Terörle mücadele konusunda ofanstan defansa
New York
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, önceki gün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmanın sonlarında terörizm konusuna değindi ve şöyle konuştu:
“Terörizm gerçek bir tehdittir, son derece tehlikelidir, insanlığa karşı suçtur ve mutlaka yenilmesi gerekir. Bunu ancak ‘benim teröristim/senin teröristin’ ayrımlarından kurtulduğumuzda başarabiliriz. Terörizme karşı etkin uluslararası işbirliği, Türkiye için ana bir öncelik olmayı sürdürmektedir.”
Bunlar Türkiye’nin yıllardır her türlü uluslararası platformda tekrarladığı sözler, yani yeni değil. Ancak yeni olan bir durum var: Türkiye yakın zamana kadar terörizmden PKK’yı kasteder, uluslararası camiayı terörle mücadelede işbirliğine çağırırken, örtülü bir şekilde bazı ülkeleri PKK’yı desteklemek, en azından görmezden gelmekle suçlardı. Son çözüm süreciyle birlikte PKK’nın eylemlerini durdurmasıyla Türkiye’nin bu türden çağrılar yapması eskisi kadar gerekli ve işlevsel olmaktan çıktı. Hatta tam tersine Türkiye, Suriye bağlamında radikal İslamcı bazı gruplara destek vermek veya bunları görmezden gelmekle suçlanır oldu.
Usta gazetecinin ısrarı
Bunun en çarpıcı örneği Washington Post’un kıdemli ismi Lally Weymouth’un Gül ile pazar günü yaptığı ve önceki gün yayınlanan mülakat. Usta gazeteci, Gül’e önce “Burada insanlar Suriye muhalefetinde aşırıların etkili olduğunu söylüyor. Katar’ı suçluyorlar, hatta Türkiye’yi Nusra Cephesi gibi gruplara silahların Türkiye üzerinden gitmesine izin vermekle suçluyorlar. Bu doğru mu?” diye sormuş. ABD’nin Suriye’deki rolü üzerine iki sorunun ardından “Sanıyorum ABD Kongresi’nin Suriye muhalefetine yardımda tereddüt etmesinin bir nedeni de Türkiye’nin Nusra Cephesi gibi radikal gruplara yardımlara izin verdiğine dair raporlar. Bu yanlış mı?” diye konuya dönmüş.
Gül’ün “Bunu söyleyenler yanlış yapıyorlar ve bizi tanımıyorlar. Böyle bir suçlamayı kabul edemem ve bunu olaylara uzak kalmanın ve hiçbir şey yapmamanın bahanesi ve özrü olarak görürüm” cevabına rağmen, Weymouth, “Kongre’deki bazı oturumlarda Suudi Arabistan ve Katar’ın Suriye’deki radikal gruplara yardım ettiği ve Türkiye’nin yardımların ve radikallerin kendi sınırlarından geçmesine izin verdiği iddia edildi” diye ısrar etmiş. Gül’ün buna cevabı şöyle olmuş: “Radikal gruplar Türkiye’ye gelmez fakat muhalefetteki, demokrasi için çalışan ılımlı gruplar Türkiye’de toplantılar yapıyor. Bu ılımlı gruplara yardım ettiğimizi açıkça belirttik. Bunun böyle görülmesi gerekiyor fakat tam tersini yapmakla suçlanıyoruz. Bunun, Suriye konusundaki gündemi değiştirmek için bir bahane olduğunu düşünüyorum.”
Algı yönetimi başarısızlığı
Cumhurbaşkanı Gül’e diğer Amerikalı gazeteciler de benzer sorular yönelttiler. Muhtemelen bugün Dış İlişkiler Konseyi’nde, yarın Princeton Üniversitesi’nde yapacağı konuşmaların ardından da izleyicilerden Gezi olaylarına ek olarak Türkiye’nin Suriye’deki radikal gruplarla ilişkisi üzerine sorular gelecektir. Bunda şaşılacak bir şey yok zira heyetindeki gazeteciler olarak biz de Gül’e iki ayrı sohbette bu konuyu sorduk; muhtemelen dönüş yolunda yine bizlerle yapacağı değerlendirme mülakatında da aynı soru/sorun gündeme gelecek.
Türkiye’nin Suriye’deki radikal gruplarla ilişkisi olup olmadığı, varsa ne düzeyde olduğu sorusunun bu kadar sık ve ısrarla ortaya atılmasının ana nedeni Ankara’nın “algı yönetimi”ndeki başarısızlığı olsa gerek. Örneğin Gül’ün biz Türk gazetecilere yaptığı açıklamaya kadar, bu suçlamaların onun açıklamalarındaki kadar açık ve net bir şekilde reddedildiğine tanık olmamıştık. Herhâlde bundan sonra durum değişecektir. Ne var ki Türkiye’nin terörle mücadele konusunda uluslararası platformlardaki ofansif (saldıran) pozisyonundan defansif (savunan) pozisyona geçmesi hâli bir süre daha devam edeceğe benziyor.