Şampiy10
Magazin
Gündem

Sağlığı elverişli olmayan yaşlılar oruca dayanamaz

SORU: 85 yaşındaki büyük babam şeker hastası. Sağlık durumu iyi değil. Ayrıca kalp yetmezliği ve yaşının verdiği birtakım sıkıntıları var. Buna rağmen oruç tutmak istiyor. Geçen sene bu mübarek ayın ilk gününde tutmayı denedi ancak ciddi anlamda sağlık sorunu yaşadı. Sonra tutamayacağını anladı ve orucunu bozdu. Ancak bu sene yine tutmak istiyor. Dinimiz bu durumda olanlara ruhsat tanır mı?

CEVAP: Bakara Suresinin 184’üncü ayetinde, “Oruca güç dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lazımdır” buyurulmaktadır. Artık sekseni geçmiş, günden güne daha güçsüz duruma düşmekte olan insanların, oruç tutma yükümlülükleri yoktur. Hatta bu durumda onların fidye vermeleri dahi gerekmez. Çünkü fidye, oruca dayanabilen ama güçlükle dayanabilen kimselere gerekir. Sağlığı elverişli olmayan yaşlılar oruca dayanamaz. Gönüllerinin huzur bulması için onlar her gün için bir fidye verirler. Babanızın içi rahat olsun. Onun günlük fidyelerini verin. Yani her gün için en az 6-7 YTL’yi bir fakire verin. Kendisi oruç tutmakla yükümlü değildir. Oruç yerine çokça Kur’ân okusun. Namaz kılsın. Allah adını çok çok ansın. Orucun sevabını alır. Allah sağlık ve afiyet versin.


Dövme, namaza ve abdeste engel değildir

SORU: Kalıcı dövme yaptırmak dinimizce caiz mi? Dövme gusül abdestine ve namaza engel teşkil eder mi? (Bekir Süt)

CEVAP: Bu konuyu defalarca yazdım. Dövme, İslâm geleneğinde hoş görülmez ama bunun günahla ilgisi yoktur. Bu bir gelenektir. Şimdi ise moda oldu. Dövme yaptırmak mekruhtur yani hoş değildir ama dövme gusle, namaza, abdeste engel değildir. Peygamberimizin dövme yaptırana, kaş aldırana lanet ettiğine dair rivayetler vardır. Bunların hepsi Peygamber’e iftiradır. Allah’ın, âlemlere rahmet olarak gönderdiği büyük Peygamber kimseye lanet okumaz. Zaten kendisi, “Ben lanetçi olarak değil, Hakk’a çağrıcı ve âlemlere rahmet olarak gönderildim” buyurmuştur.

Yazının devamı...

Uydurmalarla dini bozdular

SORU: “Sen olmasaydın, ben bu kâinatı yaratmazdım” (İmam-ı Rabbani 2/320) ifadesi hadis mi değil mi? (Mevlüt Ataoğlu)

CEVAP: Bu ifade, hadis bilginlerine göre uydurmadır. Aslı yoktur. Sanani, bu sözün uydurma olduğunu söylemiştir. İsterseniz Keşful-Hafa ve Muzilul-İlbas cilt 2, sayfa 164’e bakabilirsiniz. Böyle uydurmalarla dini bozdular, hurafelere belediler. Ben de güzel Kur’ân dinini hurafelerden arındırmaya çalışıyorum. Peygamberimizin, “Uydurduğu yalanı üstüme atan kimse cehennemdeki yerine hazırlansın” şeklindeki ifadeleriyle yalanları halka doğru gibi, Peygamber sözü gibi gösterenler günah işliyorlar. İnsanların vebali onların üzerine olacaktır. Dinde edep şarttır. İnsanın yerini, ilminin derecesini bilmesi büyük edeptendir.

Zekatın ödeneceği tarih

SORU: Zekat nisabını aşan param var. Yakında bir yıl dolacak. Zekat bedelini mutlaka birine nakit olarak ödemeli miyim? Yoksa fakir bir öğrencinin bir dönemlik yemek parasını zekat niyetiyle versem olur mu? Zekat bedelini hesaplarken malın elime geçme tarihindeki değeri mi yoksa zekat ödeneceği tarih mi esas alınacak? (A. Ezel)

CEVAP: Zekatı bir öğrenciye burs olarak da yemek parası olarak da verebilirsiniz. İlle parayı onun eline vermek şart değildir. Önemli olan sizin hesabınızdan zekat miktarının çıkması ve yoksula geçmesidir. Zekat, mala sahip olduktan itibaren bir yıl geçmekle farz olur. Zekatın ödenmesi gereken tarih, ele geçen malın yılını doldurduğu tarihtir.

Bir okura kitap önerisi

İSTANBUL Çengelköy’den bir okurum diyor ki: “Dinimizi daha çok araştırıp bilgi edinmek istiyorum. Bana hangi eserinizi önerirsiniz? İslâm’ın çok güzel bir din olduğunu biliyorum. Allah’ın yolunda ayrılmak istemiyorum.” Cevabım şudur: Dinimizi daha iyi öğrenmek için “Yeni İslâm İlmihali” ve “Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri” adlı eserlerimi okumanızı tavsiye ederim. Vaktiniz olursa 30 ciltlik Kur’ân Ansiklopedisi’ni almanız ve madde madde Kur’ân öğretisini okumanız çok yararlı olur. Ayrıca tasavvuf hakkında da “İslâm Tasavvufu” adlı eserimi okumanızı öneririm. Şu telefonla irtibat kurabilirsiniz: 216 492 66 13. Adres: Nuhkuyusu Cad. No: 267 Bağlarbaşı/Üsküdar/İstanbul.

Yazının devamı...

‘Uydurma şeyler okudukça içimi sıkıntı basıyor’

Hollanda’dan tatil için gelen okurum Emrah Gedik şunları yazıyor: “Sizin de bildiğiniz gibi camilerde hocalar tarafından binlerce hadis rivayeti okunur. İşte bu hadislerden bir örnek: ’Kaş aldıran, vücuduna dövme yaptıran lanetlenir.’ Uhud Savaşı’nda Peygamberimize saldırdılar, dişlerini kırdılar. Sahabilerden birinin, bunu yapan düşmana beddua etmesini önermesi üzerine Peygamberimiz, kendisine bu kadar acı çektirmelerine rağmen diyor ki: “Ben lanetçi olarak gönderilmedim. İnsanlara rahmet olarak gönderildim. Onlar ne yaptığını bilmiyor, bilselerdi yapmazlardı.” Bunu diyen bir peygamber, kendisine o kadar acı çektirenlere lanet okumadı da kaş aldırana, dövme yaptırana mı lanet okudu? Bu kadar sevgi, rahmet dolu Peygamber nasıl böyle söyler?

Bana hiç inandırıcı gelmiyor. Ben bu tür rivayetleri kesinlikle sağlam bulmuyorum. Gönlü Allah sevgisiyle dolu olan, en yüksek ahlak sahibi Hz. Muhammed’in böyle diyeceğine inanılır mı? Güya sağlam denilen Buhari, Müslim hadis kitaplarında mantığa ters düşen o kadar çok şey okuyorum ki içimi sıkıntı basıyor. Ben, Hz. Muhammed’i insanları seven, acıyan, kolaylığı isteyen bir peygamber olarak öğrendim. Bundan dolayı hocaların cemaate bu tür rivayetleri okuyup onları korkutmasını istemiyorum. Biraz dikkatli olmalarını rica ediyorum. Akıl ve mantığa ters düşen şeyleri insanlara anlatmadığınız için size teşekkür ediyorum hocam. Bu söylediklerimde bir hata varsa lütfen düzeltin.

CEVAP: Tamamen haklısınız. 13-14 asır önceki insanların, bulundukları şartlar içinde, gördükleri olaylara tepkilerini belirten bu sözler, maalesef hadis formuna sokularak aktarılmış. O zamanlar pek kimsenin bilmediği bu sözler, zamanla din haline getirilmiştir. Şimdi bu uydurmaları dinden ayıklamak o kadar kolay değil. Karşı çıkanlar, halktan çok bu rivayetlerle şartlanmış olan sözüm ona uzman kişilerdir. Tabii bunları anlatanlar halktan büyük destek buluyorlar, alkışlanıyorlar. İnşallah bu karanlıkları giderecek Hak güneşi, bir gün tam olarak ortada görünür.

Yazının devamı...

Bütün yaratıklar Allah’ın temel yasalarına uyar

* DÜNDEN DEVAM

Dünkü yazımda okurum Yaşar Şan’ın 4 sorusundan birini cevaplamıştım. Okurumun bugün cevaplayacağım üç sorusunu, hatırlatmak amacıyla tekrar veriyorum: 2- Kur’an da “oku”, neden Kur’ân’ın başında yer almıyor da ortalarında yer alıyor? 3- Hz. Peygamber doğarken sünnetli miydi yoksa daha sonra mı sünnet oldu? 4- “Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur. Hepsi O’na gönülden boyun eğmiş bulunuyorlar” (Rum Suresi 26). Bu ayette anlatılmak istenen nedir? Gökleri kastederken uzaylıların olduğu mu anlatılmak isteniyor?

Sünnet olmak gelenektir

CEVAP: 2- “Oku” emri Kur’ân’ın ilk inen suresinin başında vardır. Ama Kur’ân, Hz. Osman zamanında iniş sırasına göre değil, başka kriterler esas alınarak derlendiğinden Alak Suresi, Kur’ân’ın sonuna konulan kısa ayetli sureler arasında yer almıştır. 3- Sünnet olmak, Hz. İbrahim’den kalma bir gelenektir. Arapların hepsi sünnet olurdu. Peygamberimizin çevresi, dedesi babası, amcaları, bütün Kureyş kabilesi sünnet olmuşlardır. Çünkü bu hem Arapların hem de İsrailoğulları’nın köklü geleneğiydi. Peygamberimizin sünnetli doğduğu ise bir temele dayanmaz. Ama her Kureyş çocuğu gibi o da ailesi tarafından sünnet ettirilmiştir.

Rum Suresi 26’ncı ayet

4- Rum Suresi 26’ncı ayetin manası açıktır. Bütün yaratıklar Allah’ın temel yasalarına uyar. Her canlı ölümlüdür. İşte bu bir yasadır. Hiç kimse ölmek istemez ama can taşıyan her varlık ister istemez ölür. Deprem de Allah’ın bir yasasıdır. Bu yasa gereğince yer kabuğu altında çatlamalar, yarılmalar olur. Bu da depremi oluşturur. Kimse depreme engel olamaz. Her canlı zamanla yaşlanır. Bu da Allah’ın yasasıdır. Kimse Yaratıcının bu hükmü dışına çıkamaz. İşte ayette kısaca işaret edilen budur. İnansın inanmasın herkes O’nun buyruğuna uyar. Uymamak kimsenin elinde değildir. Hüküm O’nundur. Gerçek padişah O’dur

Yazının devamı...

Olağanüstü şeyleri yapmak sadece Allah’ın elindedir

SORU: 1- “Mekkeliler Peygamber’den bir mucize gerçekleştirmesini istedi. Peygamber de onlara ayı ikiye bölünmüş olarak gösterdi. Öylesine ki onlar, Hira Dağı’nı bu iki parçanın arasında görüyorlardı.” Bu hadisin açıklaması nedir? 2- Kur’an da “oku”, neden Kur’ân’ın başında değil de ortalarında yer alıyor? 3- Hz. Peygamber doğarken sünnetli miydi yoksa daha sonra mı sünnet oldu? 4- “Göklerde ve yerde bulunanlar O’nundur. Hepsi O’na gönülden boyun eğmiş bulunuyorlar” (Rum Suresi 26). Bu ayette anlatılmak istenen nedir? Gökleri kastederken uzaylıların olduğu mu ifade ediliyor? (Yaşar Şan)

CEVAP: 1- Mekkelilerin isteği üzerine ayın ikiye yarıldığı rivayetinin doğru olduğuna inanmıyorum. Mekkeliler Peygamber’den ayın yarılmasını değil, Kur’ân’ın anlattığına göre (İsra Suresi, Furkan Suresi) dağların kaldırılıp topraklarının düz arazi yapılmasını, ırmaklar akıtılmasını, gökten kendilerine bir kitap indirilmesini istiyorlardı. Kur’ân, onların bu isteklerini sıraladıktan sonra Hz. Muhammed’e hitaben, “De ki subhanellah, ben sadece bir insan elçi değil miyim?” diyor. Yani bunları yapmak benim işim değil, benim görevim hakkı tebliğdir. Böyle şeyleri yapmak Allah’ın elindedir.

Bilgileri yeterli değildi

Allah dilerse yapar. Kur’ân’ın ifadesine göre böyle olağanüstü şeyler yaratılmamıştır. Sebebi de bunu gördükleri halde inkâr edenlerin derhal helak edilecek olmasıdır. Çünkü bu tür şeyleri görüp de inanmayan eski uluslar helak edilmişlerdir. Allah bu kavmi helak etmek istemediği için bu tür mucizeleri yaratmamıştır. Rivayete göre ayın bir parçası gelmiş, Hira Dağı’nın arkasına gizlenmiş. Öteki parçası Peygamber’in koynuna girmiş. Ay, Hira Dağı’nın arkasına sığar mı? Ayda milyonlarca Hira Dağı var. Nasıl Hira’nın arkasına sığsın? Hele ayın Peygamber’in koynuna girmesi ise gülünçtür. Çünkü bunu anlatan kişiler, o zaman ayın küçük bir top kadar veya tepsi kadar olduğunu sanıyorlardı. Bilgileri o kadardı.

Okurumun diğer üç sorusunu yarınki yazımda cevaplayacağım

Yazının devamı...

Kentlerin Anası: Mekke

Okurum Ali Can, Kasas 59’uncu ve Şuara 208/209’uncu ayetleri açıklamamı istiyor. Cevabım şöyledir: “Rabbin, anakent(olan Mekke)de onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe ülkeleri helak edici değildir. Ve biz, halkı zalim olmadan ülkeleri helak ediciler değiliz” (Kasas: 59). “Biz, hiçbir kenti helak etmedik ki onun uyarıcıları olmasın (helak etmeden önce mutlaka uyarıcı gönderdik)” (Şuara: 208). Kasas 59’uncu ayette, Allah’ın insanları uyarmak üzere halkın sık geldiği ve etkilendiği anakent içinde bir elçi görevlendirip onları uyaracağı, hiçbir kavmin uyarıcı gönderilmeden cezalandırılmayacağı vurgulanmaktadır. Allah ancak haksız insanların ülkelerini yıkar.

Düşünceler genellikle ana kentten, büyük şehirlerden yayılır. Bundan dolayı Allah, peygamberleri böyle ana kentlerden çıkarır. İnsanların yetişmesinde sosyolojik ve bilimsel altyapının önemi vardır. “Balık deryada büyür” derler. Bu ayet, Mekkelileri uyarmaktadır. Mekke, o zaman bir ana kentti. Ona “Ummul-Kura (Kentlerin Anası)” denilirdi. İşte Allah, bu ana kentte, çevredeki tüm Arapları uyarmak üzere Hz. Muhammed’i göndermiştir. Şayet Araplar ona inanmazlarsa artık Allah’a karşı ileri sürebilecekleri bir bahaneleri kalmaz. Çünkü gelen elçinin sözünü dinlememiş, böylece haksızlık yapmış ve azabı hak etmiş olurlar. Allah nasıl daha önceki zalimleri sonunda cezalandırmışsa Hz. Muhammed’in mesajına karşı çıkan Mekkelileri de cezalandıracaktır. Bu ayetler Mekke döneminde, Hz. Muhammed ve arkadaşlarının en çok baskıya uğradıkları sıralarda inmiştir.

Şuara 208/209’uncu ayetler de Kur’ân’a inanmayanların basiretsiz davranışlarını kınarken Hz. Muhammed’i de teselli etmektedir. Bundan önceki ayetlerde Allah’ın azabını çabuk istedikleri, o azap geldiği zaman da dünya varlıklarının kendilerini kurtaramayacağı vurgulanıyor. Sonunda da Allah’ın, uyarıcı göndermeden hiçbir kenti helak etmediği çünkü bunun zulüm olduğu, oysa Allah’ın zulmedici olmadığı vurgulanıyor. Eğer Allah bir kente hiç uyarıcı göndermeden halkını helak etse insanlara zulmetmiş olur. Hâşâ O, zalim değildir. Hiç kimseyi haksız yere cezalandırmaz. Bu ayetler de İslâm’a düşman olan Kureyş liderlerinin, bir süre sonra çetin bir azaba çarpılacaklarını ima etmektedir. Gerçekten Allah’ın azabıyla alay edenler, Bedir’de Müslümanların kılıçları altında can vermişlerdir.

Yazının devamı...

Allah’a ulaşan sizin bağlılığınızdır

SORU: Hocam, kurban konusunda bir hoca diyor ki: “Biz kurbanı her ümmete farz kıldık” mealindeki âyeti alıp bu âyete istinaden bayram kurbanını farzdır diyor. Sizin tefsirinize baktım anladığım kadar Hac kurbanı hariç, farz değil diyorsunuz. O hoca, “Kuran kurbanı çeşitli kelimelerle tanımlar” diyor ve çeşitli âyetlere dayanarak farz olduğunu söylüyor. Bizim gibi ümmi insanlar çelişkide kalıyor hocam, bize kesin bunun yolunu anlatır mısınız?
Hüseyin KÜÇÜK

CEVAP: O hoca ne derse desin, yanlış söylüyor. Mensek kurban değil, genel ibadet anlamına gelir. Ayrıca âyette söz edilen Hacla ilgili kurbandır. O da farz değildir. İsteyen keser. Allah’a gidecek olan kurbanın eti, kanı değil, gönüldeki Allah sevgisidir. Âyet böyle söylüyor.
Kevser Suresindeki venhar kelimesi, eli boğaza kaldırmak demektir. Namazla ilgili olarak tekbir almayı ifade eder. Yani orada “Rabbin için namaz kılmak üzere tekbir al” buyurulmaktadır. Siz eğer Yüce Kurân’ın Çağdaş Tefsiri adlı eserime bakarsanız Kevser Suresinin manasını daha iyi anlarsınız.
O zat kalkmış, şimdi kimsenin söylemediği bir sözü ulu orta söylüyor. Hacceden kimse, temettu ve kıran haccı yapıyorsa kurban kesmesi vacib olur. Ama sadece hac yapana kurban gerekmez. Hacda olmayan öteki Müslümanlar için de zengin olan kimsenin, ailesi adına kurban kesmesi farz değil, sünnettir. Bunu ısrar ile farz haline çıkaranlar, hiç kuşkusuz kurbanı çıkar haline getiren derneklerin çıkarına hizmet etmektedirler. Böylece sevgi kaynağı olan İslam, hayvan katliamını teşvik eden bir din gibi gösteriliyor. Oysa Kurân “Kesilen kurbanların ne atları, ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşan sizin bağlılığınızdır” buyurmaktadır.
SORU: Kutsal kitabımızın Türkçe meallerinden anladığım kadarıyla (Bakara, Maide ve Hac surelerinden) hac ibadetinin yapılış şekli anlatılırken kurban kesmekten bahsediliyor. Bu durumda: 1. Hacca gitmemiş olanın kurban kesmesi gerekir mi? 2. Eğer kurban herkes için gerekli ise kurban yerine fakirlere para yardımı yapılsa olur mu?
Nihat KABAOĞLU

CEVAP: Hac yapan kimse eğer yalnız hac yapıyorsa kurban kesmesi gerekmez. Ama Hac ile umreyi birlikte yapıyorsa kurban kesmesi vacib olur. Bunun dışında hacda olmayan zengin müslümanların hac bayramında aile için bir kurban kesmeleri sünnettir.

Yazının devamı...

Kurbanlar atanız İbrahim’in sünnetidir

SORU: Kurban Kuran’da bir emir mi Müslümanlara, yoksa Peygamber efendimiz kestiği için bir sünnet midir? Eğer bir vacip ise kurban kesmede nisap, yani zenginlik sınırı nedir? Bazı memur arkadaşlar borçla, yahut borçları erteleyerek, yahut geleceğin istihkakından kredi kartiyle kurban kesiyor ve sıkıntıya giriyor bunun hükmünü açıklar mısınız? Ayrıca hocam ben Tarım Bakanlığı’nda çalışıyorum. Bizleri ücreti mukabil at yarışlarında görevlendiriyorlar, ücretler yarış gelirlerinden ödeniyor. Tarım Bakanlığı at yarışlarını düzenliyor,Jokey Kulübü at yarışları oyunu oynatıyor, toplanan paranın bir kısmı bakanlık özel fona, diğer kısmı kurumlara ve kulübe aktarılıyor. Bu organizasyonda görev almamızın durumu nedir? M. Fethi Sugözü

CEVAP: Kurban Hz. İbrahim’den kalma sünnettir. Vacip değildir. Hanefîler de dahil, dört mezhebe göre kurban sünnet-i aynı müekkede (kuvvetli sünnet)dir. Ancak Hanefîler Sünneti ayn-ı müekkedeye vâcip demişler. Bana göre kurban sünnettir. Çünkü Peygamberimiz açıkça: “Bu kurbanlar, atanız İbrahim’in sünnetidir” buyurmuştur.

Sünnet-i müekkede olan kurbanı kesen sevap alır, kesmeyen günah işlemiş olmaz, cezaya duçar olmaz. Kurban için, hür olmak, mukîm olmak yani yolcu olmamak ve şer’an zengin sayılacak derecede servet sahibi olmak lâzımdır. Fitre vermesi gerekli olan kimseye kurban kesmek de sünnettir. Bayram sabahı, tüm zorunlu ihtiyaçlarından fazla olarak zengin sayılacak ölçüde parası olan kimse kurban keser. Bu parasının yıllanmış olması gerekmez.

At yarışları Peygamberimiz zamanında da uygulanırdı ve yarışı kazanan ata ödül verilirdi. Bu, Arap ülkelerinde son derece revaçta olan bir müsabakadır. Elbette bu yarışı düzenleyen kurumlar bundan gelir sağlarlar. Bu gelirin kaynağı eğer satılan biletler ise helâldir.

Ancak yarışan atlar üzerine kumar oynamak haramdır. Yarış organizasyonunda görevli olan memurlar, veterinerler görevlerini yaparlar. Onlar emeklerinin karşılığı olan ücreti alırlar. Zaten biletlerden elde edilen gelirler helaldir. Ama birileri yarışan atlar üzerine kumar oynuyorsa o onların sorunudur, size ne? İzleyenlerin hepsi de kumar için yarış izlemez. Özetle Fethi Bey, aldığınız ücret helâldir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.