Washington’da bir gelenek: Sakıp Sabancı Konferansı
.
Sakıp Sabancı’nın ölümünden kısa bir süre sonra Sabancı Üniversitesi ABD’nin önde gelen düşünce üretim kuruluşlarundan (think tank) Brookings Enstitüsü ile birlikte “Sakıp Sabancı Konferans Serisi” başlatma kararı aldı. O tarihlerde Vatan Gazetesi’nin Washington muhabiriydim. Haberi duyunca hem sevindiğimi, hem de şaşırdığımı hatırlıyorum. Açıkçası bu projenin başarı şansının fazla yüksek olduğunu düşünmüyordum. Neden diye sorulacak olursa:
1)O tarihlerde Türk-Amerikan ilişkilerinde işbirliğinden çok çelişki ve anlaşmazlıklar öne çıkıyordu. Washington’da bu kapsamda yapılacak bir konferansın da sorunların çözümüne katkı sağlamaktan çok yeni sorunlara vesile olma riski vardı.
2)Brookings Demokrat Parti’ye fazlasıyla yakın bir kuruluştu ama Beyaz Saray’da iki dönemdir Cumhuriyetçi Bush oturuyordu.
3)ABD’deki “think tank” sisteminin Türkiye gibi ülkelere uyarlanması son derece zordu. Nitekim son yıllarda ülkemizde peş peşe benzer kuruluşlar ortaya çıkmış ama henüz hiçbiri tam anlamıyla kurumsallaşamaştı. Brookings’in bazı ilke ve hassasiyetlerinden dolayı pürüzler çıkması kuvvetle muhtemeldi.
Uzatmayayım, 3 Mayıs 2005’te yapılan ilk konferansı ABD Dışişileri eski Bakanı Madeleine Albrigt verdi. Bazı teknik aksaklıklar dışında “siyasi” olarak tanımlanabilecek bir tatsızlık yaşanmadı, yaşandıysa da dışarıya yansımadı.
Bir yıl sonra dönemin Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz’i izledik. Bush’un önde gelen kurmaylarından olan “yeni muhafazakâr” Wolfowitz’den bir yıl sonraysa Demokratların dış politikadaki parlak isimlerinden Richard Holbrooke kürsüye çıktı. Bu üç konferansı da gazeteci olarak takip edip haberleştirdim. Ardından Demokratların adayı başkan seçildi. Brookings’ten bazı isimler de yeni yönetimde yer aldı. Örneğin Sabancı Konferansı organizasyonun kilit isimlerinden Philip Gordon Dışişleri Bakan yardımcısı oldu ki altıncı konferansı da o verdi.
Holding değil üniversite kimliği
Salı günü, beş yıl sonra 8. Sabancı Konferansı’nı Washington’da izleme şansına sahip oldum. Bu seferki konuşmacı 1977-81 yılları arasında Demokrat Partili Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapan Zbigniew Brzezinski’ydi. 84 yaşında olmasına rağmen dış politika konularındaki entelektüel faaliyetlerini sürdüren, Obama yönetimi üzerinde pek etkili olmasa bile üniversite çevrelerinde hâlâ geniş bir prestije sahip olan Brzezinski’yi dinlemek güzeldi.
Sonuçta 2005’deki kaygılarımın boşuna olduğunu gördüm. Sanıyorum Sabancı Konferansı’nın kurumsallaşma konusundaki başarısının ardında, Güler Sabancı’nın “Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı” yerine “Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı” kimliğini öne çıkartması yatıyor. Nitekim konferansın ardından biz gazetecilerle sohbet eden Sabancı şöyle konuştu: “Üniversitenin kuruluş sürecinde farklı görüşleri dinlemeyi öğrendim. Zaten üniversite demek tartışma demektir. En iyi öğrenme şekli budur, yeter ki bilinçli ve bilgiye dayalı olsun. Kısacası tartışmaktan korkmamak lazım.”
Brzezinski ve darbeler
Brzezinski’nin konuşmasına gelince: Yaşlı strateji kurduyla tam bir yerküre ve tarih turu yaptık. Türkiye ile Rusya’nın adını sık sık birlikte andı, ülkemiz hakkında hep pozitif yorumlar yaptı, mesajlar verdi. Örneğin İran’ın gelecekte Türkiye’yi “model’’ alabileceğini söylemesi son derece ilginçti. Türkiye’deki asker-sivil ilişkileri sorulduğundaysa, 12 Eylül 1980 askeri darbesini Beyaz Saray’da, en hafifi deyimiyle sempatiyle karşılamış olan Brzezinski ile yüzyüze geldik. Ona göre Türkiye’deki askeri müdahaleler dünyadaki diğer örneklerine kıyasla ‘’farklı ve kendine özgü’’ydü, örneğin askerler ‘’kalıcı bir darbe için değil, doğru veya yanlış gördükleri lüzum üzerine ve geçici olarak’’ darbe yapıyorlardı.
Haksızlık etmeyelim, Brzezinski sözlerini “Bana göre, Türkiye’de demokratik laik ve sivil otorite mefhumu şu anda baskın konumda ve bu çok olumlu bir gelişme’’ diye sürdürerek bundan sonra askeri müdahalelere sıcak bakmadığını da vurguladı.
Sabancı’dan 28 Şubat hatırlatması
Brzezinski’nin Obama yönetimi üzerinde fazla bir etkisi olmadığını tekrarlayalım ama onun bu sözlerinin, ülkemizdeki askeri vesayet, darbeler ve darbecilerin dış bağlantıları üzerine tartışmalar için yararlı olduğunu da vurgulayalım. Tam da bu noktada Güler Sabancı’nın biz gazetecilere yaptığı bir hatırlatmayı aktarmak istiyorum. Sabancı, 1994-96 yılları arasında Halis Komili başkanlığındaki TÜSİAD yönetiminde “başkan vekili” olarak görev üstlendiğini ve 24 Ocak 1997 günü, Prof. Bülent Tanör’e hazırlatılan “Türkiye’nin Demokratikleşme Perspektifleri” başlıklı raporu kamuoyuna sunduklarını hatırlattı. Bu rapor, içerdiği son derece ileri bazı öneriler nedeniyle TÜSİAD içinde de tepkilere yol açmış, Prof. Tanör’ün 28 Şubat sürecinde İstanbul Üniversitesi’nden uzaklaştırılmasına neden olmuştu.
“Geçmişin kaydının iyi tutulması lazım. Bunları o tarihte TÜSİAD’ın nerde olduğunu soranlar için anlatıyorum” diyen Güler Sabancı belli ki son günlerde bu kuruluşun 28 Şubat sürecine destek verdiği yolundaki iddia ve suçlamaların artmasından rahatsızdı.