Şampiy10
Magazin
Gündem

Atatürk dinle iç içeydi

Tuncay Tezel, Atatürk’ün dini görüş ve düşünceyle ilgili yazısında (ttezel@windowslive.com), Atatürk’ün solcu olmadığını çünkü bir solcunun, hayatının büyük kısmında Atatürk gibi sürekli Allah’ı övemeyeceğini belirtiyor. Atatürk’ün sağcı, muhafazakâr bir insan olduğunu kaydeden Tezel, bütün olayları Allah’a bağladığını, Türk milletini birleştiren çimentonun İslâm olduğunu defalarca vurguladığını belirtiyor. Atatürk’ün dini görüşleri hakkında örnekler veriyor.

“Çanakkale İslâm’la korundu” diyen Atatürk şöyle devam ediyor: “Öleni görüyor. Üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. En ufak bir fütur (yılgınlık) bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur’ân, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyor. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur” (Atatürk’ten Seçme Sözler, Derleyen Cihat İmer, Remzi Kitabevi, 1989, s. 136).

Zaferin büyük payı senindir

Atatürk, Türk ordusunun dindarlığını ve kahramanlığını vurguluyor: “Türk Ordusu! Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için gönül borcumu ve teşekkürümü söylemeyi kendime aziz bir borç bilirim” (Atatürk’ten Seçme Sözler, Derleyen Cihat İmer, Remzi Kitabevi, 1989, s. 138).

Dinimizin akla ve gerçeğe uygunluğunu belirtiyor: “Ey Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Koyduğu esas kanunlar, Kur’ân-ı Azimüşşan’daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Hak’tır”

(Atatürk’ün S ve D. c. 2, s. 93).

DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

İslâm’da kan gütme yoktur

Bir okur diyor ki: “Bir yazınızda, Müslüman nasıl kan davası güder’ diyorsunuz. Ancak Bakara Suresi’nin 178’inci ayeti yorum götürmeyecek kadar açık: Ey iman edenler. Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı...” Cevabım şudur: Ayetin hükmü kanundur. Kasten adam öldürenin cezası elbette idamdır. İdamı mahkeme verir, hükmü de devlet uygular. Orada hitap bireylere değil, İnananlar topluluğunadır. İslâm devletinde haksız yere adam öldüren kimse, mahkeme kararıyla kısasla cezalandırılır.

Bu kan gütme midir? Peygamberimiz Veda Haccı’nda her türlü kan gütmeleri kaldırıp ayaklarının altına aldığını bildirmiştir. Demek biri bir yakınınızı öldürdü mü siz de hemen onu veya yakınını öldüreceksiniz. Mahkeme yok, hüküm yok. Hükmü kendiniz veriyorsunuz. Yani töre cinayeti işliyorsunuz ve buna İslâmiyet diyorsunuz? Böylece toplumda öldürmeler, cinayetler birbirini kovalar. Güvenlik kalmaz, ülke zindana döner. Allah bu tür anlayışlardan Müslümanları korusun. 30 cilt Kur’ân Ansiklopedisi yazdım. 15 ciltten fazla tutan tefsirim var. Ama demek ki ben Kur’ân’ı anlamıyormuşum.


Mehdi ile ilgili rivayetler

SORU: Mehdi hakkında mütevatir derecesinde yüzlerce hadis var. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir? (Meryem Türkoğlu)

CEVAP: O hadislerin hepsi uydurmadır. Mehdi meselesi, Hristiyanlık’tan, Müslümanlar arasına şekil değiştirererk sızdırılmış bir inançtır. Kur’ân’a aykırıdır. İsterseniz Kur’ân Ansiklopedisi adlı eserimi okuyunuz. O rivayetlerdeki çelişkileri göreceksiniz. Ne demek mütevatir? Böyle bir şey yok. Onlar o inançtan yararlanmayı menfaatleri olarak görenlerin yorumudur. Ne mütevatiri? Kur’ân’a ters olan şeyler inanç olabilir mi? Kur’ân, geleceği Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini vurguluyor. Kur’ân, Peygamber’in de gaybı yani geleceği bilmediğini belirtiyor. Hz. Ayşe, “Kim Muhammed yarını bilirdi derse Allah’a iftira etmiştir” diyor. Siz bu uydurmalara mütevatir diyorsunuz. Öyle ise Buhari’de Türkler aleyhinde 16-17 hadis var. Onları öldürmedikçe kıyamet kopmaz deniyor bu rivayetlerde. Şimdi bunların Peygamber sözü olduğunu kabul eder misiniz? Bu tür uydurmalardan Allah’a sığınırım.

Yazının devamı...

Ölenin eylem defteri kapanır

DÜNDEN DEVAM
Ölen kişi, çocuklarının yaptığı hayırlardan, güzel işlerden sevinç duyar. Çünkü çocukları, kişinin uzantısıdır. Onların güzel işleri, hayırları, bir bakıma kendi hayrı da sayılır. Zira kendisi o çocukları öyle hayırlı insanlar olarak yetiştirmiştir. Peygamberimiz buyurmuşlar: “Kişi ölünce amelleri (yani yaptığı eylemleri) kesilir. Eylem defteri kapanır. Yalnız geriye kamuya yararlı sadaka (cami, okul, çeşme, yol, park gibi herkesin yararlanacağı işler), yararlı ilim (yazdığı yararlı kitaplar, yetiştirdiği öğrenciler) yahut kendisine dua eden iyi çocuk(lar) bırakmış olanın amel defteri kapanmaz. Onun ruhuna sürekli sevap gider.”

Göndereceğiniz sevaplarla babanızın günahlarını yok edip edemeyeceğini kimse bilemez. Yaptığınız güzel işlerden ötürü babanız sevinir, sevap alır ama günahları tümden kalkar mı? Mesela haksız yere adam öldürmüş bir kişi, tövbe etmeden ölmüş ise ardından yapılan hayırlarla onun günahı affedilir mi? Bunu bilemem. Bildiğim kadarıyla kişi, ahirette kul hakkına yaptığı tecavüzlerin cezasını görür. Ama Allah dilerse affeder. Kimse burada kesin hüküm veremez.


Kamet okunduktan sonra oturanlar namaza durur

SORU: Cuma namazlarında önce ezan okunuyor sonra da cami içinde ikinci bir ezan okunuyor. Dört rekattan sonra farz için bir ezan (kamet) daha okunuyor. Bu iç ezanlarla ilgili işin aslı nedir? Peygamberimiz zamanında bu tür uygulama var mıydı? Bir namazda üç tane ezan okumanın mantığı nedir? (Mustafa Barut)

CEVAP: Peygamberimiz zamanında hatip hutbeye çıkınca henüz konuşmaya başlamadan ezan okunurdu. Bu, insanları camiye davetti. Onun döneminde hep böyle olmuştur. Hatip konuşmasını bitirdikten sonra okunan ezan değil, namazın başlamasını bildirmektir. Buna kamet denilir. Kamet okununca oturanlar kalkıp namaza dururlar. Hz. Osman zamanında hatibin konuşmasına geç kalanlar için dışarıda bir ezan daha okunması uygun görülmüştür. Maksat konuşma başlamadan birkaç dakika önce insanları camide toplayıp hatibin konuşmasını dinletmektir.

Yazının devamı...

Mirasın üçte biri vasiyete ayrılır

SORU: Bir ay önce babam vefat etti. Ona ait malların 3’te birini hayır için dağıtmam gerektiği söylendi. Miras paylaşımına malın 3’te 2’si giriyormuş. Dinimizde böyle bir farz var mı? Kur’an-ı Kerîm’de bu konuda ayet var mı? Varsa hangi sure ve ayet olduğunu belirtir misiniz? “Devirme” veya “Devretme” diye bir şey duydum ancak ne olduğunu bilmiyorum. Bu konuda da bilgi verir misiniz? Babamın sağken tutmadığı oruçları olabileceği, bunlar için 61 günlük kefaret parası vermem gerektiği söylendi, doğru mu? Babam çocuklarının yaptığı her hayra ortak olabilir mi? Her yapığımızdan onun haberi oluyor mu? Biz onu göremesek de o bizi görüyor mu? Babamın günahlarını göndereceğimiz sevaplarla yok edebilir miyiz? (Aykut Candas)

CEVAP: Size o bilgileri kasıtlı olarak vermişler. Amaçları sizin mirasınızın bir kısmını götürebilmek. Bir insan ölünce eğer sağlığında malının bir kesimini falan kişiye yahut kuruma verilmesini vasiyet etmiş ise önce bu yerine getirilir. Yapılan vasiyet, ölenin bıraktığı malın üçte birini geçerse bunu varisler uygulamak zorunda değillerdir. Ancak mirasın üçte biri vasiyete ayrılır. Bundan fazla olan vasiyete uyma zorunluluğu yoktur. Babanız sağlığında size “Malımın şu kadarını veya üçte birini şuraya verin” diye bir vasiyet yaptı mı? Anladığım kadarıyla babanızın böyle bir vasiyeti yokmuş. Öyle ise kalan malın tamamı varisler arasında paylaştırılır. Ama varisler isterlerse mirastan bir miktarını alıp vefat eden için hayır olarak fakirlere verirler.

Kimse kimsenin yerine ne oruç tutabilir, ne de namaz kılabilir. Parayla ölünün oruç ve namazları affettirilemez. Bunlar uydurma şeylerdir. Hz. Peygamber’in getirdiği İslâm’da böyle uydurmalar yoktur. Kişi ölünce artık defteri kapatılır. Ardından kefaret falan olmaz. Kefareti kişinin kendisi hayatında yapar. Oruç tutmamış ise tutar, namaz kılmamış ise kılar. Tövbe eder, Allah da dilerse affeder. Ama öldükten sonra kimse onun günahlarına, tutmadığı oruçlarına, kılmadığı namazlarına kefaret veremez. İşte hurafecilerin uydurduğu bu tür uygulamalar “İskat” yahut “Devir” adıyla dine sokuşturuldu. İşin ucunda o devri yapanların çıkarı yatıyor. Böyle şeylerden uzak durun. Babanız için yoksullara sadaka verin, burs verin, öğrencilere yardım edin. Yol yaptırın, okul yaptırın ama devir

falan yok. DEVAM EDECEK

Yazının devamı...

Bugünün şartlarını 1400 yıl öncesine götüremezsiniz

OKURUM S. Ö. diyor ki: “Oğlum okul döneminde iki ayrı bankada geçici olarak çalıştı. Artık okulunu ve askerliğini bitirdi. İş hayatına atılmak üzere. Tekrar bankaya girme imkanı var. Fakat bankalar faiz çarkıyla döndüğünden dolayı bu işten hayatını kazanmayı içine sindiremiyor. Ailemizin hiç banka faiziyle işimiz olmadı. Ama iş bulmanın bu kadar zor olduğu bir dönemde onun bankada işinin hazır olması tabii ki bir avantaj. Bu konudaki yorumunuz nedir?” Cevabım şudur: Biz laik devlette yaşıyoruz. Devlet çarkı banka sistemiyle dönüyor. Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar, araba kaskosu, trafik sigortası, memurların maaşları hep kenarından köşesinden faizle ilgilidir. Bu sistemden faizi atmak mümkün değildir.

Bu benim ve sizin elinizde değil, dünyada egemen olan ekonominin gereğidir. Bugünün şartlarını 1400 yıl öncesine götüremezsiniz. Durum çok değişti. Kısaca oğlunuz nerede iş bulursa orada çalışsın. Kendisi sadece bir memurdur, görevini yapar. Faizi alan veya veren memur değil, sistemdir, devlettir, yönetimdir. Emekli Sandığı’nda memur olarak çalışsa aynı şey değil mi? Haram olan faiz, gerçekten yoksula verilen ödünç paradan, değerinin üstünde bir fazlalık almaktır. Sizin oğlunuz böyle bir şey yapmadığına göre nerede çalışırsa çalışsın, görevinin karşılığı olarak aldığı maaş helaldir.

Yazının devamı...

Aile birliğine saygı için...

SORU: Babam iki hafta önce vefat etti. Kaç gün yas tutmalıyız? Biz üç gün diye biliyoruz ama bazı hocalar 4 ay 10 gün diyor. Bu süre içinde annem akrabalarımıza dahi gidemezmiş. Bu doğru mu?

CEVAP: “İçinizden ölenlerin geriye bıraktıkları eşleri, 4 ay 10 gün (bekleyip) kendilerini gözetlerler. Sürelerini bitirince artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir günah yoktur. Allah yaptıklarınızı haber alır” (Bakara: 234). Bu ayette kocası ölen kadının 4 ay 10 gün bekleyeceği, bundan sonra kendisi için uygun olanı yapmakta serbest olacağı buyurulmaktadır. Kocası ölen kadın (yeniden evlenebilmek için) 4 ay 10 gün bir süre bekleyecektir. Bu süre içinde kadının gebe olup olmadığı anlaşılır. Şayet gebe ise “Gebe olanların süreleri de yüklerini bırakmalarına kadardır” (Talak: 4) ayetinin hükmü uyarınca doğuruncaya kadar bekler.

Bazı bilginlere göre kadın bu müddet içinde süslü elbise giymeyecek, koku sürünmeyecek, kocasının evinden ayrılmayacaktır. Diğerlerine göre ise bu süre yas tutmak için değil evlenmemek için konulmuştur. Yas üç gündür. Kocası ölen kadının 4 ay 10 gün evden çıkamayacağını söyleyenler, herhangi bir ayet hükmüne değil, rivayete dayanırlar. Hz. Peygamber’in zevcesi Hafsa, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu aktarmıştır: “Allah’a ve ahiret gününe inanan hiçbir kadının, üç günden fazla yas tutması helal olmaz. Yalnız kocası için yas tutması bunun dışındadır. Kadın kocası için 4 ay 10 gün yas tutar” (Buhari, Cenaiz: 31).

Bunun tersi olan bir rivayet de vardır. Muta Savaşı’nda şehit düşen Cafer’in şehadetinin üçüncü gününde Allah’ın Elçisi, Cafer’in karısı Esma’nın yanına gelmiş ve ona, “Artık bugünden sonra yas tutma” demiştir (İbn Hanbel, Müsned: 6/369). Ayette ise kocası ölen kadının evden çıkamayacağı hakkında hiçbir işaret yoktur. Birbiriyle çelişkili rivayetlerle de kesin hüküm konulamaz. Dini böyle rivayetlerle zorlaştırmanın anlamı yoktur. Yani kocası ölen kadın, kocasının cenaze törenine katılmayacak mı? Kabrine gitmeyecek mi? Kur’ân’ın belirtmediği, açık bıraktığı hususlarda insanlar serbesttir. Ancak Kur’ân’ın beyanına göre kocası ölen kadın, şayet evlenmek isterse en az 4 ay 10 gün bekleyecektir. Gebe olmasa da bekleyecektir. Bu bekleme aile birliğine saygının gereğidir. Ondan sonra dilerse evlenebilir

Yazının devamı...

Eline her kalem alan meal yazarsa sonucu bu olur

SORU: Kurân-ı Kerîm meallerindeki farklılık konusunda bilgilerinizi rica ediyorum. Farklı zamanlarda yapılan meallerde kelimeler değişik olabilir ama anlamca aynı olmalıdır. Örneğin Ahzab Suresi 59’uncu ayetle ilgili iki ayrı meal var. Birincisi: “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” İkincisi: “Ey Peygamber, eşlerine ve kızına ve iman edenlerin kadınlarına de ki, çarşaflarını sıkı örtsünler. Bu onların tanınmamalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır.” Bunlardan hangisi doğru. Bu iki meale göre çok farklı algılamalar yapılabilir. (M. Kemal Güngör)

Orijinale tamamen aykırıdır

CEVAP: Her eline kalemi alan, ticari gaye veya şöhret amacıyla meal yazmaya soyunursa işte böyle olur. Piyasadaki meallerin büyük bir kısmı çarpıtmalarla ve ön yargılarla doludur. Ahzab Suresi’ndeki ayetin orijininde, “En yu’rafne” kelimesi geçer. Temel kelime budur. Bunun anlamı, tanınmaları demektir. Birinci örnek benim yaptığım mealden hırsızlamadır.

Şimdi o konuda benim mealimi aktarıyorum. Karşılaştırın, hırsızlamayı görürsünüz: “Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle, (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar onların tanınıp incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (Ahzab: 59).

Öteki meal örneği ise yanlıştır. Orijinale aykırı olduğu gibi anlamsızdır da... Ayet, hür kadınların örtünmelerini emrediyor. Çünkü o toplumda kadın örtünürse hür olduğu bilinir ve gençler onun ardına düşmezlerdi. Ama örtünmezse onu cariye sanır, ardına düşer, sataşırlardı. O zamanki toplumun değeri buydu. Şimdi “tanınmamaları” şeklinde bir mana bu anlayışa uyar mı? Bunu tanınmamaları şeklinde çeviren ya bilgi eksikliğinden veya kasten çarpıtmıştır. Gerisini siz hesap edebebilirsiniz.

Yazının devamı...

En makbul dua namazdır

Okurum Mehmet Öztürk soruyor: “İşim gereği namazlarımın çoğunu yatsıdan sonra kaza olarak kılıyorum. Sadece bildiğim 8-9 duayı okuyorum. Namazlarım kabul olur mu?” Cevabım şudur: Acele veya çok önemli bir iş, yolculuk gibi bir özür dolayısıyla vaktinde kılınmayan namazlar, günün sonunda cem edilerek kılınabilir. Ama bu kaza değil, cem yani namazları birleştirmedir. Peygamberimiz, Hendek Savaşı’nda böyle yapmıştır. Ama bunun sürekli alışkanlık haline getirilmesi doğru değildir. Namazdan önemli hiçbir şey yoktur. Elinizden geldiğince her namazı vaktinde kılın.

Sabah namazı başka namazla birleştirilmez. Vaktinde yani güneş doğmadan kılınır ve en önemli namazdır. Öğle ve ikindinin vakti, zevalden güneş batımına kadardır. Efdal olan bunların her birini fıkıh kitaplarında yazılan vakitleri içinde kılmaktır. Ama iş dolayısıyla bu iki namaz birlikte de kılınabilir. Ayrıca akşamla yatsı da yine birleştirilerek kılınabilir. Namazlar beştir. Ama bu beş namaz, üç ana vakit içinde kılınabilir. Namazda bir uzun ayet veya bir uzun ayet kadar üç kısa ayet okumak yeterlidir. Fakat sizin ezberinizde yeterli ayet yoksa mushafa bakarak da okuyabilirsiniz. Yeter ki siz namaz kılın, Allah ile iletişim sağlayın. Namaz, en makbul duadır.



Akıtılmış kan pistir

DİNÇER Özyünlü, “İnsanın kendi kanı abdestini bozar mı? Bu hüküm Kur’an’da var mı” diye soruyor. Cevabım şudur: Kur’ân’a göre akıtılmış kan yani damardan çıkıp dışarıya akmış kan murdardır, pistir. Hikmet sağlık açısındandır. Çünkü açık havada kalan kan mikrop kapar. Gerçekten murdar olur. Ama damardan şırıngayla çekilen kan pis değildir. Fakihlere göre çıkan kan yerinde kalmışsa abdesti bozmaz ama akmışsa bozar. Fakat Kur’ân’da kanamanın abdesti bozacağı hakkında bir hüküm yoktur. Kur’ân’a göre abdesti bozan iki şey vardır: Büyük, küçük abdest. Maide Suresi’nin 6’ncı ayetinde, “Eğer hasta yahut yolculukta iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse yahut da kadınlara dokunmuşsanız (bu durumlarda) su bulamadığınız takdirde temiz toprağa teyemmüm edin” buyurulmaktadır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.