Şampiy10
Magazin
Gündem

“Develere kilometre saati mi takıyorlardı?”

Muammer Sokollu, benim “Haklı-Haksız” başlıklı yazım üzerine yaşadığı bir olayı bana göndermiş. Bunu okurlarımla paylaşmak istedim: “Değerli Süleyman Hocam, yazınızı zevkle okudum. Sonundaki Peygamber Efendimizin hayatından naklettiğiniz olayı da okuyunca yazmadan duramadım. Yıllar önce araba kullanmaktan kaçınır oldum. Araç içinde de tedirgin oturuyordum. Bir gün arkadaşın arabasıyla Afyon’a gidiyoruz. Hızlı sürüyordu. ‘Yavaş git’ diye ikaz ettim. ‘Abi hadis var 90’ı geçmeyeceksin diye. Ben zaten ona uyar yavaş giderim’ dedi. Yanlış anladığımı düşündüm. Tekrar hız yapması üzerine yine ikaz ettim. Cevap: ‘Abi hadis var 90’ı geçmeyeceksin diye. Ben zaten ona uyar yavaş giderim.’ Kendi kendime ‘Ben yanlış anlıyorum herhalde’ dedim. Üçüncü ikazımda da ‘Abi hadis var 90’ı geçmeyeceksin diye. Ben zaten ona uyar yavaş giderim’ deyince çok kızdım ve ‘Sağda dur’ dedim. Durdu. Ona, ‘Hadis uydurup günaha giriyorsun, bari akıllı ol. Peygamberimiz zamanında develere kilometre saati mi takıyorlardı’ diye bağırdım ve direksiyona ben geçtim.”


Tövbe edip af dileyin

SORU: Yalan yere Kur’ân’a el basan bir arkadaşım, “Allah içimi biliyor. Ya rabbim beni affet. Bunu gönülden yapmıyorum, mecburum” dediğini söylüyor. Ne yapmalı?

CEVAP: Kur’ân üzerine el basmak şeklinde bir yemin yoktur. Yemin sırasında Kur’ân’a el basmak, yemine güç vermek için yapılır. Arkadaşınız bu yemini yalan yere yapmışsa yani bildiği bir şeyin tersini söyleyip yemin etmişse günah işlemiştir. Bu durumda yapılacak tek şey tövbe edip Allah’tan af dilemektir. Allah gönülden tövbe edenleri bağışlar.


Çocuklara isim verme

SORU: Çocuğa verilecek ismin Kur’ân’da yer alması gerekiyormuş, doğru mu?

CEVAP: Bildiğime göre çocuğa putataparlığı çağrıştırmayan her isim konulabilir. İster taş koyun, ister bahar, ister ağaç, ister çiçek, ister dağ, ister Ahmet, ister Mehmet... Ama Abdu Şems (güneş kulu) putataparlığı çağrıştırır. Böyle bir isim konmaz.

Yazının devamı...

Hz. Ali’nin mehri ve Hz. Hamza’ya iftira

SORU: Bir yazınızda bahsettiğiniz Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın evlenmesiyle ilgili olarak rahmetli Prof. Mükrimin Halil Bey’den duyduğum bir hususu nakletmek istiyorum. Hz. Ali, Peygamber efendimizden münasip şekilde kızı Fatıma’yı eş olarak istiyor. Peygamberimiz (alacağı mehri kast ederek) soruyor: “Ya Ali neyin var?” Hz. Ali “İki devem var” diye cevaplıyor. Peygamberimiz de “Getir bakalım” diyor. Evine gelen Ali, her iki devesinin de içkili olan Hamza tarafından kesildiğini dehşet içinde görüyor. Mahcup ve perişan bir vaziyette boynu eğik Peygamberimizin huzuruna geliyor ve durumu arz ediyor. Peygamberimiz çok üzülüyor. İçkiyle ilgili ayet de bundan sonra inmiş. Bunun doğruluk derecesi nedir? (Tuğrul Önder)

CEVAP: Sizin yazdığınız öykü tam bir hurafe ve Hz. Hamza’ya iftiradır. Bu uydurmadan Allah’a sığınırım. Sizin de Hz. Hamza’nın ruhaniyetinden af dilemeniz gerekir. Kim demiş Hz. Hamza’nın kendini bilmez bir sarhoş olduğunu? Hz. Hamza helal haram tanımaz bir kişi mi ki kendisine ait olmayan iki deveyi sorumsuzca kessin? Hiçbir güvenilir kaynakta böyle bir bilgi yok. İşte böyle hurafe anlatanlar bayraklaştırılıyor. Gelelim Hz. Ali’nin evlenmesi ve Hz. Fatıma’nın mehri meselesine. Hz. Ebubekir de Hz. Ömer de Hz. Fatıma’ya talip olmuş. Fakat Peygamberimiz onlara vermek istememiş. Hz. Ali, evlenecek paraya sahip olmadığı için bir türlü cesaret edip Fatıma’yı babasından isteyemiyordu. Sonunda başkalarının da teşvikiyle cesaretini toplayıp kızı babasından istemeye geldi. O sırada biraz canı sıkılmış olan Peygamberimiz, henüz Ali bir şey demeden, “Fatıma için mi geldin” diye sordu.

Ali de niyetini açınca Peygamberimiz ne kadar mehr verebileceğini sordu. O da devesinden başka bir şeyi olmadığını söyledi. Peygamberimiz ona deveyi sattırdı. Parasının yarısını Fatıma’ya mehr olarak aldı, yarısıyla da kendileri için gerekli şeyleri almasını söyledi. İşte Ali böyle evlendi. Devenin kesilmesi uydurma ve Hz. Hamza’ya da iftiradır. Peygamberimiz, Fatıma’yı da yanında büyümüş olan damadı Ali’yi de çok severdi. Bir gün Hz. Ali, Hz. Peygamber’e sordu: “Ey Allah’ın Elçisi, hangimizi daha çok seviyorsun? Beni mi Fatıma’yı mı?” Allah’ın Elçisi, “Fatıma’yı daha çok seviyorum. Sana da ondan çok değer veriyorum” buyurdu (Usdul-Gabe: 5/519-524).

Yazının devamı...

Kur’ân ırka değil insana değer verir

SORU: Peygamber Efendimiz Türk mü Arap mı? (Süleyman Yalçın/Hessen)
CEVAP: Kur’ân ırka önem vermez, insana değer verir. Arap’ın yabancıya yabancının Arap’a, siyahın beyaza beyazın siyaha bir üstünlüğü yoktur. Allah katında en üstün olan, Allah’a en çok bağlı olan ve O’nun buyruklarına uyandır. Allah insanları uyarmak üzere bir peygamber gönderecekti. Bu peygamberin ırkı önemli değil, mesajının içeriği önemlidir. Allah son peygamberini Arap ulusundan seçmiştir. Peygamber’in Arap olduğu, Kur’ân’ın açık ifadesiyle sabittir. İbrahim Suresi’nin 4’üncü ayetinde Allah’ın her ulusa kendi diliyle konuşan bir elçi gönderdiği, Fussilet Suresi’nin 44’üncü ayetinde Allah eğer Araplara yabancı dille mesaj göndermiş olsaydı hitap ettiği toplumun “Araplara yabancı dilde mesaj verilir mi” diye itiraz edecekleri, onun için Kur’ân’ın Arapça indirildiği Yusuf 2, Ra’d 37, Taha 113, Zümer 28, Fussilet 3, Şura 7, Zuhruf 3, Ahkaf 12’nci ayetlerde açıkça vurgulanmaktadır.

Kendi içlerinden bir elçi

Bakara 129’uncu ayette Hz. İbrahim’in Kabe’yi yaparken burada oturacak olan halka kendi içlerinden bir peygamber göndermesini Allah’tan istediği belirtilmektedir. Kur’ân’da, yazılı bir kitabı olmayan Araplar ümmi olarak tanımlanmaktadır. Ümmi, okuma yazma bilmeyen değil, yazılı bir kitabı bulunmayan, kültürleri ve dinleri şifahi geleneğe dayalı kimseler demektir. Cuma Suresi’nin 2’nci ayetinde Allah’ın ümmi olan Araplara kendi içlerinden bir elçi gönderdiği belirtilmektedir. Araf Suresi’nin 157’nci ayetinde Hz. Muhammed’in ümmi bir elçi olduğu belirtilmektedir. Tevbe Suresi’nin 128’inci ayetinde Arap ulusuna kendilerinden olan bir elçi gönderildiği vurgulanır. Hac Suresi’nin 78’inci ayetinde de Hz. İbrahim, Arapların atası olarak tanımlanmıştır.

Hz. İbrahim, büyük oğlu İsmail’i annesiyle birlikte Mekke’ye getirip yerleştirmiş, İsmail oranın yerli halkından olan Cürhüm Kabilesi’nden bir kızla evlenmiştir. İsmail ile bu kızdan türeyen çocuklar Arap ulusunun Kureyş Kabilesi’ni oluşturmuştur. Gerçi Kureyş Kabilesi’nin on yüzlerce yıl önceki atası İsmail, İbrani kökenli olsa da anası Cürhümlü idi. Yüzlerce yıl içinde yetişmiş olan Kureyş Kabilesi, tam halis Arap değilse de Arab-ı Müstarebe yani melez Arap’tı. Hz. İbrahim aynı zamanda İsrailoğulları’nın da atasıdır.

Yazının devamı...

Miras paylaşımında yetim ve yoksulları sevindirmeliyiz

SORU: Sizin “Mirasçıların dışında emeği geçmiş yakınları veya yakını da göz hakkı almalı, mirasçıların bu konuyu göz ardı etmemeleri gerektiği” ile ilgili bir yazınız yayınlanmıştı. O zaman bunu birçok kişiyle paylaşmıştım. Ancak o yazıyı kaybettim. Bir kez daha yayınlar mısınız? (Mehmet Aydoğmuş)

CEVAP: Nisa Suresi’nin 7-8’inci ayetlerinde babanın, ananın veya akrabanın bıraktığı mirastan, kadınların da erkekler gibi hakları bulunduğu belirtilmekte, miras taksim edilirken orada bulunup da miras hakkı olmayan akrabaya, yetimlere ve yoksullara da mirastan bir şeyler verilip onların sevindirilmeleri ve güzel davranılması emredilmektedir. Ölen bir kişi, geriye karısıyla üç kız bıraktı. Amcası oğulları, adamın malını tamamen aldılar, karısına ve üç yetim kıza hiçbir şey bırakmadılar. Kadın, durumu Allah’ın Resulü’ne söyledi.

Allah’ın Resulü, onlara adam gönderip kadını ve çocukları yoksun bırakmamalarını istediyse de varisler, malın kendilerine ait olduğunu söyleyip kadına ve yetim kızlara bir şey vermek istemedi. Çünkü ölen kişi, geriye erkek çocuk bırakmamıştı. İşte bu ayetlerin, bu olay üzerine indiği söylenir. Ayet inince Hz. Peygamber onlara haber gönderip Allah’ın, kadınlara da pay ayırdığını bildirdi. Cahiliye devrinde miras, ölenin yalnız erkek akrabasına kalırdı. Kadınların miras hakkı olmadığı gibi savaşa iştirak edemeyecek yaştaki küçük çocukların dahi miras hakları yoktu.

Bu ayetler, kadınları da erkekler gibi mirasa ortak yapmış, çocuklarla büyükler arasında fark görmemiş, daha sonra inen ayetler ise herkesin mirastan alacağı payı belli etmiştir. Akraba içinde kendilerine miras düşmeyecek olanlar vardır. İşte miras taksim edilirken orada bulunan fakat miras payı olmayan yakınlara, yetimlere ve yoksullara da bir şeyler verip onların gönülleri hoş edilmelidir.

Bu insanlar yoksul ise kendilerine bir şey verilmemesinden burukluk duyar. Pay sahiplerinin aldıkları hisselerde gözleri de kalabilir. Bu bakımdan onların hoşnut edilmesi gerekir. Ölmek üzere olan insan, varislerine zararlı vasiyet yaparsa yanında bulunanlar, onu ikaz edip vasiyeti düzeltmeye çalışır, çoluk çocuğunun durumunu düşünmeye yöneltebilirler. Hatta bu onların görevidir.

Yazının devamı...

Bu nasıl zihniyet?

SORU: Komşularımız zaman zaman biraraya gelerek ölmüşlerin ruhuna Kur’ân okuyor. Yine böyle bir ortamda Kur’ân okuyan kadın, evde erkek olmamasını, varsa kapıların kapatılmasını istedi. Yaşadığım bu olayı dayanamayıp sorduğum kişi, erkeğin kadına namahrem olduğunu, kadının sesinden etkilendiğini, Kur’ân’ın da böyle yazdığını söyledi. Hangi akla ve mantığa böyle bir zihniyeti sığdırıyorlar? (Nurten Atagül)

CEVAP: Kur’ân’a göre kadının sesi haram değildir. Ahzab Suresi’nin 53. ayetinde müminlere, Peygamber’in hanımlarının yanına izinsiz girmemeleri, onlardan bir şey sorarken perde arkasından sormaları emrediliyor. Burada kastedilen perde, peçe değil, kapı veya kapı yerine asılan perdedir. Bu söylemden kadının sesinin haram olmadığı açıkça anlaşılır.

Çünkü Peygamberin hanımına soru soran erkek, elbette ondan cevap alacaktır. Yoksa sormasının ne anlamı kalır? Peygamber’in eşleri taşradan gelen erkeklere Peygamberimizin aile içindeki yaşamını anlatmışlardır. Hatta Hz. Ayşe orduya hitap etmiştir. İslâm fıkhına göre kadın ezan ve kamet okuyabilir, bazı imamlara göre erkeklere namaz bile kıldırabilir. Ama bizde git gide dozu artan bir hurafe din geliştiriliyor.


Ölüye Yasin okumak

SORU: Yasin okumak gerçekten ölmüşlerimiz için faydalı mı? (Yasemin Karaali)

CEVAP: Kur’ân ölü kitabı değil, hayat kitabıdır. Biz onu ölü kitabı haline getirdik ama Peygamberimiz ölülerin ruhuna Yasin okumadı. Yalnız ölmekte olanlara Yasin okunmasını tavsiye ettiğine dair bir rivayet var. Yasin Suresi’nin baş tarafında Kur’ân’ın Allah tarafından indirildiği vurgulandıktan sonra ölmüşlerin diriltilecekleri, insanların yaptıkları eylemlerin ayrıntıyla bir ana kitaba kayedildiği, ardından Peygamberlerin insanları Allah’a kulluğa çağırdıkları, onları dinlemeyenlerin sonunda mahvoldukları belirtilir. Ve ölmüş gibi görünen toprağın canlandırılması, ahiretin kanıtı olarak sunulur. Güneşin, ayın ve tüm yaratıkların Allah’ın buyruğuna tabi oldukları belirtildikten sonra bir gün ölenlerin yattıkları yerden kaldırılacakları söylemiyle çok çekici bir ahiret sahnesi başlatılır. Ve Allah’ın ölenleri diriltmeye kadir olduğu, bu işin Allah için zor olmadığı çünkü O’nun “Ol” demek istediği her şeyin derhal olacağı ve insanların Allah’a dönecekleri vurgusuyla sure sona erer.

Yazının devamı...

Kadere inanan kederden uzak olur

SORU: Televizyonda izlediğim programa telefonla bağlanan bir bayan, ölen yakınları için sürekli ağladıklarını, bunun günah olup olmadığını sordu. Hoca, günah olmadığını söyledi. Doğru mu?

CEVAP: Ölenin arkasından ağlamak günah değil, dövünmek, saçı başı yolmak günahtır. Ayrıca ilk anda ağlamak insanın doğası gereğidir. Peygamberimiz de ölen oğlu için ağlamış, “Sen bize ağlamamamızı söylerken sen de ağlıyorsun” diyenlere, “Ben size ağlamayın demedim, dövünüp saçınızı başınızı yolmayın dedim” buyurmuştur.

Ancak sürekli ağlamak da bir çeşit Allah’ın takdirine isyan sayılır. Kadere inanan, kederden uzak olur. Hz. Ali, oğlunu kaybetmiş birini taziye ederken demiştir ki: “Eğer sabredersen üstünden kaza (Allah’ın takdiri) geçti, sabrına karşılık mecur olursun (sevap alırsın). Ama sızlanırsan yine kaza geçti (gideni geri getiremezsin) üstelik de mezur (günahkâr) olursun.”







‘Babama karşı öfke duymam günah mı?’

SORU: Babam 40 yıldır dayakla, küfürle, kötü sözle ve psikolojik baskıyla anneme işkence eden biri. Takdir edeceğiniz gibi biz de çok kötü çocukluk dönemi geçirdim. Şu an 28 yaşındayım. Annem felçli. Ama babam hâlâ işkencesine devam ediyor. Ona karşı çok öfkeliyim ve bazen bu öfkemi yüzüne karşı söylüyorum. Babama karşı böyle davranmam günaha girmeme sebep olur mu? (Z. Ç.)

CEVAP: Babanız eğer hasta annenize işkence yapıyorsa buna engel olmalısınız. Çünkü Peygamberimiz bir kötülük gören kişinin bunu eliyle değiştirmesini, bunu yapamazsa diliyle kınamasını, bunu da yapamazsa o eylemden içinden nefret etmesini emretmiştir. Göz göre göre babanızın, hasta annenize işkence yapması kabul edilemez. Buna engel olmanız gerekir ama babanızı incitmek de doğru bir davranış olmaz. Ona kızmadan, kötü söz söylemeden annenize yaptıklarınnın yanlış olduğunu anlatmaya çalışın.

Yazının devamı...

Ehl-i Beyt’in kimliği

SORU: Bir yazınızda “Sahabilerin dahi dereceleri vardı. İlk muhacirler, ilk ensar ve onlardan sonra gelenler. Herhalde Hz. Ebubekir veya Ali ile sıradan sahabiler bir değildir” demiştiniz. Hz. Ali’yi sahabi mi sayıyorsunuz? Birçok kitapta Peygamberin, amcasının oğlu Hz. Ali’yi Ehl-i Beyt’ten saydığını okudum. Bunlarda Ehl-i Beyt’ten olanlar 1- Peygamber efendimiz,
2- Hz. Ali, 3- Fatıma, 4- Hasan, 5- Hüseyin olarak yazılmıştı. Siz Hz. Ali’yi Ehl-i Beyt’ten saymıyor musunuz? Ehl-i Beyt’i kimler oluşturuyor? (Feyyaz Kantarcı)
CEVAP: Sahabi, Hz. Peygamber’in yanında olan, onu gören ve inanan arkadaşları demektir. Peygamber’i görüp ona inanan ve onunla beraber bulunan tüm Müslümanlara sahabi denir. Hz. Ali’nin Ehl-i Beyt’ten olması, sahabi olmasına engel midir ki böyle bir şey düşünebiliyorsunuz? Gelelim Ehl-i Beyt’in kimliğine... Ahzab Suresi 33’üncü ayette, “Ey ev halkı, Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor” buyuruluyor. Bu ayet, önceki ayetlerin bağlamı içindedir. Konu Peygamber hanımlarının ahlak ve davranışlarıyla ilgilidir. Daha önce Peygamber hanımlarına, kendilerinin sıradan kadınlar gibi olmadıkları anımsatılır. Bundan dolayı davranışlarına dikkat etmeleri, daima ağırbaşlı hareket etmeleri öğütlenir ve devamında onlara buyurulur ki:

En uygun görüş hangisi?

“Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt (ey peygamberin ev halkı), Allah sizden, kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah latiftir, haber alandır” (Ahzab: 33-34). Burada “Ehl-i Beyt” yani ev halkı tabiriyle Peygamber’in hanımlarının kastedildiği gayet açıktır. Çünkü ayetlerin konusu onlardır. Yukarıdan beri hitap onlaradır. Ayetlerin devamında da yine onlara, evlerinde okunan ayetlerin ve hikmetin değerini bilmeleri hatırlatılıyor. Elbette Peygamberimizin kızları, çocukları onun Ehl-i Beyti’dir. Bu hususta en uygun görüş şudur: Allah Elçisi’nin evladı, eşleri, torunları Hasan ve Hüseyin, damadı Hz. Ali onun Ehl-i Beyti’dir. Küçüklüğünden beri Peygamber’in yanında büyüyen ve onun amcasının oğlu, en sevdiği kızı Fatıma’nın kocası olan Hz. Ali de Peygamber’in Ehl-i Beyti’ndendir. İbn Kesir’in dediği gibi hem zevceleri hem de yakın akrabası Ehl-i Beyti’ndendir.

Yazının devamı...

Ölmüş kimsenin yerine hac olur mu?

SORU: Yaklaşık 10 yıl önce vefat eden teyzemin eşi, sağlığında hacca gitmek istemiş ama nasip olmamış. Teyzem önümüzdeki yıl hacca gidecek. Acaba ölen eşinin yerine kardeşini götürebilir mi? (Serpil Oğuz)

CEVAP: Enişteniz eğer birinin hacca gönderilmesini vasiyet etmişse onun parasıyla gönderilir. Yani vasiyeti yerine getirilir. Ama böyle bir vasiyeti yoksa herkesin ibadeti kendisinedir. Yerine gidecek kişi kendi yerine hacceder. Dilerse eniştenizi de anar, ruhunun şad olmasını diler. Yani haccın sevabından enişteniz de nasiplenir. Yoksa kimse kimsenin yerine namaz kılamaz, oruç tutamaz. İbadet, ruhu temizleyen eylemdir.

Sizin bedeniniz kirlendiğinde ben sizin yerinize yıkanırsam sizin bedeniniz temizlenmiş olur mu? Bir düşünün. Sizin ruhunuz manen kirlenmişse benim ibadetim sizin ruhunuzu temizler mi? İşte işin püf noktası burasıdır. Yoksa bir hadis var. Bir kadın ölmüş babasının yerine haccedip edemeyeceğini sormuş. Peygamberimiz bunu yapabileceğini söylemiş. Ama bu bir rivayettir. Doğru da olabilir, yanlış da... Kaldı ki bunun tersine, kimse kimsenin yerine ibadet edemeyeceğine dair hadisler de var.







Adak kurbanı vaciptir

SORU: 10 yıl önce kurban keseceğime söz vermiştim. Bu adağımı yerine getiremedim. Ne yapmalıyım? (Aydın Gürel)

CEVAP: Siz kurban kesmeyi adamışsınız. Bayram kurbanı başka, adak kurbanı başkadır. Bayram kurbanı sünnettir. Ama adak kurbanı vaciptir yani sünnetin üstünde bir yükümlülüktür. Kurban kesmeniz gerekir. Adak kurbanının zamanı yoktur. Ne zaman imkân bulursanız o zaman kestirirsiniz. Bu iş o kadar da zor değil. Bir hayvan alırsınız ve bunu kestirip etini fakirlere dağıtırsınız. Kendiniz, çocuklarınız ve ana babanız yiyemez.







Çocuk üzerine yemin

SORU: Ablamla tartışırken beni bir daha evine almayacağına dair çocuğunun üzerine yemin etti. Bu yemin yüzünden evine gidemiyorum. Ne yapmalıyız? (Müzeyyen Türüt)

CEVAP: Çocuk üzerine yemin olmaz. Herhangi bir yaratık üzerine yemin olmaz. Yemin, Allah adına olur. Ablanızın yaptığı yemin geçerli değildir. Ama içinizin rahat etmesi için on fakire 5’er lira yahut bir fakire 50 lira verin veya üç gün oruç tutun.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.