Şampiy10
Magazin
Gündem

“Gönül kıran kimse iki cihanın bahtsızıdır”

* DÜNDEN DEVAM

Birkaç yıl önce İngiliz Konsolosluğu’na saldırıp 50 küsur masum insanın kanına girmiş olanlar ve birkaç hafta önce Amerikan Konsolosluğu’na saldırıp üç gencecik polisimizi acımasızca katleden insanlar, cinayetlerin en ağırını işlemişlerdir. Kur’ân’a göre haksız olarak bir mümini öldürmüş olan kimse, Allah’ın lanetine, gazabına uğrar ve ebedi cehennemde kalır. Allah aşkıyla aydınlanmış,

İslâm’ın aydınlık yüzlerinden Yunus,

“Biz kimseye kin tutmazuz kamû âlem yardur bize” diyebiliyor.

İşte din insanı böyle bir olgunluğa, dostluğa yüceltir. Kine, nefrete, düşmanlığa indirmez. İçlerine dolan kin ve nefretle âleme düşmanlık pompalayanlar hayır getirmez, şer getirir. Şu Diyarbakır’daki caniyi düşünün. Patlattığı bombayla o kadar fidanın, gencin, masum insanın canına kıyıyor da sonunda pişman olmadığını söyleyebiliyor. Bu ne biçim yürek? Kalbinde en ufak bir merhamet duygusu olan kimse böyle fütursuzca cana kıyabilir mi?

Allah insanın gönlüne bakar

Her türlü bağnazlık ve önyargıyla şartlanmışlık insanın acıma duygularını da alıp götürüyor. Bir hadise göre “Müminin kalbi Allah’ın arşıdır.” Diğer bir hadiste “Mazlumun Allah’a yalvarmasından sakın çünkü onunla Allah arasında perde yoktur” buyurulmakta, bir başka hadiste ise Allah’ın kişinin kıyafetine, şekline değil, gönlüne baktığı vurgulanmaktadır. İşte Yunus, dinin ruhu olan bu ince manayı şöyle şiirleştirmiştir:

İlm-u amel ne assı bir gönül yıktun ise

Arif gönül yaptuğı beraber Hicaz ile

(Bir gönül yıktıysan bilginin ve amelin ne yararı var? Arifin gönül alması Hacca bedeldir.)

Gönül Çalab’un tahtı gönüle Çalap bakdı

İki cihan bed-bahtı kim gönül yıkarısa.

(Gönül Allah’ın tahtıdır. Allah gönüle bakar. Gönül kıran kişi iki cihanın bahtsızıdır.)

Sen seni ne sanursan ayruğa da anı san

Dört kitabun manisi budur eger varısa.

(Sen seni ne sanıyorsan, başkasını da öyle san. Dört kitabın özü budur.)

Yazının devamı...

İslâm barış dinidir terörü desteklemez

Dinin amacı barıştır, huzurdur, güvenliktir, kardeşliktir. Kur’ân inananların hep birlikte barış içinde olmalarını, şeytanın adımlarını izleyip kavga etmemelerini emreder (Bakara: 208).

İslâm’da savaş da emredilir ama saldırganlara karşı savaş ki bunun adı kendini koruma, vicdanlara baskıyı önleme, engelleme savaşıdır. Bakara 190’ıncı ayette, “Size saldıranlara karşı Allah yolunda savaşın fakat siz saldırmayın. Çünkü Allah saldırganları sevmez” buyurulmaktadır. Gerek Hz. Peygamber gerek ondan sonra gelen halifeleri, savaşa gönderdikleri orduya şu emri verirdi: “ihtiyar, çocuk, kadın öldürmeyiniz. Mabetlerinde kendilerini ibadete vermiş din adamlarına dokunmayınız. Meyveli ağaç kesmeyiniz, yapıları, bahçeleri tahrip etmeyiniz.”

Kudüs’e girdiğinde Süleyman Mabedi’ni ziyaret eden Hz. Ömer, Davud makamında namaz kılmış, İlya ve Lüd halklarına şu güvenceyi vermiştir: “1- Canları, malları, kiliseleri ve tüm sivil halk güvence içindedir. Hiç kimseye zarar verilmeyecektir.

2- Kiliseleri konut yapılmayacak, yıkılmayacak, bunların mal ve müştemilatına dokunulmayacak, zarar verilmeyecektir.

3- Canları, dinleri olduğu gibi malları da güvence altındadır.” İşte İslâm budur. Barış, kardeşlik, vicdanlara baskı yapmama, herkese inanç özgürlüğü tanıma, saldırganlardan başkasına dokunmama... Şimdi güya Allah adına insanlara saldıran, durup dururken masum halkın kanını döken insanların dinle ne ilgisi olabilir?

Kur’ân, terör estirenlerin en ağır biçimde cezalandırılmasını emreder. İslâm’ı terörle özdeşleştirenler, terörün İslâm’dan kaynaklandığı düşüncesini işleyip yazanlar çizenler ya İslâm’ı bilmiyorlar veya niyetleri başkadır. Yüce Allah, Peygamberine, “Düşman barışa yanaştığı takdirde kendisinin de Allah’a dayanarak barışa yanaşmasını” emretmiştir. Siz, o intihar saldırılarını körükleyenlerin İslâm iddiasına bakmayın. Masum insanları öldürmenin İslâm ile ilgisi olamaz. İslâm’ın kitabı, “Haksız yere bir canı öldürenin, bütün insanları öldürmüş gibi büyük bir suç işlediğini” vurgulamaktadır.

Yazının devamı...

Ruhsal varlıklar ölümsüzdür

SORU: Bir ayette yüce Allah diyor ki: “Senden önce hiç kimseye ebedi yaşam vermedim.” Fakat başka bir ayette Allah, İblis’e kıyamet gününe kadar yaşama süresi vermiş ve ona uyanları cehenneme dolduracağını buyurmuştur. Bu iki ayet arasında çelişki var mı? (Mehmet Atlı)

CEVAP: İblis, insan gibi fiziksel değil ruhsal bir varlıktır. Ruhsal varlıkların üstününe melek, orta sınıfına cin, kötü olanlarına şeytan denir. İblis, ruhsal varlık olduğu için insanla mukayese edilemez. Oysa Kur’ân’ın Enbiya Suresi’nde, “Senden önce hiçbir insana ebedi yaşam vermedik” buyurulmaktadır. İblis’in dahil olduğu cinler insan türünden değildir ki iki ayet arasında bir çelişki söz konusu olsun. Sad: 71-74 ve Araf: 39/11-15’inci ayetlerde insana secde etmesi, boyun eğmesi emredilen İblis, kendisinin ateşten, insanın ise toprağın çamurundan yaratıldığı, kendisinin yaratılış maddesinin insanınkinden üstün olduğu gerekçesiyle insana secde etmemiştir.

Yüce huzurdan kovulmuş

Ona göre latif cismin, yoğun cisme secde etmesi (mesela gazın toprağa, buharın suya eğilmesi) doğaya uygun değildir. Bu düşünceyle kendisini haklı çıkarmaya çalışan şeytan, Allah’ın buyruğuna karşı gelmekle O’nun huzurundan kovulmuş, aşağılaştırılmıştır. Kendisinin yüce huzurdan kovulmasına sebep olan insanın, neslini sürekli olarak yoldan çıkarmak için Allah’tan, kendisine insanların yeniden dirilecekleri güne kadar yaşama yani ölümsüzlük verilmesini istemiş, bu isteği kabul edilmiştir.

Yeniden dirilme zamanı ahiret hayatının başlangıcı olduğuna göre Allah, baş şeytan İblis’e ölümsüzlük vermiştir. Dirilme gününe kadar sağ kalan artık ondan sonra ölmez. Bundan ruhani varlıkların ölümsüz olduğu anlaşılmaktadır. Şeytan da ruhani varlıklardandır, o da ölümsüzdür. Ölümlülük, yoğun cisimlere özgüdür. Yoğunluktan uzak ruhlar için ölüm yoktur. Gerçi cinlerin de öleceğine dair hadisler vardır ama bu rivayetlerin asıl manasını bilemeyiz. Ancak Kur’ân’a göre Allah, kötü cinlerin lideri olan İblis’e kıyamete kadar yaşama özelliği vermiştir.

Yazının devamı...

Kendini büyük gören küçülür

SORU: Bir yazınızda yağmuru, fırtınayı, karı görevli meleklerin yaptığını yazıyordunuz. Sizin gibi dinin aydın bir bilgininin bu cevabı karşısında hayrete düştüm. Hangi yüzyılda yaşıyoruz? Allah’ın koyduğu fizik yasaları, kimya yasaları var. (Abdullah Tavmen)

CEVAP: Kaçıncı yüzyılda yaşarsak yaşayalım bu, Allah’ın evreni yönetme yöntemini değiştirmez. İnsanın bilmedikleri karşısında bildikleri, denizden bir damla durumundadır. Bu bilgi kırıntılarına böbürlenip de manevi açıklamalara üstten bakma, kendini büyük sanma uygun davranış olmaz. Şinasi’nin dediği gibi:

Bir katre ise eger bu semavata göre arz

Binnisbe etmeliyim kendimi yok farz.

(Evrenin büyüklüğü karşısında zerre kadar kalan şu dünya üstünde ben kendimi yok kabul etmeliyim.) Doğa yasaları da Allah’ın melekleri sayılır. Melek kelimesinde güç anlamı da vardır. Aynı kökten gelen mülk, hükümdarlık, padişahlık, melik ve malik, mülk yani iktidar sahibi, hükümdar demektir. Niçin siz evreni birtakım görünmez güçlerin yönetmesini garipsiyorsunuz ki? Su buharını havaya kaldıran bir güç yok mu? Güneş ısıtıyor, buhar oluşuyor, su damlacıkları havaya kalkıyor, belli bir noktada biraz soğuk havayla karşılaşınca sıkışıyor ve yağmur olarak iniyor. Bu işler kendi kendine mi oluyor? Bunu düzenleyen ve bu düzeni uygulamak üzere birtakım güçleri görevlendiren yok mu? Duyduğunuz sesi sizin kulağınıza getiren atmosfer değil mi? Atmosferin titreşimi. Radyo dalgalarını taşıyan nedir? Atmosferin vericinin titreşimine uygun titreşimleri.

İşte Peygamberimizin hadislerinde bu düzeni yürüten güçlere melek deniliyor. Ben böyle inanıyorum. Size göre ben, böyle inandığım için geri çağlarda yaşıyorum. Doğrudur. Çünkü ben ilhamımı 1450 yıl öncesinden gelen Kur’ân ve hadislerden alıyorum. Kur’ân ve sağlam hadisin izah tarzında elbette manevi üslup egemendir. Çünkü yaratıp yöneten Allah’tır. Hadislerde evrendeki doğa yasaları, melek dediğimiz manevi güçlerin yönetimindedir. Bu söylemde bilime ters düşen bir şey gömüyorum. Bilim, bulduğu somut verilerin arkasındaki manevi güce bakmaz. Baksa da göremez. Ama din, görünen olayların arkasında yaratanın yönetim şeklini görür. Bilimin uzanamadığı yerlere din uzanır. Bilgimiz ne kadar çok olsa da ilahi bilgi karşısında bir saman çöpü etmez. Kendini büyük gören küçülür.



Yazının devamı...

‘Allah kendisine tapılması için varlıkları yarattı

SORU: Allah evreni, insanları kısaca herşeyi neden yarattı? Kur’ân-ı Kerîm’de bu dünya “imtihan dünyası” olarak ifade ediliyor. Neden imtihana tabi tutuluyoruz? Bütün bunların anlamı nedir? (Fatih Kayış)

CEVAP: Allah evreni kendisi için yarattı. Allah’ın birçok sıfatı var. Yaratandır, yaşatandır, öldürendir, diriltendir, yarar verendir, rızk verendir, besleyendir, şifa verendir... Beslediği, şifa verdiği, yarar verdiği, yarattığı hiç kimse yoksa yani Allah’ın bu eylemleri ortaya çıkmazsa onun sıfatlarının bir değeri kalır mı? Bu tür sorular hep boş, gereksiz sözlerdir. Işığı olmayan güneşe güneş denir mi? Dalgasız okyanus olur mu? Yaratığı olmayan Tanrı’ya da Allah denmez. Allah kendi gücünü, eylemlerini, sıfatlarını etkinleştirmek için evreni yarattı. Yaratıkları başka bir varlıktan değil, yine kendisindendir. Bir kutsal hadiste Allah’ın gizli bir hazine olduğu, bilinmek ve tanınmak için evreni yarattığı belirtilmektedir. Zariyat Suresi’nde Allah’ın kendisine tapılması için cinleri ve insanları yani daha açık bir söylemle görünür ve görünmez varlıkları yarattığı vurgulanmaktadır. İşin özeti budur.

Sizin süt kardeşiniz

SORU: Annem kendi isteğiyle, bir bayan komşumuzun oğlunu sadece iki defa emzirmiş. Şimdi bu çocuk annemin süt çocuğu mu oluyor? (Vesile Yıldırım)

CEVAP: Annenizin emzirdiği çocuk, onun süt çocuğu, sizin de süt kardeşinizdir. Emzirme miktarı önemli değildir. Çocuğun karnı doymuş olsa da olmasa da emzirenin süt çocuğu olur. Emzirenin çocukları, emen çocuğa haramdır. Onun süt kardeşidirler. Süt kardeşle evlenmek Kur’ân-ı Kerîm’de haram kılınmıştır.

Muskayı çöpe atmak

MARDİN Nusaybin’den yazan bir okurum “Ayetel-kürsi yazılı muskamı biri alıp çöpe attı. Ço k üzüldüm. Bu günah değil mi” diye soruyor. Cevabım şudur: Muska taşımak İslâm’da yoktur ama ayetel-kürsi yazılı bir şeyi çöpe atmak da saygıya ve edebe aykırıdır. O kişi hata etmiş. Size “Onu çıkarın, takmayın” diyebilirdi.

Yazının devamı...

İslâm’a zarar veren hurafelere rağbet etmeyin

SORU: Bir cuma günü Ayvalık’taki bir camide vaiz, “İnsanlar ikiye ayrılır. Müslim olanlar ve gayrimüslim olanlar” diye söze başladı. Ermeni patriğinin ve Ortodoks patriğinin bazı sözleriyle kuvvetlendirdiği konuşması tamamen yılbaşı kutlamalarıyla ilgiliydi. Bir başka gün İstanbul’daki bir cuma vaazı ise kot pantolonla camiye girilmez mealindeydi. Sizin gibi birçok kıymetli hocaların varlığına rağmen bir kısım din görevlilerinin hâlâ İslâm’ı küçük düşüren inanç ve gayret içinde olması beni çok üzüyor. (Atıf Başeden)
CEVAP: Bizler hurafeleri dinden temizlemeye, din güneşinin önüne yığılmış olan kara bulutları gidermeye çalışıyoruz. Ancak bir tanesini temizlerken 50 hurafe daha birikiyor. Maalesef halk, televizyonda hurafe anlatanları dinliyor, masallardan hoşlanıyor. Ne kadar çok insanı cehenneme doldurursan o kadar yandaşın oluyor. Herhalde Müslümanlar şöyle düşünüyor:
Teknoloji onların elinde
“Dünyada Avrupalı’ya yetişmek mümkün değil. Teknoloji onların elinde. Her şeyimizle onlara muhtacız. Bari ahireti kaptırmayalım. Adamlar bu dünyada rahat yaşadıkları gibi ya cennete de giderlerse ne olacak? İyisi mi onları cennetin dışına atalım. Kapıları tamamen kapatalım. Bizim hırsızlar, kumarbazlar, rüşvetçiler, cüppeciler, şekilciler, hurafeciler, yalancılar, tecavüzcüler, masum kanına kıymaktan çekinmeyen katiller, bin bir hileyle kamu arazilerini betonlaştıranlar, ormanları vicdansızca yakanlar... Bunlar cennete girsin ama dünyada insanlığa bu kadar iyilik yapmış olanlar ne kadar Allah’a inansa da ibadet etse de cennetin dışında kalsın.”
Uydurulmuş rivayetler
Bu düşünceleri neye dayanıyor? Kur’ân’a mı? Hayır. Kur’ân böyle söylemiyor. İyilerle kötülerin bir olmayacağını vurguluyor. Peki bunlar neye dayanıyorlar? Uydurulmuş rivayetlere... Bununla mutlu oluyorlar. Ama İslâm zarar ediyor. Dinimize kötülük yapıyorlar. İnsanları dinden kaçırıyorlar. Onlar herkesi kör, âlemi sersem sanıyor. Daha ne diyeyim. İçim dolu. Yazmakla bitmez...

Yazının devamı...

Cüneyd-i Bağdadi “ariflerin sultanı” olarak tanımlanır

Şimdiye kadar 26 dini eser yayınlamış olan Dr. H. A., “Yolumuz Cüneyd-i Bağdadi’ye düştü. Sizin Cüneyd’le ilgili kitabınızı okudum. Edebiyat âleminde ‘cübbemin içerisinde Allah’tan başkası yoktur’ sözü Cüneyd’e ait olarak bilinir. Siz, kitabınızda bu sözü Bayezid-i Bestami’ye ait olarak göstermişsiniz. Gerçekte kime ait” diye soruyor. Kendinise cevabım şudur: Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri, büyük bir alim ve din kurallarına çok titiz bir insandır. Ondan bu tür şathlar yani tutarsız ve aşırı sözler çıkmamıştır. O, ariflerin sultanı olarak tanımlanır. Bahsettiğiniz söz, Bayezid hakkında rivayet edilir. Ama gerçekten onun bu sözü söyleyip söylemediği de kesin değildir. Fakat tasavvufi eserlerde bu söz ona yakıştırılır.

Önyargılar insanların gönül gözünü kapatıyor

SORU: Siz abdest almayı şöyle tarif ediyorsunuz: “Eller, yüz ve dirseklere kadar olan kol yıkanır. Başın dörtte biriyle ayaklar mesh edilir.” Diğer mealler ise “Ayaklar da yıkanır” diyor. Hangisinini doğru olduğunu belirtir misiniz? (Yavuz Karaman)

CEVAP: Bu konuyu birçok kez yazdım. “Soru ve Cevaplarla İslâm” ve “1001 Soruda İslâm” adlı eserlerime bakın. Abdestte ayakların yıkanacağını söyleyen tüm mealler yanlıştır, çarpıtmadır. Müfessirlerin imamı İmam-ı Taberi ve yine büyük müfessir Kasimi, Kur’ân’ın çıplak ayakların mesh edilmesini emrettiğini açıklıkla belirtmektedirler. Daha ne yazayım. İnsanlar bir kere önyargıya kapıldılar mı egoları onu değiştirmelerine müsaade etmez. Önyargıları din olur. Gönül gözlerini kapatır.

İmayla namaz kılınır mı?

SORU: Zorunlu olduğumuz durumlarda teyemmüm edip namazı gözümüzle veya içimizden gizlice kılmamız dinimize göre mümkün olabilir mi? (Göker Önen)

CEVAP: Namaz kılmanın engellendiği yerde yani zorunlu durumlarda teyemmüm edip imayla namaz kılınabilir. Göz ucuyla değil, başı ve beli biraz eğerek rükû, biraz daha eğerek secde yapılır. Zorunlu durumlarda böyle namaz kılınabilir.

Yazının devamı...

Fıkıhçılar yanlış hüküm vermiş

SORU: Kadınların cuma günleri öğlenamazını, erkeklerin camiden çıktıktan sonra kılmaları gerektiği söyleniyor.Kadınların cuma namazı kılmaları gerekir mi? Tek başlarına cuma namazıkılabilirler mi? (Serap Tuncer)

CEVAP: Erkek kadın her Müslümana cuma namazıfarzdır. Ama fıkıhçılar yani din uzmanları bu konuda kadınları ayırmışlardır. Ozamanki toplum şartları ve gelenekler onların böyle bir hüküm vermesine yolaçmıştır. Ama Kur’ân’da erkek kadın ayırımı yoktur.

Dileyen kadın, caminin bir bölümünde cumanamazı kılar. Ancak bugünkü düzenlemede kadınlara yer bulmak zordur. Cumanamazı ancak cemaatle kılınır. Eğer kadınlar cemaat oluşturacak kadar çokolursa yani 3-5 ve daha çok kadın bulunursa içlerinden biri imam olup cumanamazı kıldırabilir. Bu da olmazsa kadınlar evlerinde kendi başlarına öğlenamazı kılarlar. Cumaya gidemeyenlerin, o gün şehir içinde öğle namazınıcemaatle kılmaları tenzihen mekruhtur. Cuma namazı kılınmayan köy ve yaylalardaöğle namazını cemaatle kılmak mekruh değildir.

Bir özür dolayısıyla cuma namazınagidemeyenlerin, öğle namazını, cumanın kılınmasından sonraya bırakmalarısünnettir. Cuma namazı kılınmadan öğle namazını kılmak tenzihen mekruhtur.İmama teşehhüdde hatta sehiv secdesinde yetişen kimseler de cumaya yetişmişsayılır. Ezan ve ikamet, hazarda ve seferde farz namazların edası ve kazasıiçin erkeklere kuvvetli sünnettir. Cuma da farz namazlardandır. Cuma namazıkılınan yerlerde namaza yetişemeyenlerin, o günün öğle namazı için ezan vekamet okumaları mekruhtur.

Bid’at olan uygulamalar

SORU: Peygamberimizden sonra insanlar üçkandil kutlaması icat etti. Oysa Kur’ân’da sadece Kadir Gecesi’nin değerindensöz edilir. Kandil gecelerinin kutlanmadığı Arabistan’da acaba Kadir Gecesi demi kutlanmıyor?

CEVAP: Arabistan’da kandil diye bir şey kabuledilmez. Bunlar bid’at sayılır. Sadece Kadir Gecesi’nin önemi belirtilir. Amakutlama diye bir şey yoktur. Çünkü Peygamberimiz, Kadir Gecesi’nde çokça duaedilmesini buyurmuş ama bu geceye özgü bir ibadet koymamıştır. Peygamberimizher gecenin
yarısını veya üçte birini ibadetlegeçirirdi. Bizdeki kandil uygulamaları bid’attır. Ama bunlar büyük büyükâlimler (!) tarafından dinin en üst köşesine çıkarılmıştır .

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.