Şampiy10
Magazin
Gündem

Ailede itaat sevginin ve güvenin gereğidir

Ailesinin yıkılmak üzere olduğunu belirten bir okuruma aile birliğinin sağlanması hakkında Kur’ân ve hadisin hükümlerini anlatmaya çalışmıştım. Bu yazımda aile birliğinin korunmasında kadının önemini belirtirken dinin çizdiği sınırlar içinde namazını kılan, orucunu tutan ve kocasına itaat edip gıyabında onun namusunu koruyan kadına cennetin kapılarının açık olduğunu vurgulayan Peygamber hadisini anmıştım. Saliha (iyi huylu) kadını bu şekilde niteleyen Peygamberimiz, daha sonra kocalarının gıyabında namuslarını koruyan saliha kadınları öven ayeti okumuştur (Nisa: 34). Yine bir soru üzerine Hz. Peygamber, “Dünyanın kısa bir geçimden ibaret olduğunu, dünyada saliha kadından daha değerli bir şey bulunmadığını” belirtmiştir (İbn Mace, Nikâh: 5).

Önceki hadisi kaydeden İbn Mace, bir ravisi zayıf görülmekle beraber Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’ın benzeri hadisinin, bu hadisin sağlamlığını kanıtladığını, aynı hadisi Nesai’nin de Ebu Hüreyre’den aktardığını söyler (1/596-97). Süyuti de hadisi sağlam görmektedir (Cami-i Sağir: 3/482). Yahudi âlimiyken kendi isteğiyle İslâm’ı seçmiş olan Abdullah ibn Selam yuvasına, kocasına bağlı saliha kadının, erkeği için altın işlemeli taç durumunda olduğunu, huysuz kadının da kocası için ihtiyar adamın sırtına yüklenen ağır bir yük gibi olduğunu söylemiştir (Anılan eser). Ailede kadının erkeğe itaatini belirten hadislerin erkekler tarafından uydurulmuş olduğunu ileri sürerek beni eleştirenler oldu. Onlara göre kocaya itaat etmek kadını köleleştirmek anlamına gelirmiş.

Bu tür sözler Kur’ân’a aykırıymış. Hadiste kastedilen itaat, körü körüne itaat değil, dinin çerçevesi içinde sevgi ve saygıya dayalı itaattir. Kadına kocasının meşru sözlerine uymasını tavsiye eden Peygamberimiz, erkeğe de ailesine baskı yapmamasını, kaba davranmamasını, kadınlara kaba davrananların şerli, kötü insanlar olduklarını belirtmiştir. Dine aykırı konularda ne kocaya, ne de herhangi bir yaratığa itaat edilmez. Tüm sağlam hadis kaynaklarına göre “itaat ancak günah olmayan şeylerde olur, günah şeylerde mahluka itaat edilmez” (Buhari, Ahad: 1; Müslim, İmaret: 38). Benzeri bir hadis de şöyledir: “Allah’ın rızasına aykırı hususlarda yaratıklara itaat edilmez” (Kenz: 5/h. 14401). Siyasal yönetimde de öyle değil midir? Yasalara aykırı hususlarda amire itaat edilmez. Mesela amir, astlarına rüşvet almayı, devlet malını çalmayı emretse bu emre itaat edilir mi? Kur’ân’a aykırı görülen bu hadis, acaba hangi ayete aykırıdır? DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Geriye dönüp bakmanın bir yararı yok

SORU: İstemeden hamile kalan ve bir aylıkken çocuğunu aldırdıktan sonra çok pişman olan okurum Candan Erdinç diyor ki: “Bu işlediğim günahtan sonra her gün içim sızlayarak defalarca tövbe ediyorum. 30 yaşındayım. Şimdiye kadar hiç namaz kılmamıştım. Namaza başladım. Eşim, kayınvalidem evlendi diye yedi yıldır annesiyle konuşmuyordu. Benim çektiğim acılar karşısında eşimin kalbi yumuşadı ve kayınvalidemle artık görüşüyoruz. ‘Biz, dünyaya gelmeyen çocuk için bu kadar acı çekiyorsak kayınvalidem 35 yaşındaki evladı için ne acılar çekiyordur’ diye düşündüm. İnsanları kırmamaya daha çok özen gösteriyorum. Hayır işleri yapmaya çalışıyorum. Çocuklarıma anlayacağı şekilde Allah’la ilgili bilgiler öğretiyorum. İnsanlar hakkında olumsuz yorumlar yapmaktan kaçınıyorum. Her an, her zaman Allah’ı anıyorum. Günah işlemekten korkuyorum. Günahı sevabı daha iyi öğrendim. Depresyon ilaçlarını bıraktım. Beni affetmesi için Allah’a sığındım ama kendimi affedemiyorum. ‘Neden yaptık, nasıl yaptık’ diye kendimi sorguluyorum. Bu manevi güzellikleri yaşadığım için mutluyum ama işlediğim günah için acı çekiyorum, içim yanıyor. Bu konuda yorumunuza ihtiyacım var.”

CEVAP: Yorumunuzu kendiniz gayet güzel yapmışsınız. Elbet durup dururken çocuğunuzu aldırmak hatadır ama zorunlu bir sebep varsa henüz ruh üflenmeden, yani doksan gün içinde aldırılabileceği görüşü hakimdir. Olan olmuştur, geri dönülmez. Allah’tan af dileyin, artık bir daha bununla meşgul olmayın. Çünkü geçmişteki bir kötülükle meşgul olmak, şimdiki halinizi de bozar. “Günahtan tövbe eden, günah işlememiş gibi olur” hadisine uyarak içinizi ferah tutun. Ayrıca bu olay sizin namaza başlamanıza vesile olmuş ve kayınvalidenizle güzel geçinmenin, barışmanın yolunu açmışsa bir bakıma da hayırlı olmuştur. İnsanın gücüne giden çok şey vardır ki gerçekte bunlar bizlerin yararınadır. Demek ki o çocuğun dünyaya gelme nasibi yokmuş. Kaderinde olsaydı kimse ona engel olamazdı. İbrahim Hakkı Hazretleri diyor ki:

Geçmişe göçüp kalma

Müstakbele hem dalma

Hal ile dahi olma

Mevla görelim neyler

Neylerse güzel eyler.

Yazının devamı...

Ali, ilk Müslümanlık şerefine ermiş bir velilik şahıdır

SORU: Geçtiğimiz Ramazan’da yayınladığınız dizide Hz. Ali’den sadece bir iki noktada bahsetmenizi yanlış mı anlıyorum? Yoksa olaya yanlı mı bakıyorum? (Emin Reyhani)

CEVAP: Hz. Ali, Peygamberimizin yanında büyümüş, ilk Müslümanlık şerefine ermiş bir velilik şahıdır. Ama ben bu dizide Hz. Muhammed’in hayatını anlattım. Orada Hz. Ali’nin yeri ne ise ona da temas ettim. Peygamberimizin birçok sahabisi vardı. Hiç kuşkunuz olmasın İslâm’ın korunup bugüne ulaşmasında Hz. Ali kadar Hz. Ebubekir’in de Hz. Ömer’in de öteki büyük sahabilerin de payları vardır. Ali, Peygamber’in damadı ise Ebubekir de Ömer de kayınpederleridir. Her ikisinin kızı Peygamberimizin nikâhı altındaydı. Peygamber’in vefatından sonra Kur’ân’ı derletip yazdıran ve günümüze kadar gelmesini sağlayan Ebubekir, Ömer ve Ali’dir. Bunların sadece birisine ağırlık vermek, Peygamberimizin prensiplerine aykırıdır. Benim görevim artık tarihte kalmış olan şahıslar üzerinde durmak değil, Kur’ân dinini insanlara öğretmektir. Ama bu, hâşâ Ali’yi sevmediğimiz anlamına gelmez. Ali sevgisi benim tüm hücrelerime işlemiştir ama Peygamber’in diğer sahabilerine düşmanlık veya kızgınlık yok. Onların hepsini seviyorum. Çünkü onlar ruhlar âleminde Hz. Muhammed ile beraberdir. Onları severseniz içinize Peygamber sevgisi, İslâm sevgisi dolar. Ama sadece birini sevip ötekileri dışlarsanız bu, kanaatime göre Hz. Peygamber’in ruhaniyetini incitir.


İslâm’da recm yoktur

BİR okurum, “İslâm hukukunda zinanın cezası nedir” diye soruyor. Cevabım şudur: Kur’ân’a göre zinanın cezası toplum huzurunda her biri için yüz sopa vurmaktır. Gerek İslâm’dan önceki cahiliye döneminde, gerek Tevrat’ta zina eden evli erkek ve kadın için recm cezası vardı ama Kur’ân bu ağır cezayı yüz sopaya çevirmiştir. Maalesef Kur’ân’ın açık beyanına karşın Tevrat’ın ve geleneksel Arap hukukunun ağır hükmü hadis rivayetleri şekline getirilerek İslâm hukukuna sokulmuş ve asırlarca da uygulanmıştır. Bu uygulama Kur’ân’a terstir. Çünkü Kur’an, evli olan cariyelerin zina suçuna, hürlerin yarısı kadar ceza verilmesini emreder (Nisa: 25). Yüz sopanın yarısı elli sopadır. Ama recmin yarısı yoktur. Demek ki İslâm’da recm diye bir ceza yoktur.

Yazının devamı...

Hayvanlara karşı merhametli olalım

SORU: Mahallemizde birçok kişi bahçesinde bekçilik yapması için köpek besliyor. Geçenlerde komşulardan biri, yaşlanan ve gözleri görmeyen köpeğini ilçe çöplüğüne atılmak üzere görevlilere teslim etti. Yıllarca sahibine hizmet eden ve kendi başına yaşaması mümkün olmayan bir hayvanı artık işe yaramadığı için bile bile ölüme terk etmek günah değil mi? (Maral Yılgör)

CEVAP: Elbette zavallı hayvanı çöplükte ölüme terk etmek yazıktır, günahtır. Onun evde bakımı zor olabilir. Bu nedenle belediyeler bu durumdaki hayvanlara bakım yerleri açmalarıdır. Bu konuda adaletiyle ünlü olan İran hükümdarı Enuşirvan hakkında bir hikâye anlatılır:

“Neden sokağa saldın?”

İsminin sonuna adil sıfatı eklenerek Enuşirvan-ı adil olarak tanıtılan bu hükümdar, doğrudan kendisine ulaşma imkânı bulamayanların rahatça istek ve şikâyetlerini iletmeleri için kapısının önüne koydurduğu kutuyu, ucunda zil bulunan bir zincirle masasına bağlar. İhtiyarlayıp azad edilen uyuz bir eşek, kaşıntısını gidermek için hükümdarın kapısındaki zincire sürünür. Hükümdar, durumunu gördüğü eşeğin sahibini aratıp buldurur ve hayvanı neden bu halde sokağa saldığını sorar. Adam da artık ihtiyarlayıp işine yaramadığı için onu azad ettiğini söyleyince hükümdar der ki:

“Ona yardım edeceksin”

“Bu eşek sana yıllarca hizmet etti. Şimdi ihtiyarlayıp hastalanınca sen onu başı boş, aç susuz sokağa mı salacaksın? Bu merhamete ve adalete reva mıdır? Evine götürüp bu hayvana ölünceye kadar bakacaksın. O nasıl güçlü çağında sana yardım ettiyse sen de zayıf çağında ona yardım edeceksin.” İşte kıssadan hisse. Yıllarca hizmetimizde kullandığımız hayvanları aciz duruma düştüklerinde sokağa salmak, çöplüğe atmak asla doğru olamaz. Bu, Cenabı Hakk’ın gayretine dokunur. Her canlının gerisinde Allah’ın bulunduğunu unutmamamız gerekir. Bu konuda belediyelerimize büyük görev düşüyor. Bu görev hayvanları çeşitli bahanelerle zehirleyip hunharca öldürmek değil hayvan bakımevleri kurup onların kalan hayatlarını rahatça sürdürmelerini sağlamak olmalıdır.

Yazının devamı...

Din kaynağı, İslâm Peygamberi ve onun getirdiği Kur’ân’dır

SORU: “Kabir yaptırmak dinen gerekli mi?” başlıklı yazınızdan alimlerimiz için mezar, kabir, türbe gibi anıtsal yapılar yapmanın doğru olmadığı anlaşılıyor. Peki neden Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettiği sırada büyük alim Akşemsettin’in uyarı ve yönlendirmesiyle Peygamberimizin Bayraktarı Ebu Eyyub el Ensari için bir anıt, türbe, sunak ve adak mahalli inşa etti? (Faik Arman)

CEVAP: Hükümdarların içinde bulundukları şartlar gereği yaptıklarını mesela Fatih’in çocuk kardeşini, Kanuni’nin de oğlunu öldürmesini herhalde delil gösterip masum insanları öldüremeyiz değil mi? Bizim için din kaynağı sultanlar değil, İslâm Peygamberi ve onun getirdiği Kur’ân’dır. Evet bugün türbeler birer puthane halini almıştır. Bunu açıkça söylüyorum. Ben bu kanaatteyim. Öyle olmasaydı Peygamberimiz kendi zamanındaki puthaneleri yıkmazdı. Çünkü aslında onlar da birer yatırdan başka bir şey değildi. Necm Suresi’ni okuyun.


Yaptığınız yemin yanlış

SORU: Yıllar önce şöyle bir yemin etmiştim: “Allahımın, kitabımın, Peygamberimin ve sevdiğim tüm insanların üzerine yemin ederim ki evlenmeyeceğim.” Şimdi çok pişmanım. Böyle bir yeminin bir tövbesi var mı?

CEVAP: Bir kere yaptığınız yemin yanlış, hatta günah bir yemindir. Çünkü evlenmek Kur’ân’ın emri, Peygamberimizin de sünnetidir. Kur’ân’ın emrine aykırı yeminler geçersizdir. Onları uygulamak günahtır. Sizin derhal yemininizden dönmeniz gerekir. Yemin için de kefaret verirsiniz. Yapılan yeminden dönmenin cezası ya on fakirin bir günlük yiyeceğini temin etmek yahut on fakire vasat elbise alıp giydirmek ya da bunları yapamazsanız üç gün ardı ardına oruç tutmaktır.


Gönlünüzü Allah’a verin

SORU: Hem kendin hem de eşimin adına ayra ayrı kurban kesebilir miyim? (İ. G.)

CEVAP: Bir aileye bir kurban yeter. Hem erkek hem kadın için kurban kesmenin ne gereği var? Niçin işi bu kadar ileriye götürmek istiyorsunuz ki? İster erkek adına kesilsin ister kadın adına, ne fark eder? Gönlünüzü Allah’a verin. Yüz kurban kessen de gönülden Allah’a bağlanmadıkça Allah’ın rızası kazanılmaz.



Yazının devamı...

Allah’ın rahmetini düşünmelisiniz

SORU: Müslüman olmayanlar da acaba cennete gider mi? (Tamer Ediz)

CEVAP: Siz “İslâm’da Güncel Tartışmalar” adlı eserimi okuyun. Orada ayrıntıyı öğrenirsiniz. Böyle boş işlerle uğraşıp durmazsınız. Bunlar kimseye bir yarar getirmez. Cenneti tekelinize almayın. O Allah’a aittir. Allah kullarını yakmak için yaratmadı. Bu işi bağnazlar üstlendi. İnsanları ne kadar çok cehenneme atarlarsa o kadar zevkleniyorlar. Allah, yalnız Müslümanların tanrısı değil, Japonların da, Çinlilerin de, Hintlilerin de, tüm dünya insanlarının da tanrısıdır ve her insana can damarından daha yakındır. Eğer O yardım etmese herhangi bir canlı yaşayabilir mi? Biraz Allah’ın rahmetini düşünmek gerekir. Şu olay bu sorunun yanıtını vermektedir: Hz. Peygamber bir yolculuğunda tandırını yakmakta olan bir kadının yanında geçiyordu. Çocuğunu tandırdan öteye çeken kadın Allah’ın Elçisi’ne, “Bir anne, kendi isteğiyle yavrusunu ateşe atar mı?” diye sordu. Allah’ın Elçisi “Hayır atmaz” deyince kadın, “Öyle ise Allah’ın kullarına acıması, annenin çocuğuna acımasından daha fazladır” deyip gitti. Bu sözden duygulanıp ağlayan Allah Elçisi, daha sonra başını kaldırıp Allah’ın, inatla Tanrı’yı inkâr edenden başkasını cehenneme atmayacağını belirtti. Başka bir sözlerinde de Allah Elçisi, “Lalilahe illallah: Allah’tan başka tanrı yoktur” diyenin cennete gideceğini vurguladı.


İrem ismi lanetli mi?

SORU: Bir kız çocuğumuz dünyaya gelecek. Adını İrem koymayı düşünüyorduk. Bir büyüğümüz İrem’in Fecr Suresi’nde geçen helak olmuş, lanetlenmiş cennet anlamına geldiğini ve koymamamız gerektiğini söyledi. Bu doğru mu? (Aysun Yılmaz)

CEVAP: İrem, cennet bahçesi demek değildir. Âd kavminin kurduğu, dillere destan bir kentin adıdır. Ancak bu kavmin aşırı davranışları yüzünden o cennet gibi İrem kenti helak edilmiştir. Lanetlenen kent değil orada yaşayan, Allah’ın verdiği imkânlara şükretmeyen, günahlara dalan Âd kavmidir. Sizin kızınıza İrem adı vermenizde hiçbir sakınca yok. Çünkü zaten Kur’ân İrem kentinin, güzellikte eşsiz bir kent olduğunu belirtmiş, “Onun benzeri cihanda yaratılmamıştı” demiştir. Size bilgi veren kişi yanlış yorum yapmış. İşin özünü anlamamış.


Yazının devamı...

Bid’at-i haseneler

SORU: 1- Peygamberimiz, “Her bid’at sapıklıktır” demiş, doğru mu? 2- Abdest alırken birisi yanıma gelip “ayağını sol elinle yıka” dedi. “Neden” diye sordum, “hoca öyle söylüyor” dedi. Bir hoca da bana “yüzüğü sağ eline değil sol eline tak” demişti. Neden? 3- Mestin üzerine mesh ettikten sonra mesti çıkarsak abdest bozulur mu? (Emrah Gedik)

CEVAP: 1- Her bid’atın sapıklık olduğuna dair bir hadis var. Ancak İslâm bilginlerinin çoğunluğu, dinin özüne değil, uygulanışına kolaylık sağlayan bid’atların gerçek bid’at olmayacağı kanısındalar. Bu tür şeylere bid’at-i hasene (güzel bid’at) denilir. Mesela minare bid’attır ama güzel bid’attır. Camilerde kubbe, ziynet bid’attır ama bunlar insanları çeken sanat eserleridir. Bunlar dinin kendisine katkı sayılmaz. Ama cemaatle namaz kılarken kametten önce İhlas okumak, namazın ardından müezzinin komutlarıyla tespih çekmek, aminden sonra Fatiha okumak, mevlit, hatim törenleri, ölünün ardından ıskat devirleri hep bid’attır, hem de dinin özüne katkıdır. Bunların kaldırılması gerekir.

2- Sağ elin kullanılması, genel bir prensibe dayanır. O da Peygamberimizin, “Teyamenu ma’steta’tum: Elinizden geldiğince sağdan yapınız” mealindeki hadisleridir. Onun için sağ el veya ayakla başlanır. Sağ elle yenilir. Ama bunlar din değil, adaptır. Özrü olan kimse istediği elini kullanabilir. Yüzüğün sağa sola takılmasının dini bir yönü yoktur.

3- Ayakları yıkayarak mest giymişseniz mesti çıkarmakla abdest bozulmaz. Ama mesti giydikten sonra abdest almışsanız mesti çıkarınca abdest bozulur. Bunlar dinin özü değil, ayrıntı şeylerdir. Şunu iyi bilmeniz gerekir ki Hz. Peygamber, bizim bildiğimiz biçimde bir mest giymedi. Onun giydiği ayakkabıydı. Bazen giydiği ayakkabılar üzerine mesh etmiştir.





Biraz mantıklı olun

Hz. Ayşe’nin Hz. Peygamber’le evlendiği zaman en az 15 veya 17 hatta daha ileri yaşta olduğu hakkındaki yazım üzerine bir okurum, Buhari’deki bir rivayeti kanıt göstererek Ayşe’nin 6 yaşında evlendirildiğini ileri sürüyor. Kendisine cevabım şudur: Biraz mantıklı düşünülse iyi olur. 6 yaşında bir kızla evlenilir mi? Kaynaklar Ayşe’nin doğumunu Fatma’dan 5 yaş küçük olarak verirler. Usdu’l-ğâbe’ye bakın. Kaynak dediğiniz şeylerde yazılan her şey doğru değildir. Ayşe, Peygamberimizden önce Cübeyr ile nişanlı veya sözlüydü. Peki Ebubekir gibi saygın bir kişi, 6 yaşındaki kızını niçin sözlesin?

Yazının devamı...

Hangi miktarda mal veya paraya zekât gerekir?

SORU: Zekât yükümlülüğü getiren mal varlığının nasıl hesaplanıp değerlendirileceğini açıklar mısınız? (Kemal Kaya)

CEVAP: Kişinin elinde nisap miktarı mal veya paranın bir yıl kalmış olmasıyla zekât gerekir. Ancak burada yılın başıyla sonuna itibar edilir. Diyelim ki yılın başında elinizde zorunlu ihtiyaçlarınızdan fazla olarak birikmiş 3000 YTL var. Bu miktar, nisap miktarını doldurmaktadır. Bu para sene ortasında 2000 YTL’ye düştü ama sene sonunda yine 3000 YTL’ye çıktı. Bu 3000 YTL’nin yüzde 2.5 oranında zekâtını vermeniz gerekir. Ama yıl başında 3000 YTL’niz varken yıl sonunda bu 2000 YTL’ye düşmüş ise zekât gerekmez. Yahut yıl başında 2000 YTL’niz varken yıl sonunda 3000 YTL’ye çıksa yine zekât gerekmez. Çünkü nisap miktarı malın, tam bir yılı doldurması gerekir. Nisap miktarı malınız var. Bunun zekâtını verdiniz. Ertesi yıl arttı. Yine tüm mal varlığınızı hesaplayıp yüzde 2.5 oranında zekât verirsiniz.







Özürsüz kılınmayan namazın kazası yoktur

SORU: 1- Geçmişte özürsüz olarak kılmadığımız namazların kazasını kılmak bid’at mıdır? 2- Kasten adam öldürmenin cezası Kur’ân’a göre nedir? 3- Ölülere sadece dua okusak yeterli olur mu?

CEVAP: 1- Kaza namazı kılmak bid’attır. Ancak bir özür dolayısıyla kılınamayan bir iki günlük namazlar sırasıyla kılınır. Sonra içinde bulunulan vaktin namazı kılınır. Özürsüz olarak kılınmayan namazların kazası yoktur. Onun için tövbe etmek gerekir. 2- Haksız yere adam öldüren kişinin Kur’ân’a göre cezası idamdır. Ancak günümüzde kanunlar adam öldürmenin cezasını hapis olarak belirlemiştir. Artık devletin yasası ne ise o uygulanır. Amaç toplumda güvenliği ve asayişi sağlamaktır. 3- Peygamberimiz ölülere dua etmiştir. Kur’ân okumak şahsın kendisi için ibadettir. Kişi okuduğu Kur’ân’ın ardından dua edip ölülerini de anarsa onlar da bundan şad olur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.