Türkiye’ye yakışan bayram!
.
Dün Taksim Meydanı’nda ne biber gazı sıkıldı, ne tekmeler atıldı ne de coplar konuştu. Aksine yüz binler, tam bir bayram havasıyla coştu. Her 1 Mayıs’ta alışık olduğumuz ve korkuyla beklediğimiz sahneler artık tarihe karıştı. İşçisi, emekçisi, türbanlısı, laiki, liselisi, üniversitelisi, sağcısı, solcusu, hükümeti, muhalefetiyle tüm Türkiye bayram etti!
Dün Taksim’de gördüklerim, düşündüklerim, hissettiklerim...
İlk 1 Mayıs gösterisine, bundan tam 35 yıl önce katılmıştım. Yer yine Taksim Meydanı’ydı ve ben 14 yaşında bir ortaokul öğrencisiydim. Hem o gün, hem bir yıl sonraki kanlı 1 Mayıs’ta, hem de onun ardından aynı yerde yapılan 1978 1 Mayıs’ında da neredeyse emekçiler kadar gençler vardı. Normal olarak 1 Mayıs’a “sol” rengi emekçilerin vermesi gerekirken 1970 sonlarında bunu gençler yapıyordu.
‘Amip gibi çoğalan’ sol
Dün Taksim’de, 35 yılda çok fazla bir şeyin değişmemiş olduğunu gördüm: Geçmişe kıyasla “orta yaşlı”ların sayı ve oranı bir nebze artmış gözükse de radikal sol gruplar, yine gençler üzerinden yükseliyordu. Bu arada şu noktanın altını çizelim: Her 1 Mayıs’a daha fazla gencin katılıyor olması, “sağ-sol bitti”, “sosyalizm öldü” gibi klişelerin hiç de gerçeği yansıtmadığını gösteriyor.
Dün Taksim’de, solun “amip gibi çoğalma” özelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu bir kez daha gördüm. “Sosyalist”, “devrimci”, “halk”, “özgürlük”, “işçi”,“emekçi” gibi kavramlarla “parti”, “federasyon”, “dernek”, “platform”, “cephe” gibi kavramların yan yana getirilmesiyle bir dizi birbirinden farklı oluşum vücuda getirilmiş.
Dün Taksim’de, 1970’lerden farklı olarak, kimi birbirine taban tabana zıt sol grupların pekala kavga etmeden yan yana bulunabildiklerini gördüm. “Yan yana”ydılar ama “bir arada” oldukları pek söylenemezdi. Yine de, kuşkusuz farklı anlamlar yükledikleri 1 Mayıs’ı aynı anda ve aynı yerde birlikte kutlamayı, diğer bir deyişle birbirlerine tahammül etmeyi öğrenmiş olmaları da ciddi ve olumlu bir gelişmedir.
Dün Taksim’de, tıpkı geçen 1 Mayıs’ta olduğu gibi, yıllardır görmediğim birçok kişiyle karşılaştım ve birbirimizin bayramını kutladık. Bunların bir bölümü, 1970’lerdeki yol arkadaşlarımdı; diğer bölümüyse 1970’lerin sol içi çatışma atmosferinde birbirimize hiç de iyi bakmadığımız kişilerdi. Örneğin Galatasaray Lisesi’nde okurken epey kapıştığımız Türkiye İşçi Partili arkadaşlarımla hasretle kucaklaştık ve onlarla birlikte bir süre Behice Boran pankartı arkasında yürüdüm.
Kavgaya değil, şenliğe...
Dün Taksim’de, 1970’lerde, tam da sol hareketin sahici bir alternatif olarak ortaya çıktığı bir dönemde, kimi Moskova’nın, kimi de Pekin’in stratejik çıkarlarını savunma adına Türkiye’nin solcularını birbirine kırdıranlar aklıma geldi. O tarihlerde birbirlerine “sosyal faşist” ve “Maocu bozkurt” diye savaş açan bazı “ağır abilerin”, yıllar sonra, sanki hiçbir şey olmamış gibi “kanka” olmalarına ve solu herşeye rağmen yaşatmaya çalışanlara karşı elbirliğiyle mücadele yürütmelerine lanet okudum.
Dün Taksim’de 1 Mayıs’ın bir bayram olduğunu yaşadım ve gördüm. Tam da Türkiye’nin hak ettiği bir bayram. Normal olanı da buydu. 1970’li yıllarda 1 Mayıs’lar, ağır çatışma atmosferi ve iç ve dış derin odakların sola karşı komploları nedeniyle çok gergin geçerdi. Nitekim 1977’de bu odaklar çok büyük bir katliama imza attılar. Ama artık Türkiye büyük ölçüde normalleşti ve tıpkı geçen yıl olduğu gibi dün de 1 Mayıs’a gelenlerin çoğunluğu “kavga”ya değil “şenlik”e gelmişlerdi.
Keşke onlar da burada olsaydı
Dün Taksim’de, şu ya da bu bahaneyle 1 Mayısları yasaklayan egemen güçlerin Türkiye’ye neler kaybettirmiş olduklarını düşündüm. Tabii bir de, bütün baskı ve yasaklara rağmen 1 Mayıs bilincini ortadan kaldıramamış olduklarını. Hiç tartışmaya gerek yok: İki yıldır Taksim’de yaşanan 1 Mayıslar kimlerin kazanıp kimlerin kaybettiğini bizlere gösteriyor. Dün Taksim’de bir grup meslektaşımızla birlikte yürüdük. Ellerimizde Ahmet Şık ve Nedim Şener’in resimleri, üstümüzde basın özgürlüğünü sembolize eden tişörtler ve önümüzde “Yansak da dokunacağız” pankartı. Keşke onlar da bu 1 Mayıs’ta aramızda olsalardı. Artık seneye!
Son bir not: Tanıyanlar bilir: Nedim fazla politize bir meslektaşımız değildir, ama Ahmet çok erken yaştan beri sıkı bir sosyalisttir. Bazı “demokrat” iddialı kalemşorların son dönemde Ahmet’i itibarsızlaştırma gayretlerinin altında iliklerine işlemiş bu solcu düşmanlığı yatıyor. Onları kötücül duygularıyla başbaşa bırakıp bizler bayramımızı kutlamaya devam edelim.