Şampiy10
Magazin
Gündem

Din Allah’ın rahmet kapısıdır

SORU: Tarikatçı bir akrabam, “Kur’ân’ı Türkçe okursan sevap alamazsın. Müzik dinlersen günahkâr olursun. Sen kendine ‘ben akıllıyım’ dersen cehenneme gidersin” diyerek beni korkuttu. Bu yüzden bayramlarda ve tatillerde çok sevdiğim anneannem ve dedemin ziyaretlerine, onunla karşılaşırım diye gidemiyorum. Akraba ziyareti yapamadığım için günah mı işliyorum? (Pınar Görgün)

CEVAP: Maalesef bazı gruplar, uydurulan yalanları insanlara yutturuyor ve onları cehennemle korkutup dinden nefret ettirir hale getiriyorlar. Akrabanı ziyaret et ama

o tür sözlere kulak asma. Müzik dinlemek günah değildir. Kur’ân okumak, anlamak içindir. Türkçe Kur’ân okumak sevaptır. Niçin günah olsun? Din, Kur’ân’ın anlattıklarıdır. Korkulacak bir şey değildir. Allah’ın rahmet kapısı olan din, herkese açıktır.

Malı hibe etmek caiz

SORU: Kayınvalidemin bir dairesi var. İki çocuğundan biri yurt dışında yaşıyor ve yabancı bir bayanla evli. Türkiye’de boşandığı eşinden üç çocuğu var. Kayınvalidem sağlığında bu evin yarı hissesini üç torununa vermek istiyor. Ancak bunun dinen sakıncalı olduğunu düşünüyor. Ne yapması gerekir?

CEVAP: Kişi, sağlığında malını istediği gibi tasarruf hakkına sahiptir. İsterse malının tümünü bir kuruma bağışlar veya bir kişiye hibe eder. Bunda hiçbir günah yoktur. Ancak çocukları arasında ayırım yapmanın yanlış olduğuna dair bir hadis rivayet edilir. Bu bakımdan çocuklar arasında ayırım yapmak kuşkuludur. Fakat Kur’ân’da böyle bir yasak yoktur ve İslâm hukukuna göre de hibe caizdir. Özellikle babalarının terk ettiği o üç çocuğa yardımcı olmak da güzel bir şeydir. Tabii ki seçim kendisine aittir.

Sabah namazı vakti

SORU: Sabah, öğle ve akşam namazları için aradan 45 dakika geçmeden kılınmayacağını söylüyorlar. Bu doğru mu?

CEVAP: Sabah namazının asıl vakti şafakla güneş doğumu arasıdır. Ama bu vakitte kılamayan, güneş doğduktan sonra da kılabilir. Bana göre falan böyle yapıyormuş gibi bir nedenle namaz kılmak mekruh olamaz. Allah’ı anmanın mekruh olduğu bir zaman olamaz. Siz namazınızı kılın. Allah kişinin gönlüne bakar. Namaz, Allah ile iletişim kurmaktır. Bunu yapabiliyorsanız ne mutlu size

Yazının devamı...

“Kim Elçi’ye itaat ederse Allah’a itaat etmiştir”

SORU: Yakın bir akrabam kendisini tamamen Melami Tarikatı’na kaptırmış. “Şüphesiz sana baş eğerek ellerini verenler, Allah’a baş eğip el vermiş sayılırlar. Allah’ın eli, onların ellerinin üstündedir. Verdiği bu sözden dönen, kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene Allah büyük ecir verecektir.” Akrabamın, Melami Tarikatı’na girmek için yapılan el verme olayını bu ayetle bağdaştırdığını görüyorum. Ben ona yardımcı olmak istiyorum. Ne yapabilirim? Bu ayette geçen “eller”, hangi anlamda kullanılmıştır?

CEVAP: “Sana bey’at edenler (İslâm uğrunda ölünceye kadar savaşmak üzere sana söz verenler) gerçekte Allah’a bey’at etmektedirler. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah’a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükâfat verecektir” (Fetih: 10). Ayetin manası böyledir. Sizin belirttiğiniz şeyler ayette yoktur. Bu katmalar, ayeti kendi istekleri doğrultusuna sokmak isteyen önyargılı kişiler tarafından yapılmıştır. Ayetin tarikatla, şeyhle ilgisi yoktur. Bu ayette Hz. Peygamber’e bey’at edenlerin Allah’a bey’at edecekleri, Allah’ın elinin Peygamber’e bey’at edenlerin ellerinin üstünde bulunduğu, Allah’ın verdikleri sözde duranları büyük ecirle ödüllendireceği buyurulmaktadır. Peygamber, Allah’ın Elçisi’dir. Elçi’nin sözlerine itaat, onu gönderene itaattir. “Kim Elçi’ye itaat ederse Allah’a itaat etmiştir.”

Allah onlarla beraberdir

Bey’at, insanın lidere itaat edeceğine ve üstlendiği yükümlülükleri yapacağına dair kesin söz vermesidir. Allah’ın Elçisi’ne bey’at edip uğrunda çarpışmaya söz vermek, Allah’ın kendisine bey’attır. Peygamber’in dinine bağlı olan insanların, onun dininin gereklerini yapmaları gerekir. Hiç kimsenin, onun getirdiği Kur’ân’ın buyruklarını hükümsüz, geçersiz bırakmaya, namazı orucu kaldırmaya, dine başka şekil vermeye hakkı yoktur. Böyle yapan kimseye ne uyulur, ne onun ardından gidilir. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Bey’at ederken Peygamber elini, bey’at edenin elinin üstüne kor. Allah adına bu bey’atı aldığı için o anda onun eli, Allah’ın eli durumundadır. Allah’ın eli, bey’at edenlerin elleri üstündedir. Çünkü Allah onlarla beraberdir. Sözlerini işitir, yaptıklarını görür, içlerini ve dışlarını bilir. Allah, bey’atı Elçisi aracılığıyla almaktadır.

Yazının devamı...

Kadını aşağılayan hadisler uydurma

SORU: Buhari’nin eserinde bir hadis şöyle diyor: “(Ey kadınlar topluluğu sadaka veriniz, zira sizin cehennemliklerin en çoğu olduğunuz bana gösterildi). ‘Niçin böyledir’ diye sordular. (Çok lanet okur, kocaya nankörlük edersiniz, bir kadın kadar sağlam erkeğin aklını çelebilen dini ve aklı eksik kimse görmedim) buyurdu. Onlar, ‘Ey Allah’ın Resulü, dinimizin ve aklımızın eksikliği nedir’ dediler. (Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı değil mi?) buyurdu. ‘Evet’ dediler. (İşte aklının eksikliği budur. Kadın âdet gördüğünde namaz kılamaz oruç tutamaz değil mi?) buyurdu. ‘Evet’ dediler. (İşte bu da dinin eksik olmasıdır) buyurdu.” Bu hadiste kadınlara hakaret var. Ayrıca siz, “Âdet bir özürdür. Kadın namaz kılar, oruç tutar” diyorsunuz. Ben de sizin gibi düşünüyorum fakat bu hadisten âdetli kadının Allah için hiçbir şey yapamayacağı anlamı çıkmıyor mu?
CEVAP: Buhari’nin doğruluğu, hadisi aktaran kişilerin zincirini titizlikle saptamasındandır. Yoksa aktarılan sözün anlamı bakımından değildir. Hadis rivayetlerinin sağlamı, çürüğünden çok azdır. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Zaten sizin yazdığınız hadisi, âdetli kadının namaz kılamayacağı, ibadet edemeyeceği görüşünde olan gelenekçi kişiler, görüşlerine destek bulmak için ürettiler. Çünkü görüşlerini destekleyecek ayet yok. Şimdi bu hadisin Kur’ân’a tersliği yanında tutarsızlığını anlamak için şöyle bir düşünelim. Hz. Peygamber güya kadınlara soruyor: “Kadınların dini ve aklı eksik değil mi?” Bunu da izah ediyor. Şahitlikte iki kadının bir erkeğe denk tutulmasını akıl eksikliğine delil gösteriyor ve böyle olup olmadığını da soruyor. Kadınlar da “Evet öyle” diyor.
Peki kadınlar bunun böyle olduğunu nereden biliyorlar? O zaman sadece borçlanmayla şahitlik hükmünü açıklayan Bakara Suresi’nin en uzun ayeti inmiş miydi ve kadınlar tüm Kur’ân’ı ezrebere mi biliyorlardı ki hemen öyle olduğunu söylüyorlar? Yine Peygamber, kadınlara dinlerinin eksikliğini izah için âdet günlerinde namaz kılamayıp oruç tutamadıklarını söylüyor. Bunun böyle olup olmadığını soruyor. Onlar da doğruluyorlar. Kur’ân’da böyle bir hüküm yok. Uydurma olduğu belli. Sonra Peygamber niçin cehennem halkının çoğunluğunu kadınların oluşturduğunu söyleyip onların moralini bozsun. Bu da Kur’ân’a aykırı olduğu gibi Peygamberimizin nezaketine ve irşad yöntemine aykırıdır. Bu yalanları uydurup kitaplaştırdılar, sonra dinleştirip Kur’ân’ı hükümsüz bıraktılar. Şimdi bu uydurmacılar baş tacı dindar, sade Kur’ân dinini savunanlar ise din düşmanı!

Yazının devamı...

Namaz Allah ile iletişim kurmaktır

SORU: Her namaz sonunda Allah’a, “Beni namazdan vazgeçirme, vazgeçmeme engel ol” diye dua ediyorum. Sadece farzları kılıyorum. Yanlış mı? Namazları hızlı kılıyorum. Duaları mealini ezberleyip okusam olur mu? Eşim başı açık kılıyor. Uygun mu?

CEVAP: Namaz kılmaya karar verdikten sonra sizi bu yoldan kimse çeviremez. Farzları kılmanız sizi sorumluluktan kurtarır. Namazın kabulü, çok namaz kılmaya değil, içten kılmaya bağlıdır. Siz eğer içtenlikle kılıyorsanız sadece farzları da kılsanız Allah kabul eder. Ancak namaz öyle angarya savar gibi kılınmaz. Namaz Allah ile iletişim kurmaktır. Kendinizi beş dakika için Allah’a verin.

Namaz kılarken iş düşünürseniz her ikisini de ziyan edersiniz. Namazda duaları Türkçe okumayı soruyorsunuz. Kastınız namazdan sonra yapılan dualar ise bunda hiçbir sakınca yok. Ama kastınız namazda ayaktayken Fatiha ve sureler ise bunları Arapça orijinalinden okumak daha iyidir. Şayet yapamıyorsanız o zaman Türkçe anlamlarını okuyup namazlarınızı kılabilirsiniz. Siz eylemli olarak İslâm’a girmişsiniz. Allah daha önceki günahlarınızı affeder. Bundan sonra namazınızı bırakmayın. Şayet herhangi bir vaktin namazını kılamazsanız fırsat bulunca önce o namazı, ardından içinde bulunduğunuz vaktin namazını kılarsınız. Eşinizin başı açık namaz kılması, din kitaplarının yazdığına uymaz ama olsun. Hiç kılmamaktansa öyle kılması daha iyidir.


Peygamber soyundan olmak iddiayla olmaz, ispat gerekir

KARDEŞİNİN, peygamber soyundan geldiğini söyleyen, sağlıklı ve çalışabilecek durumda olan bir gence hatırı sayılır yardımlar yaptığını belirten okurum, bunun ne derece doğru olduğunu soruyor. İşte cevabım: Bugünlerde çok kişi kendisini peygamber soyundan gösteriyor. Peygamber soyundan olmak iddiayla olmaz, ispat gerekir, şecere gerekir, kayıtlar gerekir. Lafla peygamber soyundan olunmaz. Ayrıca peygamber soyundan olana zekât ve sadaka verilmez. Çünkü bunlar malın kiridir. Onlara sadece bağış yapılır. Kişi önce kendi yakınına yardım eder. Gerçekten yardıma muhtaç öğrencilere de yardım edilir. Ama o peygamber soyundan olma iddialarına güvenmiyorum. Çünkü bu iş istismar ediliyor. Ayrıca peygamber soyundan olan insan her ne suretle olursa olsun halini belli etmez, modern dilencilik yapmaz.

Yazının devamı...

Ayetler arasında çelişki yoktur

* DÜNDEN DEVAM

Müfessirlere göre ölüm meleğinin çoğul şeklinde ifade edilmesi, onun yardımcılarına işarettir. Bu elçiler, ölümü hazırlayan güçlerdir. Araf Suresi’nin 37, En’âm Suresi’nin 93, Nahl Suresi’nin 32’nci ayetleri, bizde Allah’ın, her kişi üzerine ölüm için görevlendirdiği bir meleğin onun canını aldığı kanısını uyandırmaktadır. Nasıl ki her cana, amellerini yazan, onu kazalardan koruyan melekler görevlendirilmişse canını almak için de bir melek görevlendirilmiştir. Ölüm meleğinin, bir tek melek olup adının Azrail olduğu hakkında sağlam bir hadis yoktur. Gerçeği Allah bilir. Ayetlerde canları, ölüm meleğinin veya meleklerinin aldığı belirtilmektedir. Oysa Zümer Suresi’nin 42’nci ayetinde canları Allah’ın kendisinin aldığı vurgulanmaktadır.

Bu, bir çelişki gibi görünebilir. Gerçekte ayetler arasında çelişki yoktur. Her işi yapan Allah’tır. Fakat Allah, yasalarını birtakım vasıtalarla, ruhsal güçlerle yürütür. Melekler, Allah’ın buyruğuyla hareket eder. Allah, uyku ve ölüm hallerinde bilinci melekler vasıtasıyla alır. O ayetlerde Allah’ın kullandığı vasıtalara işaret edilmiş, Zümer Suresi’nde ise doğrudan Allah anılmıştır.

Meleklerin can alması, Allah’ın alması demektir. Çünkü onlar Allah’ın emriyle alırlar. Asıl canı alan Allah’tır. Nasıl ki Süleymaniye gibi anıt eser anıldığında önce onu yaptıran padişah Kanuni hatıra gelir, “Bu eseri Kanuni yaptı” denilir. Oysa eseri yapan Kanuni değil, Mimar Sinan’dır. Aslında eseri yapan Mimar Sinan da değil, onun planını uygulayan mühendisler, kalfalar, işçilerdir. Ama eser önce mimarına, sonra buyruğuyla yapılmış olan padişaha mal edilir.

Çünkü onun buyruğu olmasa Süleymaniye olmazdı. İşte evrendeki işlerin de bazen Tanrı buyruğunu uygulayan meleklere, bazen de doğrudan buyruk sahibi Allah’a nispet edilmesi bu anlamdadır. Allah’ın emir ve iradesi olmasa hiçbir şey olmaz. Cenabı Hak buyruğunu, melekleri, elçileri aracılığıyla yürütür. Bundan dolayı eserler bazen doğrudan Allah’a, bazen de O’nun buyruğunu uygulayanlara nispet edilir. İki söylem de doğrudur. Bunlar arasında bir çelişki yoktur.

Yazının devamı...

İnsanın ölmesi onun yok olması anlamına gelmez

SORU: Halk arasında can alan melek olarak hep Azrail’in adı anılır. Ancak Kur’ân’ın Türkçe mealini okuduğumda “Canlarını alan melekler” ifadesiyle karşılaştım. Kur’ân’da Azrail adı zikredilmiyor. Bu durumda Azrail tek bir meleğin adı mı yoksa Kur’ân’da zikredilen can almakla yükümlü meleklerin genel adı mı?

CEVAP: Allah’ın koruyucu melekleri, insanı ömrünün sonuna kadar korur. Ama ömür tükenince artık koruyucular ondan ellerini çeker. O zaman Allah tarafından görevli başka elçiler, başka yasalar çalışır, bedendeki canı alırlar. Araf Suresi’nin 37, En’âm Suresi’nin 93,

Nahl Suresi’nin 32’nci ayetlerinde can alan melekler, çoğul olarak “elçilerimiz” şeklinde ifade edilmiştir. İnsanın ölmesi, yok olması demek değildir. Bedende tekamül eden ruhun Allah’a dönmesidir. İşte bedendeki canı yani ruhu almakla görevli olan melek, ölüm meleğidir. Onun aldığı her can Allah’a götürülür. 11’inci ayetin sonunda olduğu gibi birçok ayetin sonunda da ruhun yüce Allah’a götürüleceği belirtilir.

Yaptıklarından hesap verir

Allah’a götürülen ruh, beden içinde yaptıklarından hesap verir. Çünkü bedende bireyliğini kazanmış, bağımsız bir varlığa kavuşan ruh, davranışlarından sorumlu tutulmuştur. İnsanın ölümü, ahiret hayatının başlaması demektir. Ölen kişinin ruhu, Allah ile karşılaşır ve O’nun huzurunda yaptıklarından hesap verir. Meşhur bir rivayete göre ölüm meleği bir tane olup adı Azrail’dir.

Onun yardımcıları vardır. Ayetlerin çoğunda ölüm meleğinin çoğul olarak anılması, bunların birden fazla olduğunu gösterir. Ancak öncekilerden daha sonra inmiş olan Secde Suresi’nin 11’inci ayetinde, “Sizin üzerinizde görevlendirilen ölüm meleği, sizin canınızı alır” denmesinden, her canın üzerinde bir ölüm meleğinin bulunduğu anlaşılır. Ancak bunların hepsi bir meleğin emrindedir ki asıl ölüm meleği olarak bilinen odur. Ölüm meleği, bir tek olarak bilinir.

DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

“Allah’tan başka veliler edinmeyin”

SORU: Araf Suresi 3. ayet, “(Ey insanlar) Rabbinizden size indirilene uyun ve ondan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz” diyor. Buradaki veli, bugünkü tarikatlardaki şeyhler midir? (Mehmet Atlı)

CEVAP: Araf Suresi 3. ayette yüce Allah, insanlara Rablerinden indirilen Kur’ân’a uyup O’ndan başka veliler edinmemelerini buyurmaktadır. Ayetin sonunda da “Ne kadar az öğüt alıyorsunuz” cümlesiyle insanları düşünüp öğüt almaya yönlendirmektedir. Bir işi üstlenmek, bir şeyi korumak anlamına gelen velayet, âlemlerin Rabbi hakkında kullanıldığı takdirde iki kısma ayrılır: Birincisi din, inanç ve ibadet kurallarını koymak. İkincisi insanların gücü üstünde olan eylemlerin sebeplerini, tüm tabiat yasalarını yaratmaktır. İnsanları doğru yola iletmek, kalbi etkilemek, düşmanlara karşı zafer kazandırmak, ahirette kulları rahmet ve mağfirete eriştirmek, cennete sokmak hep Allah’ın velayeti içindedir. Allah’ın veliliğinden söz edildiği zaman bununla, kullarının yapamayacağı şeyleri yapması ve onlara dini hükümler koyması kast edilir.

Burada Allah’tan başka velilere uymaktan men etmek, din konusunda Allah’ın vahyi dışında herhangi bir insanın sözünü din hükmü haline getirmeyi yasaklamaktır. “Hahamlarını ve rahiplerini Allah’tan ayrı rabler edindiler...” ayetinde hahamlarının ve rahiplerinin koydukları helal ve haramlara Allah’ın buyruğu gözüyle bakıp onlara uyanların, o kişileri rablık, tanrılık derecesine çıkardıklarına işaret edilmekte ve bu tutumları kınanmaktadır. İnsanların, kendi düşünceleriyle koydukları hükme Allah’ın hükmü diye bağlanmak, o hükmü koyanları tanrılaştırmak olur. Bu suretle ayet, din âlimlerinin, devlet adamlarının inanç, ibadet, helal ve haram konusundaki ictihat-kıyas hükümlerini ilahi hüküm görmenin caiz olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Âlimlerin görevi, Allah’ın koymadığı hükümleri koymak değil, Allah’ın indirdiklerini insanlara açıklamaktır. Hall ve akd, yani buyruk sahibi âlimlerin ve devlet adamlarının, kamu yararına olup zamanın değişmesiyle değişecek türden olan işlerde öngördükleri hükümlere uyulur. Ama tam dini konularda kıyas ve re’y batıldır. Ayette anılan velilerin, tarikat şeyhleri veya pirleriyle bir ilgisi yoktur. Bir insanın, Kur’ân’ın hükmüne açıkça aykırı olan sözüne uymak, o kişiyi Allah’tan ayrı veli (yani uyulacak tanrı) kabul etmek anlamına gelir ki bu, şirktir, küfürdür. Ama benim bildiğime göre büyük tasavvuf pirleri, tarikat önderleri Kur’ân’a aykırı bir söz söylememeye özen gösterirler.

Yazının devamı...

Manevi kirlerden namaz kılarak kurtulabilirsiniz

Temizlik takıntısıyla namazdan geri kalan okurum Gönül Nuriye Bilgin, “Namaza layık olmadığımı düşünüyorum. Sürekli temizlikle uğraşıyorum. Abdest alıyorum ama kirli olduğumu düşünerek namaz kılamıyorum” diyor ve benden derdine çare olacak bir yanıt bekliyor. Kendisine cevabım şudur: Sizinki bir takıntıdır. Dinde kirlilik doğuştan değil, çevreden bulaşır. Allah her insanı tertemiz yaratır. Günahlar insanı kirletir. Günahlardan arınmanın yolu da namazdır, oruçtur, dinin buyurduğu diğer ibadetlerdir. Başka ibadetler için abdest almaya gerek yok ama namaz kılmak için abdest almak gerekir. Abdestin nasıl alınacağı Maide Suresi 6’ncı ayette açıklanmıştır.

Buna göre yüzünüzü, dirseklere kadar kollarınızı yıkayacaksınız. Başınızla ayaklarınızı da mesh edecek yani ıslak elinizi başınıza ve ayaklarınıza süreceksiniz. İşte abdest budur. Eğer böyle abdest almanız sizce temizlik için yeterli değilse bu düşünceniz yanlıştır. Kur’ân’ın emrini yapmakla abdestiniz yerine gelir ve temiz sayılırsınız. Kendi kendinize din hükmü koymayın. Sizin kendinizi kirli saysanız da namazınızı kılın. Namaz kılmamak büyük günahtır. Namaza lâyık olmadığınız şeklindeki düşünceniz size şeytanın iğvasıdır. Şeytan sizi böyle kandırıyor. Kirli de olsan, pis de olsan yine sen Kur’ân’ın emrettiği üzere abdest al ve namaz kıl. Benim yapabileceğim bir şey yok. Siz ancak namaz kılarak manevi kirlerden kurtulursunuz.



Yeminin kefareti

SORU: Allah adına yemin ederek, “Vallahi bunu bir daha yapmam” diyen biri daha sonra yine aynı şeyi tekrar yaparsa dinimizce kefaret olarak on fakiri doyurması veya üç gün oruç tutması gerekir. Acaba on kişiyi doyurmak için vereceği parayı bir fakire verebilir mi? (E. Gedik)

CEVAP: Bu konuyu birkaç kez bu köşede dile getirmiştim. Kısaca özetlersek sizin de bildiğini gibi yeminin kefareti olarak on fakiri ayrı ayrı veya bir fakiri on gün boyunca doyurabilirsiniz. Yani on

fakirin parasını bir kişiye verilebilirsiniz. Bunda bir sakınca yoktur.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.