Yine Hersh’ün haberi hakkında
.
Dünkü yazımızın tekrarı olacak, ama olsun! Amerikalı gazeteci Seymour Hersh, geçen yıl 21 Ağustos günü Şam’ın doğu banliyölerinden Guta’da meydana gelen kimyasal saldırıdan El Kaide ile ilişkili El Nusra Cephesi’ni sorumlu tuttu ve bu örgütün de sarin gazına Ankara’nın yardımlarıyla ulaştığını iddia etti. Buna karşılık ülkemizde bazıları haberdeki iddiaları çürütmek yerine Hersh’ü itibarsızlaştırmaya kalkıştı. Beyhude bir çaba çünkü Umur Talu‘nun, Habertürk’te çok güzel tasvir ettiği gibi (http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/937023-yazdi-yazdi-ne-yazdi), Amerikalı olmasına rağmen Amerikan yönetiminin, Yahudi olmasına rağmen İsrail devletinin nice kirli çamaşırlarını ortaya dökmüş çok iyi bir gazeteci Hersh. Onu bizde örneklerini sıklıkla gördüğümüz, ellerine tutuşturulan “belgeleri” sorgusuz sualsiz dolaşıma sokan kişilerle kıyaslamaya kalkmak gazetecilikten hiç anlamamak anlamına gelir.
Kuşkusuz Hersh’ün iyi bir gazeteci olması, parlak kariyeri onun her yazdığının kesinkes doğru olduğu anlamına gelmiyor. Talu’nun da altını çizdiği gibi haber kaynakları tarafından yanıltılmış veya kendisi elindeki bazı belge ve bilgileri yanlış değerlendirmiş olabilir. Her ne olursa olsun, bu haberi ve içerdiği iddiaları ciddiye almak durumundayız.
Yeniden iki senaryo
Bu uzun girişten sonra dünkü yazımızda ele aldığım iki senaryoya dönmek istiyorum. Önce hatırlayalım:
1) Gerçekten Ankara, Hersh’ün yazdığı gibi Washington’ı Suriye’de savaşa sokmak için o kimyasal saldırıya bulaştı. Bunun farkında olan Amerikan yönetimi, stratejik açıdan bir dizi konuda işbirliği içinde olduğu Türkiye’yi kaybetmemek için, olaydan sorumlu gördüğü Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a karşı, nihai amacı tasfiye olan bir yıpratma süreci başlattı;
2) Guta saldırısında Ankara’nın hiçbir alakası olmamasına rağmen başka nedenlerle Erdoğan ve Fidan’dan kurtulmak isteyen Washington yönetimi, onları yıpratmak uğruna böyle spekülasyonların dolaşıma girmesine izin verdi, hatta bunu teşvik etti.
Dört vahim hata
Eğer birinci senaryo doğruysa Ankara dört vahim hata yapmış demektir. Bunları önem sırasıyla ele alacak olursak:
1) Her ne sebeple olursa olsun, bir “insanlık suçu“ olan kimyasal silah kullanımına bir şekilde bulaşmış olmanın, hele mağduru sivillerse vebali çok ama çok büyüktür; bunun altından kimse kalkamaz.
2) Her ne sebeple olursa olsun El Kaide ile doğrudan ya da dolaylı ilişkiye girmenin ve işbirliği yapmanın hem vebali, hem de faturası çok ağırdır. Yakın tarihimiz El Kaide’yi kullandığını sanıp kısa süre içinde perişan olmuş devletler ve bunların yöneticileriyle dolu.
3) Herhangi bir kimyasal saldırının ABD’nin Suriye’ye müdahalesine yol açacağını düşünmenin hiç de isabetli olmadığını Guta olayından sonra gördük.
4) Bu tür komploların çok zaman geçmeden ortaya çıkmayacağını sanmak, en basit deyimiyle gaflettir.
Komplo potansiyeli
Prof. Deniz Ülke Arıboğan Hersh’ün haberi üzerine yaptığı uzun analizde (http://haber.gazetevatan.com/turkiye-kirli-camasirlarini-sokak-ortasinda-yikayan-bir-ulke/626476/1/gundem) şöyle yazmış: “Son ortaya çıkan sızıntılardan da anlaşılabileceği gibi, Türkiye’nin başka ülkelerin sınırları içerisindeki olaylara karışmak, şiddet kullanan örgütlerle haşır neşir olmak, saldırılar planlamak, komplolar kurmak gibi bir potansiyeli yok. Ne planlayabiliyor, ne gizleyebiliyor. Türkiye kirli çamaşırlarını sokak ortasında yıkayan bir ülke ve mümkün olduğunca çamaşırlarını kirletmemesinde de fayda var.”
Kesinlikle haklı. Onun yazısında dile getirdiği diğer argümanları da göz önüne alırsak Ankara’nın Guta saldırısında payı olduğu iddiaları pek gerçekçi gözükmüyor. Ancak Guta’nın ardında Esad yönetimi değil de El Nusra bulunduğu iddialarının daha ağır bastığı ortada. Öte yandan hükümetin Kürtlerin ağırlıkla yaşadığı Rojava diye anılan bölgede PKK çizgisindeki PYD’ye karşı savaşan El Kaide ile doğrudan ya da dolaylı ilişki içindeki örgütlere sıcak baktığı, hatta destek verdiği iddiaları hâlâ inandırıcı bir şekilde yalanlanmış değil. Keza hükümetin gerek Suriye, gerek Irak, gerekse küresel çapta El Kaide’ye karşı çok kararlı ve sistemli politikalar geliştirmiş olduğuna da tanık değiliz.
Özetle, Ankara’nın El Kaide konusundaki duruşunun her türden spekülasyona elverişli bir ortam hazırladığını kabullenmek gerekir. Bu bağlamda yazımızı dünkü gibi bitirelim: Ankara’nın bir an önce, El Kaide ile doğrudan ya da dolaylı ilişki iddialarını hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde geçersiz kılması şart.