Terörle mücadeleye Orgeneral Başbuğ damga vuracağa benziyor
.
Başbakanlık’ta dün gerçekleşen terör zirvesi birçok açıdan önemliydi. Öncelikle zamanlaması birçok açıdan anlamlı ve isabetliydi. Şöyle ki:
1) Her ne kadar Dağlıca gibi bir baskın yaşanmasa da PKK gerek mayın döşeyerek, gerekse pusu kurarak güvenlik güçlerine yönelik saldırılarını aralıksız sürdürüyor.
2) İstanbul Güngören’de sivillere, İzmir’de güvenlik güçlerine yönelik bombalı saldırılar, örgütün terör faaliyetlerini büyük şehirlere taşımakta kararlı olduğunu gösteriyor.
3) PKK’nın önümüzdeki günlerde terör eylemlerini her alanda tırmandırma yolunda hazırlıklar yaptığı söyleniyor.
Zamanlama konusunda iki ayrı noktanın da altını çizmekte yarar var: Bu toplantı, bir yandan AKP hükümetinin kapatma davasının ipoteğinden kurtulup bir ölçüde rahatladığı ve gerçek sorunlar için kolları sıvamak durumunda olduğu bir döneme diğer yandan Org. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasının ilk günlerine denk geldi.
Org. Başbuğ’un Türkiye’de terör konusunu en iyi bilen kişilerden, en azından güvenlik bürokratlarından biri olduğunu biliyoruz. Nitekim ilk yurt gezisini bölgeye yaptı ve şaşırtıcı bir şekilde bir grup sivil toplum temsilcisiyle (bazılarını dışarda tutarak) bir araya geldi, ardından izlenimlerini bir basın toplantısıyla kamuoyuyla paylaştı. Kim ne derse desin bu ülkenin en hayati sorunu Kürt sorunuysa (isteyen buna “Güneydoğu sorunu” veya “terör sorunu” adını verebilir fark etmez) TSK’nın yeni komuta kademesiyle AKP hükümeti arasında ne derece uyum sağlanabileceğinin sınanacağı ilk alan da bu olacaktır.
Org. Başbuğ’un açılımları
Dünkü toplantıdan çok fazla bilgi sızmadı. Ancak Başbakanlık’tan yapılan iki uzun cümleli açıklama bize bazı işaretler veriyor. İlk olarak “terörle mücadelenin güvenlik, hukuki, ekonomik, sosyo-kültürel, psikolojik ve uluslararası boyutları incelenmiş ve bu alanlarda, devletin ilgili unsurlarını hangi yapı ve yaklaşımla ilave katkılarda bulunabileceği değerlendirilmiştir” cümlesinin Org. Başbuğ tarafından öteden beri çizilen çerçeveye birebir uyduğunu vurgulayalım. Ardından, açıklamanın finalindeki “halkımızın güvenlik güçlerine verdiği destek ve konuya ilişkin duyarlılığın toplumun tüm kesimlerinde devam etmesiyle, kırılma noktasına yaklaşan bölücü terör örgütüne karşı yürütülen bu mücadele süresinin kısalacağı tespit edilmiştir” cümlesinin Org. Başbuğ tarafından son bölge gezisi sırasında birkaç kez tekrarlanmış olduğunu hatırlatalım.
Org. Başbuğ’un, bölgede gördüğü ve asla unutamayacağını söylediği ilgiyle yaşadığı belli olan coşkunun devletin ilgili tüm birimlerini kuşatmış olduğunu anlıyoruz. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in, Akşam Gazetesi’nin manşetini yalanlayarak, yerel seçimleri dert edinmeyip gerekirse tezkerenin süresi uzatabileceklerini söylemiş olmasını da bu kısa bildiriye eklersek, terörle mücadele konusunda yeni bir dönemin içine girmekte olduğumuzu öngörebiliriz.
Bu dönemde “dağdakileri indirme” ile “dağa çıkışları durdurma” arayışlarına eşit derecede önem verilmeye çalışılacağı yani hem askeri operasyonlara, hem de sosyo-ekonomik açılım ve yatırımlara hız verileceği anlaşılıyor. Kestirmesi güç olmayan bir başka noktaysa, hükümetin TSK ve Org. Başbuğ’un inisiyatiflerini büyük ölçüde öne çıkarıp bu sayede asker ile laiklik eksenli konularda kriz potansiyelini en aza indirmek isteyeceği.
Ancak bana göre ortada çok ciddi bir sorun var: Daha önce de yazdığım gibi PKK’nın kırılma noktasında olmadığını, daha yumuşatacak olursam, örgütün yaşamakta krizlerin fazlasıyla abartıldığını düşünüyorum. Teör zirvesinden çıkan kısa bildiriden, devletin PKK’nın “direnç noktası”nı tam kavramadığı veya kavramak istemediği sonucuna varıyorum. Dolayısıyla bu yaklaşımla geliştirilecek stratejilerin çözümü getirmesinin zor olduğu kanısındayım.