Şampiy10
Magazin
Gündem

Işıksız güneş olmaz

SORU: “İnsanoğlu neden bu dünyaya gönderildi” sorusuna herkes “sınanmak için” diye cevap veriyor. Allah, bizim yarın ne yapacağımızı ne olacağımızı biliyor, peki o zaman bizi niçin sınıyor? (Tansel Parmanides)

CEVAP: Bu soru bana belki yüzlerce kez sorulmuş ve cevabı verilmiştir. “Soru ve Cevaplarla İslâm” adlı eserimi okuyun veya gazetedeki yazılarımın arşivine girin. Aradığınız cevabı bulursunuz. Bu konuda özetle şunları söyleyeyim: Işıksız güneş, yaratıksız Allah olmaz. Bu cevabı bir düşünün. O zaman Allah’ın niçin bizi yarattığı anlaşılır. Allah bizi, bizim anladığımız manada imtihan etmek için değil, kendisini göstermek, isim ve sıfatlarını açığa çıkarmak için yarattı. Yaratıksız olarak acaba tek başına kalsaydı O’nun yaratıcılık, yaşatıcılık, besleyicilik, bilicilik ve benzeri sıfatları eyleme geçer miydi? Eğer Allah’ın olmadığına hükmederseniz veya Allah düşüncesini insanların yarattığını söylerseniz her şeyi halletmiş olacağınızı mı sanıyorsunuz?

Eğer Allah’ı kabul ediyorsanız yaratıklarını zorunlu olarak kabul edeceksiniz. Yaratma gücü olmayan varlık Allah olamaz. Yaratma gücü olunca da mutlaka yaratıkların olması gerekir. Lamba var ama ışığı yok. Ona lamba denir mi? Güneş var ay var ama ışıkları yok. Onlara güneş ve ay denir mi? İşte yaratığı olmayan varlığa da Allah denmez. Şimdi şu kudsi hadisi düşünelim: “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim, bilinmek için yaratıkları var ettim.”







Olağanüstü sözler

SORU: Kur’ân’ın birçok ayetlerinde “ayet” diye bir kelime geçiyor. Ayet ne demek? (Osman Senai Arıkan)

CEVAP: Ayet işaret, harika olay, mucize, bir şeyin varlığının kanıtı demektir. Tüm doğa olayları, yaratıklar Allah’ın varlığının kanıtıdır. Çünkü bunları yapmak, yaratmak ince bilgiyi, gücü ve hikmeti gerektirir. Bu bakımdan Kur’ân, bütün doğa olaylarını, tek tek tüm varlıkları birer ayet (Hakk’ın varlığının harika göstergesi) kabul eder. İlahi kitapların cümlelerine, özellikle Kur’ân cümlelerine de ayet denilir. Çünkü bunlar sıradan söz değil, olağanüstü söz, Allah’ın bir mucizesi ve Hz. Muhammed’in peygamberliğinin de kanıtıdır. İslâm tarihi boyunca tarihçilerin, hukukçuların, filozofların, din-bilim adamlarının ilham kaynağı olan Kur’ân’ın her cümlesi bir ayettir.

Yazının devamı...

Kuşku insanı mutsuz eder

DÜNDEN DEVAM
Gerek doğu gerekse batı filozoflarının büyük çoğunluğu Allah’ın varlığını kabul eder. Sokrat’ı, Eflatun’u, Aristo’yu, H. Bergson’u, Jordano Bruno’yu, Dekart’ı, Einstein’ı düşünün. Doğu ve batı filozoflarının büyük çoğunluğu temel görüşlerini dinden almışlardır. Bu kadar filozofun, bu kadar bilim adamının temel dayanağı, içinde yetiştikleri din kültürüdür. Kur’ân olmasa acaba Farabi, İbn Sina, Gazali, İbn Rüşd, İbnTufeyl, İbn Arabi, Mevlana, Hacı Bektaş, Yunus olur muydu? Çünkü bunlar hep ilhamlarını Kur’ân’dan aldılar. Şimdi siz veya daha genel söyleyelim bazı “saman çöpü etmez” bilgileriyle dünyayı yaratmış gibi böbürlenenler Kur’ân’dan kuşku duyuyorsunuz.

Onlar acaba Kur’ân’dan kuşku duysalardı o derin düşüncelere ulaşabilirler miydi? Çünkü bunlar bilimlerine, araştırmalarına Kur’ân ile başladılar. Kur’ân onların bilgilerini geliştirdi, gönül gözlerini açtı. Böylece onlar, düşünce denizinden insanlara ışıklar sundular. Kuşku size hiçbir şey kazandırmaz. Dünyada huzursuz, ahirette ise mutsuz eder. Vazgeçin bundan. Sımsıkı ve sarsılmaz bir imanla dine ve Kur’an’a sarılın. Bu milletin huzuru Kur’ân’a ve değerlerimize bağlanmaktadır.

Bakın, fitne ve fesat kişilerin kandırışına aldanarak dinini değiştirmiş olan bir kimse sonunda içine düştüğü pişmanlığı nasıl ifade ediyor: “Sayın hocam, ben yıllar önce cahilliğimin ve bilgisizliğimin de etkisiyle çok büyük bir hata yaptım ve Müslümanlıktan Hristiyanlığa geçtim. Yıllar sonra yaptığım hatayı anladım ve pişman oldum. Şimdi yeniden Müslüman olmam için ne yapmalıyım. Benim Allah katındaki durumum nedir? (Ö.T.)”

Kendisine şu cevabı verdim: Yeniden Müslüman olmak için yapacağınız şey gayet basit. Hemen gönülden ve kuşkusuz biçimde “La İlahe İllallah Muhammedün Resulullah: Allah’tan başka tanrı yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir” diyecek, dilinizle bunu söyleyecek ve kalbinizle de doğrulayacaksınız. Böyle inanacaksınız ve Kur’ân’ın emirlerini tutup yasaklarından kaçınacaksınız. Yani namaz kılacaksınız, oruç tutacaksınız ve elinizden geldiğince ibadetlerinizi yapacaksınız. İslâm’a dönmenin başka bir şartı yoktur.

Yazının devamı...

İnkârcılar fitne, fesat, kuşku ve huzursuzluk üretir

Bir haftadan beri dini konularda içine kuşku düştüğünü, ibadetlerini sorguladığını, nerdeyse çıldıracak duruma geldiğini belirten okurum A.Z.B diyor ki: “Dua ederken sürekli dualarım bölünüyor. Beynim ’ya yoksa’diye sorguya başlıyor. Deli olacak gibiyim. ’Tövbe Allahım’diyorum, ’haşa diyorum’, duaya devam ediyorum ama beynimdeki o sorgulama bitmiyor. Bir ateistle görüşmem de işin cabası oldu. Allah yolundan çıkmak istemiyorum. Sanki bir şeyler kolumdan tutup çekecek gibi... Bu durumdan nasıl kurtulacağım? Dilimden duamı hiç düşürmüyorum. Allah’ım sen beni yolundan şaşırtma diyorum.”

Cevabım şudur: Hanımefendi, ben size ne söyleyeyim? Her şeyi gayet iyi biliyorsunuz ama şeytanın, sizin beyninizi etkilemeye çalıştığını unutuyorsunuz. Şeytan, insanı saptırmak için beynine girer, kan damarlarında dolaşır. Kurtulmanın çaresi “Euzu billahi mineş-şeytanir-recim” demek ve inanarak bunu çok söylemektir. “Ya yoksa” diyorsunuz, peki inanmasanız ve tüm inançtan çıksanız içiniz rahat mı edecek? O zaman bu evren, bu harika olaylar kendi kendine mi oldu? İnsan tesadüfen mi yaratılıyor? Öyleyse niçin bütün canlılarda değişmezlik kanunu var? Niçin insan kâh hayvan, kâh sinek, kâh kuş doğurmuyor da hep insan doğuruyor? Her cins neden kendi türünü koruyor?

İnsanlara ışık tutuyorlar

Doğadaki harika düzen tamamen tesadüf eseri mi? Bir yaratan yok mu? Akıl, bu düzenin tesadüf eseri olduğunu kabul etmez. Öyle ise bir yaratan var. O yaratan var olunca O’nun özel insanlar vasıtasıyla kamu insanlara mesajı olmalı. Bu mesajlar ilahi kitaplardır. Sonuncusu da Kur’ân’dır. Eğer Kur’ân’dan şüpheleniyorsanız o zaman düşünün. Sizden çok çok akıllı insanlar, filozoflar var. İbn Sinalar, Farabiler, İbn Rüşdler, İbn Farıdlar, Gazaliler, İbn Arabiler, Mevlanalar, Yunuslar, Fuzuliler, Şeyh Galibler var. Şimdi siz mi akıllısınız onlar mı? Bakın onlar bin yıldan fazla bir zamandan beri eserleriyle, görüşleriyle insanlara ışık tutuyorlar. Peki inkârcıların tuttuğu bir ışık var mı? Karanlıktan başka! Uyandırmaya çalıştıkları fitne, fesat, kuşku ve huzursuzluktan başka...

* DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Her bid’at kötü değildir

Bodrum’dan Fikret Karataş adlı dostumuz, Kandil münasebetiyle yazdığım yazılarda değişik değerlendirmeler bulunduğunu belirterek şöyle diyor: “Sayın hocam yazılarınızı özen ve dikkatle izliyorum. Sizden olabildiğince yararlanıyorum. Sizi bir konuda anlayamıyorum. Bu nedenle de bazen yanlış değerlendirmelere yöneliyorum. Bildiğim kadarıyla bizce kandil, inanç yaşamımız içinde bir safsatadır.” Sayın Karataş daha sonra 7 Ocak ve 9 Mayıs 2008 tarihli yazılarımda kandil kutlamalarının uydurma olduğunu belirttiğimi ama 3 Temmuz 2008 tarihli yazımda Regaip Kandili’ni övücü söz, barış ve hayır temennileriyle kutladığımı ifade ediyor. Bu nedenle kafasının karıştığını ve kesin yargımın ne olduğunu soruyor.

Cevabım şudur: Ben bu kandillerin bid’at olduğunu söylüyorum ama her bid’at kötü değildir ki... Sünnet değil ama gelenek olmuştur. Minare de bid’attır ama güzel bid’attır. Yüz milyonlarca insan, bu gecelerde daha yoğunluklu olarak Allah’a yönelir, tövbe eder, dini heyecan yaşar. Evlerde dini bir atmosfer eser. Hiç olmamaktansa bu tür geceler vesilesiyle böyle dini atmosferin ve heyecanın yaşanmasının yararı vardır. İnsanlar bu geceyi kutluyorlarsa ve bu vesileyle birbirlerini arıyorlarsa toplumsal kaynaşmaya, yakınlaşmaya sebep oluyor demek bu geceler. Hafız İbn Receb’in, “Letaiful-Mearif” adlı eserinde belirttiğine göre ilk defa Berat Gecesi kutlamasını yapan Madan, Mekhul ve Lokman ibn Amir gibi Şamlı Tabiilerdir.

Onlar bu geceye saygı gösterip çok ibadet yapmaya çalışırlardı. Başkaları da bu gecenin faziletini ve buna saygıyı onlardan öğrendi. Bu, şimdinin işi değil, bin yıldan fazla bir zaman sürecinde oluşmuş bir gelenektir. Bu geceyi ihya hususunda Şam bilginleri arasında iki görüş vardır: Birine göre bu geceyi, mescitlerde cemaatle namaz kılarak ihya etmek müstehabdır. Diğerine göre, bu gece mescitlerde toplanıp cemaatle (nafile) namaz kılmak, vaaz edip hikâyeler anlatmak, dua etmek mekruhtur. Fakat kişi kendi kendine namaz kılabilir. Sahih bir hadiste belirtildiği üzere “Allah, kulunun, kendisi hakkındaki zannı üzeredir.” Milyonlarca insan, inanarak o gece Allah’a yalvarırsa yüce Allah, onların zannını, kendisine güvenini boşa çıkarmaz. İçtenlikle yaptıkları ibadet ve dualarını kabul buyurur.

Yazının devamı...

Bu gece Berat Kandili

İslâm âleminde bu gece Berat Kandili olarak değerlendirilir. Şevkani, Hz. Ayşe’ye dayandırılan, “Şaban’ın orta gecesi Allah en yakın göğe iner, Kelb Kabilesi’nin koyunlarının tüyünden daha çok insanı bağışlar” şeklindeki Tirmizi hadisinin zayıf ve kopuk olduğunu söylüyor. Esasen Allah’ın seher vakti en yakın göğe inip yani kullarına çok yaklaşıp kendisine yönelenleri, mağfiret dileyenleri bağışlayacağını söylediğine dair bir hadis vardır ama bu olay, belli geceye özgü değildir. Yüce Allah, özellikle seher vakitlerinde kendisine yalvaranları daha çok bağışlar. Zaten bu husus, “Gerçekten gece kalk(ıp ibadet et)mek daha oturaklı ve (geceleyin) söz (dua) daha etkilidir” Müzzemmil: 6.) ayetinde de vurgulanmıştır. Amaç da kulları gece ibadetine yöneltmektir.

Ancak Regaip, Miraç ve Berat gecelerine ait özel namazlardan söz eden rivayetlerin hepsi uydurmadır. Güya Peygamber, Hz. Ali’ye “Ey Ali, kim Şaban’ın orta gecesinde yüz rekât namaz kılar da her rekâtta Fatiha’dan sonra on kere ‘kul-huvallahu ehad’ okursa Allah onun her dileğini yapar” demiş. Aklı olan herkesin bu sözlerin uydurma olduğunu derhal anlayacağını belirten Şevkani, kandil geceleri denilen bazı gecelerde şöyle namaz kılınacağı, şu kadar tekbir ve tespih getirileceği hakkındaki rivayetlerin de uydurma olduğunu söyler.

Her mümin istediği zaman istediği kadar ibadet edebilir. Hiç kimse ibadetten men edilemez. Ancak dinde olmayan şeyleri dine sokup dinin sadeliğini bozmak yasaktır. Bu, iyi niyetle de yapılsa sonunda dinin ve Müslümanların aleyhinedir. Bundan dolayı, “Elçi neyi verdiyse onu alın, sizi neden men ettiyse ondan sakının” (Haşr Suresi: 7) ayetinin emri üzere Peygamber’in getirdiği dini, bid’atlardan (katmalardan) uzak tutup onun sadeliğini korumak her Müslüman’ın görevidir. Ne Kur’ân’da ne de sünnette Miraç, Regaip ve Berat gecelerini kutlama diye bir şey yoktur. Bunları özel ibadetlerle kutlamak, büyük bilginler tarafından bid’at sayılmıştır. Bid’at olan bu gecelerde daha çok ibadet etmek değil, bir takım özel namazlar kılmak, ibadetler yapmaktır. Buhari ve Müslim’in “Sahih”lerinde, Hz. Ayşe’den rivayet edildiğine göre Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim dinimizden olmayan bir şeyi ortaya çıkarırsa, o yaptığı iş reddedilir, kabul edilmez.”

Yazının devamı...

‘Allah seni yoksul bulup zengin etmedi mi?’

SORU: Peygamberimiz, Nübüvveti ile hicrete kadar geçen sıkıntılı dönemde geçimini neyle sağladı? (Mehmet Şahin)

CEVAP: Hz. Peygamber 25 yaşındayken ticaret filosuna sahip zengin bir hanım olan Hz. Hatice ile evlenmekle zengin olmuştur. Nübüvvetten sonra ticaret yaptığı hakkında bir kayda rastlamadım. Herhalde buna fırsat da bulamazdı. Çünkü düşmanları çoktu. Artık inanan toplumun lideri olarak o, insanlara doğru yolu göstermekle meşgul oldu ve bu uğurda çok mücadele verdi. Ticaret yapmaya zamanı olamazdı. Hele üç yıllık ambargo dönemini de düşünürseniz ticaret yapma imkânının olmadığını anlarsınız. Ama Hz. Hatice’nin serveti aileye yetiyordu. Nitekim Duha Suresi’nin “Allah seni yoksul bulup zengin etmedi mi” ayetinde Hatice ile evlenmekle maddi imkâna sahip olduğu belirtilir.







Her sure bağımsızdır

SORU: Kur’ân, ayetlerin iniş sırasına göre mi yoksa resmi sıraya göre mi okunmalıdır? Kur’ân’ı daha iyi anlayabilmek için ayetlerin nüzul sebepleriyle mi okumak gerekir? Nüzul sebebi denilen ayetlerin iniş nedenleri güvenilir kaynaklar mıdır? (Kerim Bozkurt)

CEVAP: Siz Kur’ân’ı resmi sıraya göre okuyun. Her sure bağımsızdır. Surenin içeriğini iyi kavrarsanız size yeter. Nüzul sebepleri hakkındaki hikâyelerin birçoğu yakıştırmadır. Bunlara güvenilmez. Her ayetin nüzul sebebi yoktur, olması da gerekmez. Asıl nüzul sebebi, Peygamberimizin görevlendirilmesidir.







Erkeğin saç boyaması

OKURUM Cerrah Gökhan, “saç boyası erkeğe haram mı” diye soruyor. Cevabım şudur: Saçı sakalı boyamak sünnettir. Erkek isterse saçını sakalını boyar. Ancak boyanın yaşına uygun olması gerekir. Hz. Peygamber, Ebubekir’in babası 90 yaşındaki Ebu Kuhafe’nin saç ve sakalının boyanmasını emretmiş ancak siyahtan kaçınmalarını buyurmuştur. Çünkü o yaştaki bir insanın sakalı simsiyah olunca hem yakışmaz, hem de kınanır. Kaldı ki Peygamberin sözü bir haram bildirmez, uygunluk belirtir. Çünkü bu mesele dinin özüne ilişkin bir mesele değil, örfe bağlı bir meseledir. Kur’ân’da boyanın rengi ve çeşidi hakkında bir hüküm veya yasak yoktur.

Yazının devamı...

Büyüyü yasaklayan Kur’ân’da büyü duası veya ayeti olamaz

Okurum Aslı soruyor: “Abdestliyken Kıble’ye dönerek Kur’ân’dan, ’Allahım benim için gerekli olanı bana göster’diye dua edilip herhangi bir sayfa açılıyor. O sayfada çıkan ayetler neyi anlatıyorsa kişi için gerekenlerin ne olduğu anlaşılıyormuş. Bu bende şirk adına büyük bir şüphe uyandırdı. Bu ne derece doğrudur?” Okurumun belirttiğine göre Kur’ân ilmini öğrenen biri bunu, Aslı’nın kardeşi için yapmış. Güya kardeşinde büyü ayetleri çıkmış. Allah’ın hangi ismi çıkarsa o isimle dua edilince kabul edilirmiş. Cevabım şudur: Kur’ân büyü kitabı değildir. Böyle şeyler İslâm’a aykırıdır. Ayrıca bir sayfanın açılmasından manalar çıkarmak insanı yanlış yollara götürür. Birçok hayır işten de geri bırakabilir. Niçin Kur’ân’ı böyle şeylere alet ediyorlar? Öyle bir sayfa açacaksın da oradaki ayetler size mesaj verecekmiş. Kur’ân’ın her sayfasında isteyen istediği mesajı alabilir. Çünkü bu, kişinin yorumuna bağlıdır. Allah’ın falan veya filan ismiyle dua edilirse kabul olurmuş.

Çeşitli rivayetler var

Bu tür iddilar Kur’ân’a ve hadise dayanmaz. Bazı kişilerin görüşleridir. Din konusunda bağlayıcı olan Kur’ân ve hadistir. Ancak bir hadiste Allah’ın en büyük ismiyle dua edilince kabul edileceği belirtilir ama o isim meçhul kalmıştır. Yalnız bu konuda sahabilere dayanan çeşitli rivayetler vardır. Hz. Ayşe’nin rivayetine göre “Allahım senin temiz, güzel, mübarek ve sence en çok sevilen ismin yüzü hürmetine istiyorum ki o isimle sana dua edilince kabul edersin, onunla senden itenince verirsin, onunla senden merhamet talep edilince merhamet edersin, onunla senden kurtuluş istenince kurtarırsın” (İbn Mace, Dua: 9).

Peygamberimiz bu duayı yapan Ayşe’ye, İsm-i Azam’la dua ettiğini söylemiştir. Bu konuda başka rivayetler de vardır. Doğrusu İsm-i Azam’ın hangisi olduğu hakkında kesinlik yoktur. Benim kanaatime göre İsm-i Azam, “Allah” lafza-i celalidir. Özetle müminler, böyle şeylerden vazgeçsinler. Ayrıca büyüyü yasaklayan Kur’ân’da büyü duası veya ayeti de olamaz.

Yazının devamı...

Dünya hayatı büyük fırsattır

DÜNDEN DEVAM
Ölen kişinin ruhu, birkaç saat sonra doğacak çocuğun bilinciyle ilişki kurabilir, onu etkiler. Ona kendi bilgilerini verir. O çocuk da doğduktan sonra kendisinin falan kişi olduğunu sanır ve onun hayatına ilişkin bilgiler de söyleyebilir. Bu aslında reenkarnasyon değil, ruhların etkileşimi, bazı ruhların doğacak çocuğun ruhuyla ilişki kurmasıdır. Doğrusunu isterseniz bu konuda ne kesin bir şey söyleyebiliyorum, ne kesin biçimde reddedebiliyorum, ne de kesin olarak vardır diyebiliyorum. Bir şeyler var ama bu reenkarnasyoncuların iddia ettiği gibi bir ruh göçü değildir kanaatindeyim. Böyle bir şey olsa bile bu, olgunlaşmamış ruhlar için söz konusu olabilir.

Dünya yaşamında olgunlaşmasını tamamlamış olanlar için bir daha dünya yaşamına dönmek söz konusu değildir. Onun için dünya hayatı büyük fırsattır. Şu bunalımlı, sıkıntılı dünya yaşamına dönmemek için insan ruhunu Allah aşkıyla olgunlaştırmalı, kötülüklerden, şeytani düşüncelerden uzak durmalıdır. İsra Suresi’nde bilinemeyeceği anlatılan ruh insan ruhu değil, Hz. Peygamber’e vahiy getiren ruh yani melek Cebrail’dir. Oradaki ruh, “Muhakkak ki o (Kur’ân), âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onu, er-Ruhu’l-Emin (güvenilir ruh, Cebrail) indirdi. Senin kalbine uyarıcılardan olman için” (Şuara: 192-194) ayetlerinde belirtilen ruhtur.


Hamd ile şükürün farkı

SORU: Hamdetmekle şükretmek arasında ne fark var? Halk arasında “hamdetmek, verdiklerinden memnunum, vermeyi eksik etme. Şükretmek, verdiklerinden memnunum, artık bana yeter” anlamına geldiği söyleniyor. Bu doğru mu? (Muammer Sokollu)

CEVAP: Yazdığınız mana yanlıştır. Hamd, övgü demektir. Güzelliğinden, gücünden, kudretinden dolayı Allah’ı övmektir. Bir nimet karşılığında olması gerekmez. Hiçbir nimet vermemiş de olsa yine Allah’a hamdedilir. Çünkü hamde yani övgüye layık olan O’dur. Şükür ise bir nimet, iyilik karşılığında teşekkür etmek demektir. Allah’ın nimetlerine, iyiliklerine şükretmek, nimetin artmasına sebep olur. Çünkü İbrahim Suresi’nin 7’nci ayetinde, “Şükrederseniz nimetimi daha da artırırım. Ama nimetimi tanımaz, nankörlük ederseniz azabım çetindir” buyurulmaktadır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.