Türkiye’nin Garry Adams’ı kim olabilir? (1)
.
Evet farkındayım: Türkiye’yi Birleşik Krallık’la, Kürtleri İrlandalılarla, İrlanda sorununu Kürt sorunuyla, PKK’yı IRA ile ve nihayet DTP’yi Sinn Fein’le karşılaştırmanın nice sakıncası var ancak içinden geçtiğimiz süreçte İrlanda deneyimini incelemek ve buradan bazı dersler çıkarmak pekala yararlı olabilir.
İrlanda sorununun çözüm yoluna girmesinde Sinn Fein’in lideri Garry Adams çok ama çok kritik bir rol oynamıştı. Adams’ın biyografisine baktığımız zaman aileden İrlanda milliyetçisi olduğunu, dönem dönem hapis yattığını ve en önemlisi yasal hareketin lideri olmasının yanısıra IRA üzerinde de belli bir otoriteye sahip olduğunu görüyoruz. Adams bütün bu özellikleri sayesinde İngiliz yönetimi ve rakip İrlandalı gruplarla sonuç alıcı görüşmeler yürütebildi ve silahlı mücadelede ısrar edenleri çok zorlanmadan marjinalleştirebildi.
Başrol oyuncusu
Kürt sorununun çözümünde “tarihi fırsat”ın yakalandığının söylendiği şu günlerde en çok ihtiyacımız olanın bir “Kürt Garry Adams” olduğunu düşünüyorum. Bir tür “siyasi sözcü”den söz ediyorum. Öyle bir sözcü ki Kürt hareketiyle ilişki kurmak isteyenlerin kolayca ulaşabileceği ve güvenebileceği biri olsun. Herhangi bir konuda herhangi bir şey söylediğinde, daha üst bir otorite tarafından tekzip yemek, ayar almak durumunda olmasın. Sonuç olarak PKK’nın silahsızlanması ve buna paralel olarak Kürt sorununun çözümü sürecinin başrol oyuncularından biri olsun.
Peki böyle biri var mı? Abdullah Öcalan olmaz, olamaz. Zaten o kendisini Adams gibi değil bir tür Nelson Mandela olarak görüyor ve göstermek istiyor. Her ne kadar istedikleri zaman kamuoyuna mesajlarını iletebilseler de Murat Karayılan, Cemil Bayık, Duran Kalkan gibi isimler de, ellerinde silah olduğu için Adamsvari bir rol oynayamazlar. Kongra Gel’de yöneticilik yapan Zübeyr Aydar, Remzi Kartal gibi eski DEP milletvekillerinin de bu çapta kimseler olmadıklarını, yani PKK’dan değil bağımsızlaşmak, özerk bile olamadıklarını gördük.
Türk ve diğer güvercinler
DTP’ye gelecek olursak tabii akla ilk olarak Ahmet Türk geliyor. Son dönemdeki bazı açıklamaları abartılı bir şekilde “PKK’ya eleştiri” olarak değerlendirilen Türk’ün yakın siyasi kariyerine baktığımız zaman yasadışı hareket üzerinde güçlü bir etkisi olmadığını anlayabiliriz. Evet Türk, DTP’liler içinde mevcut siyasi sistemle ilişki kurmada en fazla avantaja sahip isim, ancak mesela hâlâ Başbakan Erdoğan ile görüşebilmiş değil. Öte yandan yasal siyasette PKK çizgisi dışına her çıkmak istediğinde önüne nice engel çıkarıldığını, değişik dönemlerde bir tür dışlandığını da çok iyi biliyoruz. Kuşkusuz şu dönemde Türk ve DTP içinde onunla birlikte hareket eden “güvercin”lere ciddi görevler düşüyor ancak çözüm sürecinin esas taşıyıcısı olabileceklerini sanmıyorum.
Emine Ayna, Selahattin Demirtaş gibi DTP milletvekilleriyse yasadışı harekete Türk’e kıyasla daha yakın olmakla birlikte gerektiğinde onu yönlendirebilecek bir deneyim, karizma ve iktidara sahip gözükmüyorlar. Fakat tıpkı Türk ve diğer güvercinler gibi, daha “şahin” gözüken bu kişilerin de bu süreçte tabandaki radikal eğilimleri bastırmada, gerginlikleri azaltmada ciddi roller oynamaları gerekecek.
Kimlerin Adams olamayacağı konusunu burada noktalayıp, “peki kimse yok mu?” sorusuna cevap vermek istiyorum. Bildiğim kadarıyla böylesine önemli bir rolü üstlenebilecek iki kişi var: Birincisi Leyla Zana, ikincisi bir süredir Avrupa’da yaşayan ve PKK’yı izleyenlerin çok iyi bildiği ama genel kamuoyu tarafından pek tanınmayan bir isim: Sabri Ok. Zana ve Ok’un bu süreçte neler yapıp neler yapamayacakları tartışmasını yarına bırakıyorum.