Tabii ki kardeşlik, ama özgürlük ve eşitlikle birlikte
.
Merakla demokratikleşme paketini bekliyoruz. Ankaralı meslektaşlarımız pakette ana dilde eğitimin olmayacağını, cemevlerine yasal statü verilmesi konusunun da muğlak olduğunu söylüyorlar. Şaşırtıcı değil, ancak umarım bu kulis bilgileri doğru çıkmaz. Şaşırtıcı değil, çünkü bizde hükümetler değişse de devlet, sayıca az olan etnik ve inanç topluluklarının taleplerine hep mesafeli yaklaşır, onları kırmızı çizgiler içinde hapsetmeye çalışır ve bunu da çoğunluğu oluşturan toplulukların kaygılarıyla meşrulaştırmaya çalışır.
Pakette ana dilde eğitim konusunda Kürtlerin, cemevleri konusunda Alevilerin beklentilerinin yerine getirilmemesinin çözüm sürecine olumsuz etkisi olacağı kesin, ancak süreci sabote edeceği, hatta sonlandıracağı yolundaki iddialar abartılı. Bununla birlikte söz konusu adımların şimdi atılmaması hâlinde Türkiye, yine gereksiz yere zaman ve enerji harcayacaktır. Çünkü eğer demokratik bir ülke olma iddiamızı, geliştirerek koruyacaksak, ana dilde eğitim ve cemevlerine yasal statü verilmesi gibi eşikleri er ya da geç aşmak zorundayız. Bunlar ne kadar yakın zamanda gerçekleştirilirse o kadar rahat ederiz, ne kadar geciktirirsek de o kadar sancı çekeriz.
Kardeşlik hukuku ve dayatması
Şunu artık çok iyi biliyoruz: Türkiye’de ne zaman sayıca az olanların bazı haklı talepleri “kırmızı çizgiler”in dışına taşıyor görünüp ertelenecek olsa hemen “kardeşlik” söylemi devreye sokulur, bu kez de öyle olacağa benziyor. Aslında bunda bir sakınca yok, çünkü “kardeşlik” cumhuriyetin temellerinden biridir. Ama tek temeli değildir. Örneğin “özgürlük” ve “eşitlik” de cumhuriyetin olmazsa olmazlarıdır.
Özgürlük ve eşitliği geri plana atıp sadece kardeşliği vurguladığınızda doğal olarak büyüklük/küçüklük (sayıca çokluk/azlık) ayrımı devreye giriyor ve abiler/ablalar küçük kardeşe kendisi için en iyisinin ne olduğunu öğretiyor, eğer itiraz ederse ona “azla yetinmesini” telkin ediyor. Bu dayatmacı kardeşlik tavrının Kürtlerde yol açtığı refleksi daha önce çok ele almıştık (mesela http://www.rusencakir.com/Artik-bana-kardesim-deme/1898 ).
Sünniler itiraz etmezse...
Benzer bir durumun Aleviler için de geçerli olduğunu en son gündeme gelen yan yana cami ve cemevi projesinde de görüyoruz. Bilindiği gibi bu projeyi Alevi olmayan çok sayıda yazar güçlü bir şekilde destekledi ve karşı çıkan Alevileri de yine güçlü bir şekilde eleştirdi. Örneğin Zaman’da Mümtazer Türköne şöyle yazdı:
“Bu projeye, Sünni kesimden herhangi bir itirazın gelmemesi bile tek başına Türkiye’de katettiğimiz uzun mesafenin önemli işaretlerinden biri. Ama yine de karşı gelenler çıkıyor. Varlıklarını, Aleviliğe değil, Alevi sorununun çözümsüzlüğüne bağlayanlar bu güçlü çözüm adımını durdurmak için şiddet yüklü protesto eylemlerine girişiyor.”
Öncelikle Sünni kesimden itiraz gelmediği iddiası aynı gün Yeni Şafak’ta çıkan Hayrettin Karaman Hoca’nın yazısıyla geçerliliğini kaybetti. Kaldı ki doğrudan Alevileri ilgilendiren bir projenin doğruluğunun ölçüsü Sünnilerden itiraz gelmemesi olunca, itiraz eden Aleviler de “parazit” vb. gibi tanımlara layık görülebiliyorlar.
Tatmin ve rıza
Normal şartlarda ana dilde eğitim ve cemevlerine statü verilmesi gibi konular temel insan hakları kapsamına girer, tartışılması bile abestir. Ancak “kırmızı çizgiler” nedeniyle hâlâ bu sorunları çözemiyoruz. Aslında o kadar da zor değil: Kürtleri ve Alevileri tatmin edecek ve toplumun geri kalan kesimlerinin de razı olabileceği formüller geliştirilebilir.
Lakin bizde hep eski alışkanlıklar devreye giriyor ve Kürtler ile Alevilere, sayıca çok olan toplulukları tatmin edecek çözümlere rıza göstermeleri dayatılıyor.
Bu kısır döngüden bir an önce çıkılması dileğiyle...