Yine mi ‘oylar bölünmesin’?
.
Radikal Gazetesi yazarı Koray Çalışkan, bu yerel seçimler öncesinde yaşanması kaçınılmaz olan bir tartışmaya bir nevi erken doğum yaptırdı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için BDP (daha doğrusu) HDP adayı olma ihtimali bulunan Sırrı Süreyya Önder’e CHP lehine, hatta daha da detaylandırarak Mustafa Sarıgül’e destek için adaylıktan vazgeçmesi çağrısı yaptı. Önder ve BDP/HDP’lilerin verdikleri karşılıkları bir yana bırakıp bu teklifi, daha doğrusu çağrıyı (tabii bunun CHP tarafından resmen yapılmadığının altını çizerek) irdeleyelim.
Öncelikle şunu vurgulamak lazım: Eğer söz konusu isim Önder olmasaydı, BDP/HDP’nin adayı CHP ve ona yakın çevrelerde pek bir telaş yaratmazdı. Ancak Önder, milletvekili adayı olduğu andan itibaren, özellikle Gezi Parkı direnişinde sergilediği performansla sadece Kürt siyasi hareketinde değil, genel olarak solda da hızla sivrildi. Dolayısıyla Önder, kendini solda hisseden, seçeneksizlik nedeniyle birçok seçimde “kerhen” CHP’yi tercih eden geniş bir kesimin oylarını alma potansiyeline sahip.
Geçmiş deneyimler
Çalışkan’ın dillendirdiği çağrının birçok kişiye makul ve olumlu gelmesinin arkasında o meşhur “oylar bölünmesin” kaygısı var. “Meşhur” çünkü buna ilk olarak 1994 yerel seçimlerinde tanık olmuştuk; merkez sağ ve sol partilerin adayları “aman oylar bölünmesin” diyerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni “umacı” gibi göstermek istedikleri Recep Tayyip Erdoğan’a kaptırmışlardı. Daha sonraki seçimlerin hemen tümünde merkez partileri RP/FP/AKP’ye karşı sandıkta birlik ve beraberlik çağrısı yapıp çoğunda hüsrana uğradılar.
Çünkü daha baştan “aman oylar bölünmesin” dedikleri anda rakiplerinin (dün RP/FP, bugün AKP) çok güçlü olduğunu, kendilerinin de zayıf olduğunu kabul etmiş oluyorlardı. Bu zafiyet gösterisinin ardından hemen her seferinde her biri birleşmenin asıl adresi olarak kendisini gösterince seçmenin kafası allak bullak oluyordu.
“Oylar bölünmesin” çağrısıyla seçimlere siyasi değil ideolojik anlam yüklenmesi de bir diğer yanlıştı. Çünkü kalabalık bir grup “bunlar gerici, tehlikeli” dedikçe, dün RP/FP, bugün AKP adayları “bunlar bizden sırf dindar olduğumuz için korkuyor” diyerek anında ideolojik açıdan avantajlı duruma geçiyorlardı. Sonuçta “aman oylar bölünmesin”ciler büyük ölçüde vatan/millet edebiyatı ve az buçuk siyaset/proje ile seçmenin karşısına çıkarken dün RP/FP, bugün AKP son derece modern yöntemlerle, sahici seçim kampanyaları düzenliyordu.
Gezi direnişi ruhu
Dolayısıyla daha adayını bile belirleyememiş olan CHP’nin İstanbul stratejisini “oylar bölünmesin” temeline oturtması hâlinde tarihin tekerrürüne tanık olacağız demektir. CHP’nin, İstanbul’da kazanabilmesi için daha önce AKP’yi tercih etmiş seçmenlerin bir bölümünü kazanması gerekirken, “oylar bölünmesin” diye kendisini sadece AKP muhalifleriyle sınırlaması pek mantıklı olmasa gerek.
Kaldı ki “oylar bölünmesin” dendiğinde hangi oyların kastedildiği de muğlak. Kuşkusuz birçok kişi “tabii ki AKP muhalifleri kastediliyor” diyecektir ancak BDP seçmeninin en az AKP’ye olduğu kadar, hatta birçok açıdan CHP’ye daha fazla karşı olduğu da ortada. İstanbul gibi önemli bir merkezde BDP/HDP’nin CHP lehine çekilmesinin hiçbir sağlam gerekçesi gelmiyor aklıma. BDP’lilerin CHP’ye bir minnet borcu olduğunu da sanmıyorum, olsa olsa alacak vardır.
Tabii olayın bir de Gezi direnişiyle ilişkili yönü var. Gezi direnişinin siyasi iktidardan farklı gerekçelerle rahatsız olan birçok farklı grubu bir araya getirmiş olduğu ve CHP’nin bundan yararlanmak istediği doğru. Ancak o süreçte harekete geçmiş olan kesimlerin enerjisini, dinamizmini ve tabii ki oyunu olmak için “Gezi ruhunu yerel seçimlere taşıyacağız” demenin yetmediği de açık. Hele o süreçte ortada bile gözükmemiş isimlerle böyle bir iddianın altından kalkmak hiç mümkün değil.