muyuz? (F. Rıdvan Göksel)

CEVAP: Namazda zammı sure okumak diye bir şey olmaz. Zamm; eklemek, ilave etmek anlamına gelir. Zammı sure, sure eklemek demektir. Öyle ise zammı sure okunmaz, yapılır veya Türkçe olarak Fatiha’nın ardından sure okunur. Mushaf’taki sıralama, Hz. Osman zamanında yapılan derlemede bazı kriterlere göre uygun görülen sıralamadır. 1400 yıldan beri Mushaf bu sıralama ile kabul edilmiştir. Halk iniş sırasına göre olan sıralamayı bilmez. Siz eğer iniş sırasını biliyorsanız, o sıraya göre okumanız elbette daha güzel olur. Mesela Fatiha’dan sonra Alak Suresi’nden yahut ondan sonra Kalem Suresi’nden okumanız güzeldir. Kur’ân’ın Mushaf’taki tertiple okunması gerektiğine dair Hz. Peygamber’in bir emri yoktur. Çünkü onun zamanında tertip büyük ölçüde iniş sırasına göreydi ama o nüsha elimizde bulunmuyor. İslâm bilginleri Mushaf’taki sıralamayı esas alarak namazda Fatiha’dan sonra okunacak sureleri, sırasına göre okumayı güzel görmüşler, birinci rekâtta mesela İhlas’ı, ikinci rekâtta Elemtere’yi okumayı, sıraya aykırı olduğundan mekruh görmüşlerdir. Ama bu Peygamber’in değil, din uzmanlarının görüşüdür. Sıra takip edilmese de olur. Önemli olan ayetleri gönülden okumaktır.


Yoksula yardım edin

SORU: 10 yıl önce annemin köyüne gitmiştim. O zaman üniversite sınavına girmiş, kazanırsam köye çeşme yaptıracağım demiştim. Sınavı kazandım. Bugün bir meslğim vara ama o çeşmeyi yaptıracak kadar param yok. Ne yapmalıyım? (Murat Yılmaz)

CEVAP: Kişinin imkânı dışındaki şeyleri adaması geçerli değildir. Sen ancak yapabileceğin şeyleri adayabilirsin. Çeşme yaptırmak pahalı bir şeydir. Bunu yapamayacağına göre o adak geçerli değildir. En iyisi köye git, orada bulunan birkaç fakire elinden geldiğince yardım et. Yahut o köy halkının yararlanacağı çeşme, yol, cami gibi kamuya ait işlere yardımda bulun. İlle köye gitmen de şart değil. Köylüye yönelik herhangi bir hayır kurumuna da yardım edebilirsin.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.