Şampiy10
Magazin
Gündem

Herkes kendi yaptığından sorumludur

Okurum Tuba Demircan, e-mektubunda önce başını kapatıp ilahi söyleyen ardından da başını açıp pop müziğine başlayan hanımın, televizyonda çıktığı programda başını açma fetvasını benden aldığını söylemesine üzüldüğünü belirtiyor. Tuba H, “Size yapılan iftira boyutundaki bu çirkin davranış de canımı yakıyor” diyor. Sözde şarkıcı hanıma cevabım şudur: O hanım açıkça gerçekleri saptırıyor. Ben onu sadece televizyon programında görmüştüm. O zaman dindarlığından, Allah korkusundan dolayı başını örttüğünü söylemişti. Güya ben ona baş örtüsünün Kur’ân’da olmadığını söylemişim. Ama bunu halka söylemekten çekiniyormuşum yani bir çeşit münafıklık yapmışım. İyi de benim ondan çıkarım ne ki münafıklık yapayım? Benim karakterimde nabza göre şerbet vermek yok. Ben neye inanıyorsam onu söylerim. Eğer bildiğimi söylemekten çekinseydim şimdiye kadar açıkça söylediklerimi ifade etmezdim. O zavallı kadın, dini kendisine alet etmiş. Para kazanmak için başını örtmüş yine para kazanmak için başını açmış. İşte din sömürüsü budur. İnsan inanır başını örter, inanmaz başını açar. Herkes kendi yaptığından sorumludur. Ama “Ben örtülüydüm, sonra Kur’ân’da ört emrinin olmadığını anladığım için başımı açtım” diyerek büyük bir din uzmanı gibi televizlonlarda fetva vermeye kalkmaz. Örtüsünü takıp çıkarmayı reklam malzemesi yapmaz. Er geç bunun hesabını Hakk’ın huzurunda verecektir elbet.





Basit şeylere takılmayın

“GAZETEYLE tuvalete girmek doğru mu” diyen okuruma cevabımdır: Gazeteyle tuvalete gitmekte ne sakınca var? Kur’ân ve hadiste bunun hükmü yok. Tuvalete girerken veya çıkarken dualar okunur. Bunlar sünnettir. Hem tuvalet kötü bir şey değil ki. Yemek yemek ne kadar doğal, hayatın gereği ise tuvalet de öyledir. Doğal olan bir şey niçin kötü olsun? Aslında insanın normal tuvalete çıkabilmesi Allah’ın en büyük nimetlerinden biridir. Kaldı ki tuvalete giderken kafanızda Fatiha Suresi var, namaz sureleri var, dualar var. Bunlar kalbinizde, beyninizde var. Tuvalete giderken bunları beyninizden, kalbinizden çıkarıyor musunuz? Bunlar basit düşünceler. Din bu değil. Din özdür, ruhtur, yaşamaktır, ahlaktır, dürüstlüktür.

Yazının devamı...

Bazı anneler çocuklarını kıskanabiliyor

Annesinin değişik bir karakter taşıdığını, evde özellikle kardeş hanımlarını birbirine düşürdüğünü ve bu yüzden aralarında kırgınlık oluştuğunu belirten okurum, “Öylesine masum bir görüntüyle insanları kullanıyor ki, yapılanın onun tarafından planlandığını anlamak bazen aylar alıyor” diyor. Kendisine karşı daima güler yüzlü olduklarını belirten okurum, “Annemi kırmadan ona bu yaptıklarının yanlış olduğunu nasıl anlatabiliriz? Üç kardeş bu soruna bir çözüm bulamadık. Bu konuda bize bir öneriniz olabilir mi?” diye soruyor.

Cevabım şudur: Annenizi kırmadan ama onun planlarına da alet olmadan hayatınızı sürdüreceksiniz. Ben özel bir reçete bilmiyorum. Bazı kadınlar, süt verip uykusunu feda ederek büyüttüğü çocuğunu başka bir kadınla paylaşmak istemiyor. Her şeyin altında kıskançlık yatıyor. İşte bunu önlemek için annenizin yanında eşlerinize fazla ilgi göstermeyin. Onu memnun edin ama ailenizle de güzel geçinin. Bunu yapan insan hayatın felsefesini bilen kişidir. Ne mutlu ona.

Makbul olanı yapın

SORU: Temmuz ayında evlendim. Düğünden 450 gram altın taktılar. Şu an eşim de ben de çalışıyoruz. Evimiz kira, arabamız yok. Evimiz için aldığımız eşyalara taksit ödüyoruz. Bu durumda altınlarımıza zekât düşer mi? (Ömer Faruk Keskin)

CEVAP: 81 gram altını olana zekât düşer. Ancak zekâtın düşmesi için bu altının veya karşılığı miktarda paranın, kişinin zorunlu ihtiyaçlarından fazla olması ve üstünden de bir yıl geçmesi gerekir. Sizin eviniz yok. Kirada oturuyorsunuz, üstelik borcunuz da var. Bu durumda benim kanaatime göre size ortalama bir ev alacak kadar paraya zekât düşmez. Ne zaman ki bir ev alacak miktarda birikiminiz olur, onu bir kenara ayırırsınız. Bunun üstündeki paraya yüzde 2.5 zekât düşer. Ama siz gönlünüzden koptuğu kadar yardım edebilirsiniz. O elbette daha makbuldür. Allah, cömert kullarını sever.

Yazının devamı...

Nefsin dereceleri

SORU: Bir yazınızda nefsin 7 mertebesinden bahsetmiştiniz. Ancak bunların ilk dördünü anlatmış sonraki iki mertebeyi ise “Bunlar olgunluğun daha üst kademeleridir” diyerek açmamıştınız. “Son kademe Hz. Peygamber’in bulunduğu mertebedir” diyerek

7’nci mertebeyi de izah etmiştiniz. Bu mertebeleri açıklar mısınız?(Süreyya Yazır)

CEVAP: Bu konuda ayrıntı için “İslâm Tasavvufu” adlı eserimi okumanızı tavsiye ederim. Özetle size şunları söyleyebilirim: Mutasavvıflara göre insan ruhu maddeden soyutken çok yüksek bir cevherdi. Buna nefs-i natıka denilir. Bu nefs-i natıka denilen ruh, maddeyle birleşince yedi perdeyle asli halinden perdelenmiştir. İşte nefs-i natıka üzerine çekilen bu perdelerden her biri nefsin bir derecesi sayılmıştır.

Şu halde soyut ruhun tam yedi perdeyle perdeli şekli nefs-i emmare, bu perdelerden birinin kalkmasıyla nefs-i levvame, ikisinin kalkmasıyla nefs-i mülheme, üçünün kalkmasıyla nefs-i mutmainne, dördünün kalkmasıyla nefs-i zekiyye, beşinin kalkmasıyla nefs-i razıyye, altısının kalkmasıyla nefs-i marzıyye hasıl olur. Ruhun yedi perdeyle perdeli hali nefs-i emmaredir. Perdelerden her biri kalktıkça ruha manevi âleminden ışıklar sızar. Nefsin yedi perdeli hali mana âleminden hiçbir ışık sızdırmaz. Perde sayısı azaldığı nispette nefs saflaşır. Bütün perdelerin kalkması halinde nefs-i natıka tamamen nur kesilir ki bu, Hz. Peygamber’in makamıdır.







Allah’ın güzel isimleri

SORU: “Ya hafiyyu” kelimesi yüce yüce Allah’ın sıfatlarından mı? Değilse bu adı anmak şirk mi sayılır? (Yıldız Tayfun)

CEVAP: Hafiyy kelimesi Meryem Suresi’nin 47’nci ayetinde geçmektedir. Hz. İbrahim, çağrısını kabul etmeyen babasına şöyle cevap veriyor: “Selam sana, (esenlik içinde kal), senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O, bana hafiyydir (çok lutufkâr).” Ayette Allah’ın sıfatı olarak geçen hafiyy kelimesi, lütufkâr, iyiliği çok bol, kulunun her halinden haberdar, her şeyi bilen, acıyan, koruyan anlamlarına gelir. Allah’ın güzel isimlerinden hangisiyle dua ederseniz makbuldür. Zira Enam Suresi 180’inci ayette, “En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na o (güzel isim)lerle dua edin ve O’nun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir” buyurulmaktadır.

Yazının devamı...

Dinin özü Allah’ı gönülden sevmektir

Bir okurum, “Çok yakından tanıdığım bir hanım başını örtmeye karar verdi. Şu anda işi gereği yurt dışında olan kocasının düşüncelerini iyi biliyorum. Böyle bir durumu asla kabul etmez. Bu davranış boşanmaya kadar gidebilir. Sizin düşünceniz nedir” diye soruyor. Cevabım şudur: Baş örtüsü takmak Allah’ın emridir ama her zaman yazmış ve söylemişimdir. İslâm’ın ilk emri, olmazsa olmazlarından değildir. Çünkü baş örtüsü zaten Arapların köklü geleneğiydi.

Hür kadınlar başlarını örterlerdi. Baş örtüsünün temel nedeni, kadının hür olduğu anlaşılsın ve cariyelere sataşıldığı gibi bunlara sataşılmasını önlemektir. Ahzab Suresi’nin 59’uncu ayetinden bu husus açıkça anlaşılır: “Ey Peygamber eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle: (Dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar, onların tanınıp incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”

Buna mukabil artık evlenme çağını geçirmiş kadınların, örtü takmalarına gerek olmadığı da Nur Suresi’nin 60’ıncı ayetinde beyan edilmektedir: “Evlenme arzusu kalmamış, oturan (ihtiyar) kadınların, kasten süs göstermeye çalışmadan, dış örtülerini bırakmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama sakınmaları, kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir.” Bu ayetler, baş örtüsü takmanın sebebini açıklamaktadır: Kadına sataşılmasını, laf atılmasını önlemek. Bundan dolayı İslâm hukukunda cariyelere baş örtüsü takma hükmü getirilmemiş hatta Hz. Ömer, başına örtü takmış olan bir cariyenin örtüsünü çıkartmıştır.

Bu hanımın sırf bir baş örtüsü yüzünden yuvasını dağıtması doğru değildir. Şimdilik namazını kılsın, orucunu tutsun. Zamanla kocası da dine ısınır, yumuşar. Gün gelir baş örtüsünü de takar. Kur’ân’a göre zorunluluk karşısında inkâr etmek, haram olan şeyleri yemek de caizdir. Mesela su bulunmayan yerde sadece alkollü içki varsa onu içmek caizdir. İslâm’da şöyle bir kural vardır: “Zorunluluklar yasakları ortadan kaldırır.” Benim kanaatim budur. Ama o hanımefendi ille “ben örterim, isterse kocam beni boşasın” diyorsa o da kendi bileceği bir iştir. Ayrıca kocası müsaade etmediği için baş örtüsü takmadığında günah kendisine değil zorlayana yani kocasına gider. Dinin özü gönülden Allah’ı sevmek, doğru ve dürüst olmaktır.

Yazının devamı...

Milli Eğitim Bakanlığı’nın dikkatine

Milli Eğitim Bakanlığı müfettişlerinden E. C. hoca şunları yazıyor: “Son 10 yılda elimizdeki yetkilerin yarısından fazlası alındı. Ayrıca hiç bir yan ödemeden yararlandırılmadık. Şu anda denetlediğim öğretmenden ve okul müdüründen daha düşük maaş aldığım için utanıyorum. Meslek grubu olarak perişan durumdayız. Toplam 3 bin kişiyiz. Sesimizi kimseye duyuramıyoruz. Bu mesleğe gelebilmek için iki üniversite bitirdim, yıllarımı harcadım. Dünyada böyle bir şey var mı acaba? Lütfen sesimiz olun. Saygılarımla...”

Cevabım şudur: Hocanın gönderdiği hizmet belgesinde yaptığı görevlerdeki başarısı, maaş çizelgesinde de denetlediği kimselerden daha az para aldığı anlaşılıyor. Bu çizelgeye göre Milli Eğitim müdür yardımcısı 1744 YTL, taşra şube müdürü 1619, tam gün tam yıl eğitim statüsündeki okul müdürleri 2158 YTL maaş alırken 1’in 4’üncü derecesindeki ilköğretim müfettişi 1.671, müfettiş yardımcısı ise 1486 YTL maaş alıyor. Benim önerim, yöneticilerin maaşlarını düşürmek olamaz. Adaletin sağlanması için müfettişin maaşını da kabul edilir düzeye yükseltmektir.


Allah kimseye gücünün üstünde bir şey emretmez

SORU: Lise yıllarımdan beri doktor kontrolünde depresyon tedavisindeyim. İlaçlarımı düzenli almam gerektiğinden doktor oruç tutmamı, sağlığım bakımından uygun bulmuyor. Ancak işyerinde bir arkadaşım, “Oruç tutuyor musun, tutmazsan cennete gidemezsin” dedi. Bu söze üzülüyor, vicdan azabı çekiyorum.

Bana ne tavsiye edersiniz? (S. Ç.)

CEVAP: Oruç tutmanızı doktor sakıncalı buluyorsa ve bu durumunuzun düzelme ihtimali de yoksa o zaman siz orucunuzu yiyip yerine fidye verirsiniz. Çünkü Kur’ân, hastalara, güçsüzlere ruhsat tanımıştır. Ama ben size oruç tutmanızı tavsiye ederim. Ancak durumunuz gerçekten müsait değilse sorumlu olmazsınız. Çünkü Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey emretmez

Yazının devamı...

Âdet ibadete engel değildir

* DÜNDEN DEVAM

Lohusa ve âdet halindeki kadının kirliliği inancı, Kur’ân’dan değil, Tevrat’tan alınmadır. Bundan söz etmediğine göre demek ki Kur’ân, Tevrat’ın bu hükümlerini muhataplarından kaldırmışken gelenek, bunları hadisleştirerek fıkıh kuralları haline getirmiştir. Tevrat, lohusa kadını murdar (cünüp) saymaktadır (Levililer: 12/2-5). Yine Tevrat’a göre kendisinden kan gelen (âdetli) kadın, yedi gün murdar olur. Ona dokunanlar da murdar (pis) olurlar. Hatta o kadının oturduğu yatak ya da döşek üzerine bir şey bulaşırsa o şeye dokunan erkek, akşama kadar murdar (pis) olur. Âdetli kadınla yatıp da üstüne bir şey bulaşan erkek de yedi gün murdar (pis) olur (Levililer: 15/19, 23-24).

“Ve eğer bir kadının akıntısı olur ve bedeninde akıntısı kan olursa yedi gün murdarlığında kalacak ve ona her dokunan akşama kadar murdar olacaktır” (Levililer: 15/19).

“Bir kadın gebe kalır, çocuk doğurursa âdet murdarlığı günlerinde olduğu gibi murdar olacaktır. Fakat çocuk doğurursa iki hafta murdar olacak ve altmış altı gün kendi tathiri kanında kalacaktır” (Levililer: 12/2, 5).

Kur’ân âdetli kadının murdar olacağından söz etmez. Ancak âdet halindeki kadınla yatmanın, kadına eziyet olacağını, bu yüzden âdetli kadınla yatmaktan uzak durulmasını emreder (Bakara: 92/222). Tevrat’ın, âdetli kadının pis olacağı hükmü de hadis şekline getirilmiştir. Özetle âdet ibadete engel değildir. Oruç da tutun, namaz da kılın. Bunlar güzel şeylerdir. O durumda kadın özürlü hükmündedir. Özürlü, her namaz vakti için bir abdest alıp o vakit içinde tüm namazları kılar. Orucunu da isterse tutar. Çünkü hasta gibidir. Eğer gücü yetiyor, dayanabiliyorsa tutar.

Cünüp olan kimsenin dahi su bulamadığı takdirde, Kur’ân’ın hükmüne göre teyemmüm edip namazını kılması gerekirken âdetli kadın cünüpten daha mı kötü durumdadır ki namaz kılamasın, oruç tutamasın? Bir iki kişinin dünya kadar çelişkili rivayeti, Kur’ân’ın üstüne çıkarılıyor. Maalesef rivayetler dinleştirilmiş. Âdetlinin ibadet edemeyeceği hükümleri hep Tevrat’tan esinlenmedir. Ben bunu Kur’ân Ansiklopedisi’nde açıkladım. Siz bu konuyu ansiklopedideki “Hayız” ve “Âdet Hâli” maddelerinden okuyabilirsiniz. Ayrıca “Soru ve Cevaplarla İslâm” adlı eserimde de bu sorularınızın hepsinin ayrıntılı yanıtları vardır.

Yazının devamı...

Âdetli kadın özürlü sayılır

DÜNDEN DEVAM
İnsanın isteği dışında oluşan özür, ibadete engel değildir. Hz. Peygamber, düzensiz âdet gören kadına, yıkanıp namaz kılmasını emretmiş ve bu kadın, her namazında yıkanarak (veya abdest alarak) namaz kılmıştır. Düzensiz âdet görmeyle düzenli âdet görme arasında ne fark vardır? İkisinde de kadından gelen kan, aynı kandır. Gelen kan, pis görüldüğü için bu kadına, temizlenip yani abest alıp namazını kılması emredilmiştir. İnsanın elinde olmayan bir hal, neden onun ibadetine engel olsun? Düzensiz âdet görme özür sayılıyor da normal âdet görme neden özür sayılmasın? Aşağıdaki rivayet, Hz. Peygamber’in normal âdeti özür saydığını kanıtlar: Âdet halinde bulunan Hz. Ayşe, mescitte bulunan Peygamber’in başını yıkayıp tarardı. Peygamber, âdetli Ayşe’ye, “Mescitten bana humre(seccade)yi getir” demiş. Ayşe, âdetli olduğunu söylemiş. Peygamber, “Âdet, senin isteğinle olan bir şey değildir. Sen mescide git, seccadeyi getir” demiş.

Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinde ne âdetin süresinden, ne de âdetliyken Kur’â’n okunamayacağından, namaz kılınamayacağından, oruç tutulamayacağından söz edilir. Âdet, tıpkı idrar tutamamak gibi bir özürdür. Özürlü erkek ibadetten muaf tutulmaz, sadece her vakit için abdest alır. Kendi içinde olağanüstü çelişkili olan bu kişi rivayetleriyle maalesef din bozulmuş, Kur’ân’ın söylemediği şeyler dine sokulmuştur. Kur’ân, âdetli kadının neyi yapamayacağını söylüyor, o da cinsel ilişkidir. Kadına eziyet vereceği için erkeklere, bu durumdaki kadınla ilişkiye girmemeleri emredilmiştir. Maksat kadına eziyet vermemek, bir de o durumda kadına karşı bir soğukluk duygusu oluşma olasılığına fırsat tanımamaktır.

Kur’ân-ı Kerîm’de âdetli kadının cünüp olacağına ve âdeti kesilen kadının, cünüplükten yıkanır gibi yıkanması gerektiğine dair bir söylem yoktur. Yalnız kan akması, insanlar tarafından pislik kabul edilir. Özellikle akan kan temizlenmezse o bölgede mikrop üremesine neden olur. Bu bakımdan âyette “Temizlendikleri” yani kan akması durduğu zaman, onlarla cinsel ilişkide bulunulabileceği belirtilmektedir. Elbette akan kan durduktan sonra o bölgenin yıkanması gerekir. Bu, cünüplükten temizlenme değil, kan bulaşıklarından temizlenmedir. Bunu cünüplük hali olarak görmek hatadır.

DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

‘Âdetli kadın oruç tutamaz mı?’

SORU: Bayanların âdetliyken oruç tutmaları dinimizce caiz mi? Bu dönem sancısız geçiyor ve ilaç alınması gerekmiyorsa oruç tutulabilir mi? Mezheplere göre bu durum değişiklik gösteriyor mu? (Nermin K.)

CEVAP: Bunu bir çok kez yazdım. Önceki yanıtlarımı yine hatırlatayım: Kur’ân’da, âdetli kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı hakkında bir hüküm yoktur. Sadece Hz. Ayşe’ye dayandırılan bir rivayet vardır.

O da ilim ifade edecek nitelik ve güçte değildir. Ayşe’den gelen rivayete göre zamansız âdet gören bir kadın (Rivayetlerde bu kadının ismi değişik verilmektedir. Kimine göre Fatıma binti Ebi Hubeyş (Müslim, Hayd: b. 14, h. 62), kimine göre Abdur-Rahman ibn Avf’ın karısı Peygamber’in de baldızı olan Ümmü Habibe binti Cahş (Müslim, Hayd: b. 14, h. 63-64)), Allah’ın Elçisi’ne gelip düzensiz âdet gördüğünü, bu durumda namaz kılıp kılamayacağını sormuş. Allah’ın Elçisi ona,

“O gerçek âdet değildir. Yıkan ve namazını kıl” demiştir (Müslim, Hayd: b. 14, h. 62-64). Bu kadın, her vakitte yıkanıp namazını kılarmış (Müslim, Hayd: b. 14, h. 66).

‘Kaza etmemiz emredilirdi’

Bu rivayeti duyan Abdur-Rahman ibn Hişam, “Allah, Hind’e rahmet eylesin. Keşke bu fetvayı duysaydı. Vallahi bu özründen dolayı namaz kılamadığı için ağlayacak derecede üzülürdü” demiştir (Müslim, Hayd: b. 14, h. 64). Bir başka rivayete göre Hz. Ayşe, “Âdet günlerindeki namazları kaza etmemiz gerekir mi” diye soran bir kadına, “Sen Haruriyye(Hariciler)den misin? Allah Elçisi zamanında biz âdet görürdük. Bize (âdetten sonra) namazımızı değil, sadece orucumuzu kaza etmemiz emredilirdi” demiştir (Müslim, Hayd: b. 15, h. 67-68). İşte âdetli kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı hakkındaki delil, Ayşe’ye dayandırılan bu rivayetlerdir.

Zan ifade eden bu rivayetlerle Kur’ân’ın kesin emri askıya alınamayacağı gibi, bu rivayette âdetli kadının namaz kılamayacağı hakkında bir söylem de yoktur. Sadece âdetli kadının, kılmadığı namazı kaza edip etmeyeceğine dair bir sorunun cevabı vardır. Önce Hz. Ayşe’nin, namazın kazasından söz etmesi de kuşkuludur. Çünkü Peygamber döneminde Müslümanlar, namazlarını özürsüz olarak terk etmezlerdi. Özür dolayısıyla bir iki vakit veya bir iki günlük namazlar da kaza olarak değil, tertiple cem edilerek kılınırdı.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.