Şampiy10
Magazin
Gündem

Neden ‘Deyiniz’ sözcüğü yok’

SORU: Fatiha Suresi 6’ncı ayette, “Bizi doğru yola ilet” ifadesinden önce neden ‘deyiniz ki’ yok? Aynı sorum Bakara Suresi’nin son ayeti için de geçerlidir. Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. “Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen bizim mevlamız(sahibimiz, efendimiz)sin. Kafirler toplumuna karşı bize yardım eyle.” (Orhun Susam)

CEVAP: Yazdığınız ayet, dua ayetidir. Fatiha da duaların en güzelidir. Dua, kuldan Allah’a olur. “Bizi doğru yola ilet” bir dua, burada “deyiniz ki” dersek duanın üslubu bozulur. Dua formatına uygun düşmez. Her ayetin başına deyiniz sözcüğünün konulması da gerekmez. Biraz daha derin öğrenmek istiyorsanız “İslâm’da Güncel Tartışmalar” veya “Gerçek Din Bu” adlı kitaplarımı okuyun.







Namazda dua ayetleri Türkçe okunabilir mi?

SORU: Namazda Elhamı, İhlası, Felak ve Nas sureleriyle Ettayatü duasını Arapça Kur’ân’da yer alan dua ayetlerini Türkçe okuyorum. Örneğin, “Ey rabbimiz bize dünyada güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru.” Bazı kişiler “Namazda Arapça’dan başka dua okunmaz” diyor. Bu doğru olabilir mi? (Kazım Aslan)

CEVAP: Namazda Kur’ân okumak farzdır. Dua ve tesbihler ise sünnettir. Namaz sahih olacak kadar Kur’ân okuduktan sonra yazdığınız dua ayetlerini ve diğer dua ve tesbihlerini Türkçe de okuyabilirsiniz. Hangisi sizi daha çok etkiliyorsa makbul olan odur. O size, namazda Arapça’dan başka dille dua okunmaz diyenler bir delile dayanmadan, sadece önyargılarını söylüyorlar.

Tam tersine Kur’ân’a göre kişinin anlayacağı dille dua etmesi daha makbuldür. Çünkü Kur’ân, indiği toplumun anlaması için Arapça indirilmiştir. İbrahim Suresi’nin 4’üncü ayetinde Allah’ın her millete ancak o ulusun dilini konuşan peygamber gönderdiğini vurgulanmaktadır. Namazda manevi anlayış önemlidir. Siz eğer Türkçe’yi daha iyi anlıyor ve gönlünüzü o dualarla daha çok Allah’a açıyorsanız içinizden geldiği şekilde dua edin.

Yazının devamı...

Adak kurbanı için vekalet verilebilir

SORU: İngiltere’de kaldığım dönemde “Memlekete dönüp bir işe girince ilk maaşımla kurban keseceğim” diye adak adadım. Şimdi bu hüküm yerine geldi. Adağımı kesmem gerekiyor. Bunu yerine getirmem için Bursa’daki ailemi arayıp, telefonla babama vekalet verebilir miyim? (Cem Kaya Turan)

CEVAP: Üçte birinin, aileye verileceği konusu bayram kurbanları hakkındadır. Adak kurbanı öyle değildir. Adak kurbanını adayan kimseyle birlikte anası, babası, kendi öz çocukarı da yiyemez. Ama kardeşi, kız kardeşi ve ailenin öteki bireyleri yiyebilir. En makbulü etin, gerçek fakirlere dağıtılmasıdır. Çünkü bu ziyafet için değil, Allah için kesilir. Allah’ın rızası da yoksulları sevindirmektedir. Siz Bursa’daki babanıza veya herhangi birine vekalet verip kurbanınızı kestirebilirsiniz. Onlar sizin adınıza dağıtırlar.

İşte kıssadan hisse

SORU: Abdest alırken çoraplarıma mesh ediyorum. Bunu sizin yazılarınızdan öğrenmiştim. Ancak bazı kimseler öyle olmaz diyor. Hangisi doğru? (C. Yavuz)

CEVAP: Nasreddin Hoca’ya komşusu gitmiş. Kendisinden eşeğini ödünç istemiş. Hoca eşeğin evde olmadığını söylemiş. O sırada eşek içeriden bağırmaya başlamış. Adam, “Hoca baksana eşek içeride” demiş. Hoca cevap vermiş: “Bre sen bana mı inanacaksın eşeğe mi?” Yazdıklarım sizi tatmin ettiyse mesh edersiniz. Etmediyse size akıl veren, kaynakları bilmeyen ve kulaktan dolma fetva veren insanlara uyarsınız

Allah değerlendirir

SORU: Anneannem şu an sağ. Bir akrabasından zamanında çok kötülük görmüş. Asla o kişiyi affetmeyi düşünmüyor. Anneannemin yakınları, “Öyle şey olmaz. Zaten kendisi çok hasta. Öldüğünde helallik ver” diyorlar. O da “Hoca cenazede helallik istediğinde veririm ama bu içimden gelerek olmaz” diyor. Kul hakkı önemli olduğu için doğrusunu öğrenmek istiyoruz. (Batu Aladağ)

CEVAP: Anneanneniz hakkını ister helal etsin ister etmesin. Allah, huzuruna gelen kulu ruhundaki vasıflara göre değerlendirir. Zaten o cenaze başında hocaların, “Helal ettiniz mi?” diye sormaları da dinde yeri olmayan bir uygulamadır. Yüce Allah kulunu kendi bilgisine göre değerlendirir.

Yazının devamı...

Rabbimize yönelmeliyiz

SORU: Namaz kılmak istiyorum. Çoğu kez niyet edip başlıyorum. Ama devamını getiremiyorum. Başıma ne zaman bir dert, bir sıkıntı gelecek olsa ya da bir beklentim olsa aklıma namaz kılmak geliyor. Ancak bu durumdan rahatsız oluyorum. Çünkü işim düştüğü zaman namaza başvuruyormuşum gibi geliyor bana. Böyle davranarak günaha giriyor muyum? (Ethem Fazıl Bayır)

CEVAP: Namazı sürekli kılıp kılmama sizin iradenize ve inancınıza bağlıdır. İlahi mahkemede suçlu çıkacağınıza kesin inansanız kılarsınız. Buna inandığınızı sanıyorsunuz ama aslında kesin inanmıyorsunuz. Onun için kılmıyorsunuz. Düşünün bir kere, polislerin önünde hırsızlık yaptığınız zaman yakalanıp cezaevine gireceğinizi biliyorsunuz. Bu nedenle suç işlemiyorsunuz. İşte manevi polisler de her an bizi gözetliyor. Görevimizi yapmadığımızı yazıyorlar. Bir gün, suçlarımızın tutanağı olan bu manevi defterler önümüze konulacak.

Buna kesin inanın. O zaman namazınızı kılarsınız.. Ayrıca işiniz düşünce Allah’a yalvarmanız da güzel. Ama bu çıkar müslümanlığıdır. Yine de hiç yoktan iyidir. Buna riya denmez. Riya, başka insanların görüp beğenmesi için yapılan ibadetlerde olur. Başkalarının görmesi veya başkalarına gösterme düşüncesi yoksa riya da yoktur. Ancak çıkarcılık vardır. Sevgili Rabbimize yönelmemiz güzeldir. Bu bizim doğamızda yok mu? Küçük bir çocuk oyuncak aldırmak için annesinin eteğine sarılır. Biz de dileğimiz için Rabbimize sarılıyoruz.

Mürşit öğreticidir

Rifai bir ailede yetiştiğini belirten Yurdanur Ayla, tasavvuf-tarikat yönteminin Allah ile kul arasına aracılık manasına gelip gelmediğini soruyor ve şöyle devam ediyor: “Her gün hocamın bana verdiği sayıda tesbihimi çekiyorum. Bunda yanlış bir şey olduğunu sanmıyorum. Sonuçta Allah’ı zikr ediyorum. Yine de sizden daha aydınlatıcı bir bilgi rica ediyorum.” Cevabım şudur: Rufailik, Seyyid Ahmed Rifai Hazretleri’nin sünnet yolundaki tarikatıdır. Onlara saygımız var. Tasavvuf, tarikat Kur’ân’ın ruhudur. Ancak zamanla bu akıma birçok hurafe girmiştir. Mürşit, Allah ile kul arasında aracı değil sadece mana yolunda öğreticidir ve yönlendiricidir. Peygamber yolunda yürümenin örneğidir. Siz tesbihatınıza devam edin. Allah’ı anmak Kur’ân’ın emridir.

Yazının devamı...

Bu gece Kadir Gecesi

Bu gece, cihanın manevi ışığı olan Kur’ân’ın inmeye başladığı Kadir Gecesi’dir. Dilde kadr: Değer, ölçü, şeref anlamlarına gelir. Kadir Gecesi’nin değer ve şerefi, Kur’ân’ın ilk defa bu gecede inmeye başlamasından kaynaklanır. Bu gecenin değeri, hakkında indirilen surede belirtilir:

“1- Biz o(Kur’â)nı Kadir Gecesi’nde indirdik. 2- Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen nereden bileceksin? 3- Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır. 4- Melek(ler) ve ruh, o gece Rablerinin izniyle her iş için iner de iner. 5- Esenliktir o, ta tan yeri ağarıncaya kadar” (Kadr Suresi). Dünyanın üstüne çökmüş olan manevi karanlığı aydınlatan Kur’ân’ın inmeye başladığı bu gece, bin aya bedeldir. Bin ay, yaklaşık 84 yıl eder. İşte bu gece yapılan ibadet, âdeta içinde Kadir Gecesi bulunmayan 84 yıl ibadet etmek kadar değerli ve sevaptır.

Surede bu gece, meleklerin ve ruhun, Allah’ın izniyle her buyruğu açıklamak üzere inmekte oldukları, esenlik veren buyruklar getirdikleri yahut bu gecenin ta sabaha dek esenlikle dolu olarak geçtiği belirtilmektedir. Bakara Suresi 185. ayette Kur’ân’ın Ramazan ayında, Duhan ve Kadir surelerinde de mübarek Kadir Gecesi’nde indirildiği belirtildiğine göre demek ki Kadir Gecesi, Ramazan ayı içinde bulunmaktadır. Ancak Ramazan’ın hangi gecesi olduğu hakkında bir kesinlik yoktur. Peygamberimiz, “Kadir Gecesi’nin Ramazan’ın son on günü içindeki tek gecelerde arayınız”diye tavsiye etmiş, kendileri de son on günde itikafa (yalnız başına ibadete) çekilmiştir. Tüm Müslümanlar, Ramazan’ın 27. gecesini Kadir Gecesi olarak kutlarlar.

Yüce Allah, yüz milyonlarca kulunun güzel zannını boşa çıkarmaz. Çünkü O, kularının kendisi hakkındaki kanaatlerine göre tecelli edeceğini buyurmuştur. Tüm Müslümanlar 27. geceyi Kadir Gecesi bildiklerine göre gerçekten bu gece, Kadir Gecesi’dir. Bu geceyi huzurla namaz kılarak, Kur’ân okuyarak, dua ederek geçirmelidir. Peygamber, “İnanarak ve Hak rızası için Kadir Gecesi’nde kalkıp ibadet eden kimsenin geçmiş günahları affedilir” buyurmuşlardır (Buhari). Bu gece nasıl dua edileceğini soran Hz. Ayşe’ye de, “Allahumme inneke afuvvun tuhibbul-afve fafu anni: Allahım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle’ de” diye dua etmesini öğütlemiştir (Tirmizi). Yüce Allah, bu mübarek ayı ve bu kudsi geceyi milletimize, İslâm âlemine ve bütün insanlığa hayır, huzur ve barış vesilesi kılsın.

Yazının devamı...

Dini parayla satın alamazsınız

SORU: Oruca başlayalı dört yıl oldu. Daha önce hiç tutmamıştım. Kaza oruçlarımın hepsini yerine getirmek istiyorum. Annemin de tutmadığı kaza oruçları olmuş. Şu anda sağlığı oruç tutmaya uygun değil. Kaza oruçlarını günlük oruç kefareti ödeyerek tamamlayabilir mi? Yapılmakta olan bir okula, gücüm yettiğince maddi destek versem bunun sevabını aile olarak hem hayattayken hem de öldükten sonra alır mıyız? (Aykut Candas)

CEVAP: Öyle önyargılarla şartlanmışınız ki, sorduğunuz şeylerin Peygamber’in getirdiği İslâm ile ilgisi yok. Bir kere din parayla satın alınacak bir şey değildir. Bir kişi bile bile oruç tutmamış ise onun kazası veya kefareti diye bir şey yoktur. Çünkü bile bile orucunu tutmayan insan, nüfus kâğıdı Müslüman olsa bile eylemli Müslüman değildir. Ne zaman ki orucunu tutmaya başlar, işte o zaman kültür İslâmı’ndan eylemli İslâm’a geçer. Onun durumu, tıpkı yeni Müslüman olmuş insanın durumuna benzer. Yeni İsâm’a girenlerden, daha önceki zamanlardaki ibadetleri istenmez. O, bundan sonra orucunu tutar, dini görevlerini yapar. Bundan öncesi için de zaten tövbe etmiştir.

İşte sizin durumunuz da aynen böyledir. Daha önce tutmadığınız oruçlar, kılmadığınız namazlar için gönülden tövbe edeceksiniz. Artık onları kaza etmekle uğraşmayacaksınız. İstediğiniz kadar oruç tutun, istediğiniz kadar namaz kılın ama geçmişlerin kazası diye niyetlenmeye gerek yok. Çünkü Peygamberimiz döneminde böyle bir uygulama olmamıştır. Anneniz de tutmadığı oruçlar için tövbe etmelidir. Bundan sonra orucunu tutup, namazını kılmalıdır. İstediği kadar sadaka verebilir.

Sadaka vermek güzeldir ama her oruç tutmayan, oruç yerine sadaka vermeye kalkarsa o zaman bu dini görevler sadece yoksullara özgü olur. Zenginler sadakayla görevden kurtulurlar. Ne güzel (!) Olmaz öyle şey. Sonradan ortaya atılmış bu tür düşünceler İslâm’ın ruhuna uymaz. Tövbe edin ve bundan böyle dinin görevlerini eksiksiz yerine getirmeye çalışın. Okula yardım etmeniz, yoksullara yardım etmeniz elbette sevap hanenize yazılır. O ayrı bir konu ama yardım etmekle oruç mükellefiyetinden kurtulamazsınız. Tabii o iş Allah’a bağlıdır. Allah dilerse kulunun tüm hatalarını bağışlar. Kimse Allah’ın vekili değildir. Biz sadece dinin yazılı hükümlerini anlatmaya çalışıyoruz yoksa Allah ile kul arasında aracı değiliz.

Yazının devamı...

Secdedeyken istediğiniz kadar dua edebilirsiniz

“HIMAR konusunda beni aydınlattığınız için teşekkür ederim. Kararlı, bilinçli ve net adımlarla ilerlememe yardımcı oldunuz” diye yazan Güzin Ergin, her rekâtın bitiminde, ikinci secdedeyken tövbe istiğfar ettiğini, bazen elinde olmadan Allah sevgisi ve korkusu nedeniyle göz yaşlarını tutamadığını yazıyor. Mektubunun bir bölümünde de “Secde halinde biraz fazla kalıyorum. Dolayısıyle namazım da uzun sürüyor. Bu nedenle eleştiri alıyorum. Ne yapmalıyım” diye soruyor.

Cevabım şudur: Secde halindeyken ağlamanız, gözünüzden yaş gelmesi namazınızın mükemmeliyetini gösterir. Ne kadar uzun olursa olsun secdede istediğiniz gibi dua edebilirsiniz. Böyle bir şey gönülden geldikten sonra namaza engel değil, eksiklik değil, tam tersine mükemmelliktir. Duaları Arapça yapmak da şart değil, istediğiniz şekilde Türkçe dua edebilirsiniz. Ancak hep kişisel menfaat için değil, genel dualar, kamunun yararına dualar olması daha makbuldür. Allah’a saygı ve Allah korkusundan ötürü namazda ağlamak makbuldür ama dünyasal bir sorun için mesela falan veya filan kişiden ayrılık hasreti yüzünden veya bir ziyandan ötürü namazda ağlamak iyi değildir, mekruhtur.


Allah gönlümüze bakar

SORU: Peygamberimiz sübhaneke, ettehiyat, allahümme salli, allahümme barik ve kunut dualarını namaz kılarken okumuş mudur? Buların yerine başka dualar Türkçe olarak okunabilir mi? (Dinçer Özyünlü)

CEVAP: Namazda ayetler dışındaki duaları Türkçe de okuyabilirsiniz. Ben de zaman zaman Türkçe dualar okurum. Namazın ögesi Kur’ân okumaktır. Dualar namazın ögesi değildir. Fatiha okumak şartıyla istediğiniz duayı yapabilirsiniz. Belli dualar yerine onlarla aynı anlama gelecek başka dualar da okunabilir. Dua, Allah ile iletişim kurmaktır. En büyük iletişim sözden çok gönül iletişimidir. Zaten Allah bizim sözümüzden çok gönlümüze, düşüncelerimize bakar. Birçok kişi hiç anlamadığı duaları okuyup duruyor. Bunlar Tanrı sözü değil, insanların sözü. Hatta birçoğu Peygamber’in sözü de değil. Öyle kalıplaşmış, kemikleşmiş ki, anlatamazsınız. Ama hiç yoktan iyidir. Değil mi ki kul namazda gönlünü Allah’a veriyor. İşte bu da yeter.

Yazının devamı...

Kunut’u bilmeyen ne okumalıdır?

SORU: İki yıl önce namaza başladım. Dualardan eksiklerim var. Ayetelkürsi ve kunut dualarını bilmiyorum. Ezberlemek için çok uğraştım ama beceremedim. Tesbihata başlamadan önce ayetelkürsiyi bilmiyorsak vitir namazında kunut duası yerine ne okuyabiliriz? (Bayram Alpağan)

CEVAP: Tesbihattan önce ayetelkürsi okumak ne farzdır, ne sünnettir. Sadece eskilerden kalma bir gelenektir, âdettir. Okumak sevaptır ama okumasanız eksiklik olmaz. Namazdan sonra sünnet olan sadece “33 kere subhanallah, 33 kere elhamdü lillah, 33 kere de Allahu ekber” demektir. Bunları söylediniz mi sünneti yerine getirmiş olursunuz. Ayetelkürsi okumanız gerekmez. Ama ille okumak istiyorsanız bir Kur’ân meali alın. Bakara Suresi’ni açın. 255’inci ayet ayetelkürsidir. Mealden onun anlamını okursunuz. Aynı şeydir. Kunut duasını bilmiyorsanız, onun Türkçe anlamını okuyun.

Hz. Ayşe’den gelen hadis

Doğru görüşe göre vitir, sünnettir. Tek rekâtlı namazdır. Bir rekât da, üç rekât da, beş rekât da kılınabilir. Peygamber Efendimiz’in, vitrn birinci rekâtında Fatiha’dan sonra sebbihisme rabbikel-alâ, ikinci rekâtında kul ya eyyuhal-kafirune, üçüncü rekâtında kul huvallalhu ehadi okuyup üçüncü rekâtın rükûundan önce kunut ettiği, Hz. Ayşe’den gelen hadiste ise üçüncü rekâtta kul huvallahu ehad ve muavvizeteyn okuduğu da rivayet edilmektedir. Anlaşıldığına göre Peygamberimiz bazen öyle bazen böyle yapmıştır. Her iki hadisle amel etmiş olmak için vitrin üçüncü rekâtında bazen kunut yerine muavvizeteyn okunması iyidir.

Avuçlarını göğe doğru açar

Ama böyle yapmak vacib değildir. İki rekât kıldıktan sonra oturulur. Yalnız tehiyyat okunur. Üçüncü rekâtta kalkınca subhaneke okunmaz. Fatiha ve sureden sonra eller kulaklar hizasına kaldırılıp tekbir alınır. Yana salınmadan bağlanır. Ayakta kunut duası okunur. Ellerin bağlanması İmam-ı Azam’a göredir. İmam Ebu Yusuf, İbn Mesud’un yaptığı gibi ellerini göğsüne kaldırır, avuçlarını göğe doğru açar, öyle kunut ederdi. Çünkü kunut duadır. Dua halinde ellerin açılması uygundur. Kunutu unutup rükûa vardıktan veya başı rükûdan kaldırdıktan sonra hatırlayan kimse ne rükûda, ne de rükûdan doğrulduktan sonra kunut etmeyip selamdan sonra yanılma secdesi yapar.

Yazının devamı...

‘Dinimiz bilime aykırı değildir’

DÜNDEN DEVAM
Atatürk Türk milletinin dindar olmasını istiyor, laikliği dinsizlik olarak gösterebilecek kişilere fesatçı diyor: “Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura aykırı, ilerlemeye engel bir şey ihtiva etmiyor” (Maurice Perno ile yaptığı ropörtaj 11 Şubat 1924, Atatürk’le Konuşmalar, Cumhuriyet Gazetesi eki, s. 111).

Atatürk, İslâm’ın ruhundan uzak kaldıkça Türklerin gerilediğini belirtiyor: “Türkler, gerçek İslâmiyet’ten uzaklaştıkları için kendilerini düşmanlarının esiri yaptı. Gerçek İslâm’ın çok yüce, çok kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamakta inatçı bulundular. İşte gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor” (Sadi Borak, Atatürk ve Din, s. 36-37, Rönesans, Aralık 1991, s. 61).

Atatürk’e göre din, bilime aykırı değildir: “Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçüyle hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslâm’ın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı” (Atatürk’ün S.D. II, 1923, s. 127). Atatürk’ün bu sözleri, çağlar önce yaşamış olan İmam Tufi’nin görüşleriyle tıpa tıp örtüşmektedir.

Nübüvvet nedir?

SORU: “Nübüvvet iki türlüdür: Nübüvvet-i teşriiyye, Nübüvvet-i tarifiyye. 12 İmam Nübüvvet-i tarifiyye ile nebidirler.” Bu ifadenin anlamı nedir? (Ali Oktay Cever)

CEVAP: Yazdığınız notta peygamberliğin iki çeşit olduğu belirtiliyor. Biri şeriat getirme peygamberliği, diğeri şeriatın ruhunu anlatma peygamberliği. Şeriatın ruhunu belirtme görevi İslâm alimlerinin ve velilerin görevidir. Ama şeriat getirme peygamberliği bitmiştir.

Bu tanımlama mana itibariyle doğru olsa bile kitap veya sünnette bunun bir kanıtı yoktur. Yani Hz. Peygamber, peygamberliğin iki türlü olduğunu söylememiştir. Ancak Muhyiddin ibn Arabi Hazretleri’nin Fusus’undaki sözlerinden böyle bir anlam çıkar. Niyazi-i Mısri de Hz. Hasan ve Hüseyin için ikinci anlamda peygamberlikten söz etmiştir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.