“Yıllarca birbirimizden kız alıp vermişiz...”
.
1980 sonrasının Türkiyesi’ne kimlik politikaları damgasını vuruyor. AKP iktidarıyla birlikte muhafazakâr kesimlerin dinsel kimliklerini kamusal alana taşımalarının önündeki engeller büyük ölçüde kalktı ancak Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere farklı toplumsal grupların siyasi ve kültürel taleplerinin büyük bir kısmı henüz yerine getirilmiş değil.
Yıllarca siyaseti sağ-sol gibi ideolojik eksenlerden hareketle yapmış ve yaşamış insanların kimlik siyasetlerinin ön plana çıkıp zamanla her şeyin önüne geçmesini anlayamamaları, anlamak istememeleri; anladıktan sonra da kabullenmeye yanaşmamaları son derece normaldi. Örneğin bir Sünni’nin bir Alevi’ye, bir Türk’ün bir Kürt’e, başlığa çıkardığım gibi, “Yıllarca birbirimizden kız alıp kız vermişiz...” diye başlayan cümleler kurarak onun hak taleplerini geçiştirmeye çalışması bir yere kadar anlaşılırdı.
Anadolu toprağındaki farklı etnisite, din ve mezheplerin birarada yaşama deneyimlerinin olumlu yönlerini sahiplenmek kuşkusuz iyi bir şeydir. Fakat tarihin değişik dönemlerinde, yine bu topraklarda çoğunluğu oluşturanların farklı (ve hemen hemen hepsi haksız) gerekçelerle sayıca az olanlara zulmetmiş olduklarını da aklımızda tutmamız şart. Daha önemlisi, geçmişin birarada yaşam deneyimlerinin birçoğunun günümüzde hiçbir işlerliği kalmadı. Koca bir imparatorluktan geri kalan topraklarda yeni bir ulus-devlet inşa etme adına her türlü farklılığı yoksayan cumhuriyetin, 100. yılına girerken tüm farklı kimlikleri çoğulcu, özgür ve demokratik bir şekilde sahiplenerek yeniden inşası kaçınılmaz.
Sosyalist solun tükenişi
Kısacası işi artık tadında bırakmak ve kimlik siyasetleri gerçeğini kabullenmeme inadından vazgeçmek gerekiyor. Ama işimizin hiç de kolay olmadığı ortada. Çünkü kimlik siyasetlerine karşı direnç sadece devletten gelmiyor; temel siyasi aktörler de bu konuda yer yer devletten daha statükocu pozisyonlar alabiliyorlar. Ne var ki kimlik siyasetlerine kuşkuyla yaklaşan, onları kendi bünyelerine almanın yollarını aramak yerine karşılarına alan siyasi hareketler kaybetmeye mahkum.
Bu açıdan aklıma gelen ilk örnek, şahsen içinde yer aldığım sosyalist sol. 1970’li yıllardaki kitleselliğimiz ve gücümüzden uzak kalmamızı öncelikle 12 Eylül faşizmine, ardından birtakım strateji ve taktik hatalara, sol içi çatışmalara filan bağladık. 70’lerde kendilerini sosyalist olan tanımlayan bazı arkadaşlarımızın Kürt ve Alevi hareketlerine yönelmiş olmalarını da onların zaafıyla açıklamaya çalıştık.
Tam bu noktada bir örnek vermek istiyorum: 1970’li yıllarda devrimci hareket içinde tanıdığım bir arkadaşım var. 12 Eylül darbesinin ardından o da çoğumuz gibi hapis yattı. Çıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü. Ancak bir süre sonra Kürt siyasi hareketine katılmış olduğunu öğrendim. Nitekim PKK davası kapsamında, eskisinden daha uzun bir süre içerde kaldı. En nihayet Kürt hareketine de veda eden arkadaşım bir süredir Alevi kimliğini öne çıkaran entelektüel ve siyasi faaliyetlerde yoğunlaşmış durumda.
Arkadaşımı eleştiriyor değilim. Çünkü onunki bir döneklik öyküsü değil. Zira o sosyalist solda edinmiş olduğu siyasi kültürü, militanlığı, diğerkâmlığı bırakmadı, sonraki hareketlere de taşıdı. Buna karşılık kimlik politikalarına duydukları kuşku ve nefret nedeniyle bazı eski yol arkadaşlarımız ulusalcı harekete katılıp her ne kadar kendilerine “solcu” demeyi sürdürseler de faşizan bir çizgiye yöneldiler.
AKP de CHP’nin yolunda
CHP’nin de en temel krizinin kimlik siyasetleri karşısında yalpalamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Parti içindeki ulusalcı kanadın sesini her vesileyle güçlü bir şekilde çıkartması, ana muhalefet partisini yenilemeye soyunan kadroların hevesini kırıyor, gücünü azaltıyor ve CHP böylece etkisini daha da kaybediyor.
Kürt sorununda “Kürt-Türk kardeştir, ayrım yapan kalleştir” sloganının ötesine gidemeyen, gideceğe de benzemeyen MHP’yi bir kenara bırakalım. Özel olarak AKP, genel olarak İslami hareketin kaderi de sosyalist sol ve CHP’ninkine benzeyebilir. Bir süredir, benim de aralarında bulunduğum bazı gözlemciler, dindar Kürtlerin, hükümetin Kürt sorununda açılım çizgisinden vazgeçmesi nedeniyle iktidar partisinden uzaklaşmaya başladığını yazıp söylüyor. Ama bu uyarılara karşı “bunlar PKK propagandası” dışında dişe dokunur bir tepki gelmiş değil.
Sonuç olarak: eğer AKP hükümeti, Kürtler, Aleviler ve diğer sayıca az toplumsal gruplarla, eşit yurttaşlık temelinde yeni bir toplumsal sözleşme yapma yoluna gitmezse kendisi de kaybeder, tüm ülkeye de kaybettirir.