Tevekkül ve intikam duyguları arasında bir kent
Reyhanlı katliamı üzerine notlar/4
Reyhanlı’da bir taziye çadırındayız. 33 yaşındaki oğlu Muhammed Ali‘yi kaybetmiş ve diğer oğlu Abdullah‘ın hastaneden iyi haberlerinin gelmesini bekleyen ak sakallı İbrahim Karakuş, ayet ve hadislerden de alıntılar yaparak Müslümanlar arasında savaş çıkartmak isteyenlere karşı birlik olunmasını; Suriyeli göçmenlerin kendilerine Allah’ın emaneti olduğunu, onlara sahip çıkmaları gerektiğini söylüyor. Hemen solunda oturan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de onun her sözünü başıyla onaylıyor.
Ben tam karşılarında oturuyorum. Karakuş sözünü bitirir bitirmez solumdaki bir genç ayağa kalkıyor. Heyecandan sesi titriyor. Adı Suphi Güdük, 30 yaşındaki kardeşi Turgay saldırıda hayatını kaybetmiş. Kısa ama net konuşuyor: “Ben kardeşimi şehit verdim. Bizler artık Suriyelileri istemiyoruz. Bu acıyla onları bir daha görmek istemiyorum.“
Sağımda Hatay’ın bir zamanlar en popüler siyasetçisi olan Murat Sökmenoğlu var. Artık çiftçilikle uğraşan bu deneyimli isme soruyorum, “hangisi Reyhanlılıların gerçek duygusunu yansıtıyor?” diye. “Aslında her ikisi de. Çünkü ikisinde de kötü niyet yok. Ama genç olanın sözlerinin daha fazla rağbet göreceği kesin, çünkü maalesef insan canı ağır gelir.“
Tereddütler diyarı
Dün Reyhanlı’da, önce Cumhurbaşkanı’nın temaslarını izledim. Açıkçası halkın içine karışmasına rağmen hemen hemen hiçbir protestoyla karşılaşmamış olması, aksine yoğun ilgi görmesi, sık sık alkışlanması şaşırtıcıydı. Çünkü kentte devlete yönelik ciddi bir öfke olduğu söyleniyordu. Hatta Gül‘e bu nedenle Reyhanlı’ya gitmemesini telkin edenler de olmuştu. Sonuç olarak ya geçen süre zarfında devlete yönelik kızgınlık yatışmış ya da tepkiler devletin tümüne değil de sadece hükümete yönelikmiş. Kentte yaptığım görüşmeler ışığında şunu söyleyebilirim: Reyhanlı halkı Gül’ü ayrı bir yere koyuyor olabilir ama anladığım kadarıyla devlete kızgınlık, öfke ve bunlardan hareketle güvensizlik yer yer sürmekle birlikte büyük ölçüde bir yumuşama söz konusu. Nitekim Gül’ün kenti terk etmesinin ardından iki taziye çadırını daha ziyaret ettim ve buralarda acılı baba ve akrabaların devlete yönelik şikâyetleri olmakla birlikte esas olarak ona bağlılığı öne çıkarttıklarını gördüm.
Bunun önde gelen nedeniyse daha terör saldırısının yaralarını saramadan Reyhanlı halkının, en azından bir bölümünün Suriyeli göçmenlere karşı bazı hareketlere giriştikleri iddiası. Konuştuğum hiç kimse, özellikle saldırının hemen ardından bazı Suriyelilere, onların ev, iş yeri ve arabalarına yönelik saldırılar olduğunu kesin bir dille reddetmedi. Ancak gazeteci Hakan Albayrak‘ın dile getirdiği “üç göçmenin, başları büyük taşlarla ezilerek öldürüldüğü ve bunların örtbas edildiği“ iddiası kentte tam bir infial yaratmış durumda. Öyle ki gazeteci olduğumuzu söylediğimiz her Reyhanlılı bize önce son derece öfkeli bir dille Albayrak’tan söz etti.
Albayrak’ın yol açtığı infial
Hakan’ı 25 yılı aşkın bir süredir tanırım. Ondaki aktivist ruhu da iyi bilirim. Angaje olduğu her davada yaptığı gibi son dönemde Suriye muhalefetine de neredeyse şartsız destek verdiğini biliyoruz. Ancak dünkü yazımda da ifade etmeye çalıştığım gibi, bazı Reyhanlılıların göçmenlere yönelik utanç verici davranışlarını, çıtayı alabildiğine yükselterek gündeme getirmesinin kimsenin hayrına olmadığı anlaşılıyor.
Sonuç olarak, eğer cumartesi günkü terör eylemlerini gerçekleştirenlerin amaçlarından biri, kendilerini itirazsız sahiplenip kapılarını açan kesimlerle Suriyeli göçmenlerin arasını açmaksa Reyhanlı’da bu hedefe büyük ölçüde ulaşılmışa benziyor. Eğer bizler bu oyunu bozmak istiyorsak bu türden son derece kırılgan konuları ele alırken daha dikkatli ve sorumlu davranmak zorundayız.
Reyhanlı izlenimlerimize yarın devam etmek üzere.