Tehlikeli bir kavram: Tehlike
.
Yakın siyasi tarihimizin en hayati dönemeçlerinden biri hiç kuşkusuz 28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısıyla yaşanmıştır. Fakat aradan 13 yıl geçmiş olmasına rağmen Türkiye’nin bu post-modern darbeyle tam anlamıyla yüzleşebildiği ve bundan ileriye yönelik dersler çıkarabildiği söylenemez.
28 Şubat’a kapıyı, Refah Partisi’ni (RP) koalisyonla da olsa iktidara taşıyan 24 Aralık 1995 genel seçimlerinin araladığı açıktır, fakat 27 Mart 1994 yerel seçimlerinin ondan çok daha önemli bir dönüm noktası olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İstanbul (Recep Tayyip Erdoğan) ve Ankara (Melih Gökçek) başta olmak üzere birçok büyük şehir, il ve ilçe belediye başkanlıklarının RP tarafından kazanılması toplumun bir bölümünde büyük bir paniğe yol açmış ve internetin henüz varolmadığı o dönemde fakslar üzerinden çok sayıda “laikliği koruma” amaçlı grup ve inisiyatif ortaya çıkmıştı.
Pascal teoremi
Bunlardan, esas olarak Ankara’da etkili olan “Laikliğe Çağrı Grubu” tarafından İslami hareketi anlatmam için bir toplantıya davet edilmiştim. Genellikle üniversite çevrelerinden oluşan kalabalık bir topluluğa Türkiye’deki İslamcı grup ve cemaatleri anlattıktan sonra, sözlerimi bu hareketlerin özünde “sistem içi” olduklarını, dolayısıyla “şeriat düzeni tehlikesi” bulunmadığını söyleyerek noktaladım.
Akabinde toplantıyı yöneten, şimdi adını unuttuğum bir erkek profesör, kendilerini İslami hareket hakkında bilgilendirdiğim için bana teşekkür ettikten sonra yorumlarıma kesinlikle katılmadığını ifade etti. Ben de kendisine “ben İslamcılığı biliyorum ama yanlış yorumluyorum, sizse bilmiyorsunuz ama doğru yorumluyorsunuz. Bu nasıl olabiliyor?” diye sordum.
Bunun üzerine aynı kişi, ünlü Fransız düşünürü Pascal’in Tanrı felsefesini Türkiye’ye ve şeriat tartışmalarına uyarladı. “Tanrı var mı?” sorusuna Pascal “Evet var” der ve şöyle devam edermiş: “Eğer Tanrı yoksa ona inananlar hiçbir şey kaybetmez, ama eğer varsa ona inanmayanlar çok şey kaybeder!”
Kendisine verdiğim cevabı mealen şöyle toparlayabilirim: “Yanılıyorsunuz, olmayan bir tehlikeyi var göstererek gereksiz paranoylara yol açar, insanların enerjilerini yanlış yerlere sevk etmelerine neden olursunuz.”
İtiraf etmem gerekir ki şeriat tartışmasına Pascal’i katmak yanlış ama yaratıcı bir fikirdi ve ilk başta ne cevap vereceğimi bilememiştim. Fakat söz konusu profesörün temel kavramının “tehlike” olması işimi hayli kolaylaştırmıştı. Çünkü gazeteciliğe başladığım 1985 yılından beri ağırlıkla İslami hareket üzerine çalışıyordum ve o ana kadar farklı mesleklerden (gazeteci, diplomat, akademisyen...) yüzlerce yerli ve yabancı meraklı bana İslamcılığı sormuş ve sözü bir şekilde muhakkak “şeriat tehlikesi”ne getirmişlerdi. Kayıtlara da defalarca geçtiği gibi bu soruların tamamını “şu tehlike sözcüğü çok tehlikeli” diye cevaplamaya başlamıştım.
Tehlike sözcüğü tehlikeli çünkü yaşanan bir toplumsal dönüşümü anlamamızda hiçbir şekilde işimize yaramıyor, tam tersine anlamamızı zorlaştırıyor. Öte yandan “tehlike” kavramının, söz konusu toplumsal dönüşümden rahatsız olan, bunun kendi geleneksel iktidarlarını tehdit ettiğini düşünen odaklar tarafından sürekli olarak pompalandığını aklımızdan çıkartmamamız gerekir.
Ne yazık ki çok kişi, 28 Şubat sürecinde “muhayyel despotlar”a (yani iktidarı tam olarak almaları durumunda demokrasiyi rafa kaldıracağı iddia edilen İslamcılara) karşı “tescilli despotlar”ı (yani 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de demokratik süreçleri kesintiye uğratan askerleri) destekledi.
Hidayete erenler
Bu kişiler dün İslami hareketliliği tepeden tırnağa bir “tehlike” olarak görüyor, onu anlamaya ve anlatmaya çalışanları da sırf böyle bir “tehlike” görmedikleri için “gizli şeriatçı” veya en basitinden “şeriatçıların ekmeğine yağ süren saflar” olarak damgalıyorlardı.
Bunların bir bölümünün AKP’nin iktidara gelmesinden sonra bilinçlenip “her şart altında demokrasiyi savunma” noktasına geldiklerini biliyoruz. Bana yıllarca “ne zaman hidayete ereceksin?” diye soranların bu dönüşümüne siz olsanız ne ad verirdiniz?
Neyse, söz konusu kişilere şöyle seslenmek isterim: Gelmiş olduğunuz nokta, hem kendiniz, hem Türkiye için sevindiricidir. Fakat dün “şeriat” ile ürküttüğünüz kamuoyunu yeni tehlikeler icat ederek tedirgin etmeyin. Lütfen.
Uzun bir süre oda komşuluğu yaptığım sevgili Ahmet Vardar abiye Allah’tan rahmet, yakınları ve sevenlerine başsağlığı dilerim.