Suriye’ye müdahale: Kriz çözülmez derinleşir
.
Dünkü yazımı “kendimizden ne kadar koyarsak koyalım Suriye konusunda herhangi bir şey kazanma şansımız bulunmuyor” diye bitirmiş ve Suriye’ye muhtemel bir Batı müdahalesinin Türkiye’ye etkilerini bugün tartışmayı sürdürme sözü vermiştim. Bugün de yazıya, geçen yılın ocak ayının sonlarında, daha Türkiye Suriye krizine alenen ve aşırı ölçüde angaje olmadığı günlerde yazdığım “Suriye’ye müdahale: Ya sonra?” başlıklı yazının (http://www.rusencakir.com/Suriyeye-mudahale-Ya-sonra/1656 )
Akıl kârı değil, çünkü ister “sınırlı”, ister “kapsamlı”; ister “hava”, ister “kara” harekâtı, isterse ikisi birden olsun Suriye’ye yapılacak bir müdahalenin bu ülkedeki krizin çözümüne katkıları kesinlikle zararlarından daha az olacaktır; diğer bir deyişle müdahale krizi çözmek yerine derinleştirecektir. Çünkü:
1) ABD başta olmak üzere müdahaleye soyunan Batılı güçlerin berrak bir Suriye planlarının olduğunu söyleyemeyiz. Kuşkusuz Baas/Esad rejiminden kurtulmak istiyorlar ancak hem bunun çok kolay olmaması, hem de yerine neyin konulabileceğinin netleşmemesi nedeniyle ağır hareket edip küçük adımlar atmayı tercih ediyorlar.
2) Batılı güçleri en çok, Suriye muhalefetinde İslamcıların ağırlıklı olması, özellikle de silahlı muhalefette El Kaide ile bir şekilde ilişkili yapıların giderek öne çıkması kaygılandırıyor.
3) Bu nedenle şu ana kadar yapılan açıklamalar ve sızan bilgilerden, rejimi yıkmayı değil de kimyasal silah nedeniyle cezalandırmayı hedefleyen bir müdahalenin öne çıkması şaşırtıcı değil. Ancak ne kadar sınırlı tutulmak istenirse istensin, yapılacak müdahaleyle birlikte Batılı güçler Suriye krizinin bir parçası hâline gelmiş olacaklar. Böylelikle kısa ya da orta vadede başka askeri operasyonlar yapmak zorunda kalabilecekler.
4) Tam da bu noktada Suriye’nin (ve İran başta olmak üzere ona destek veren ülkelerin) göstereceği tepki ve vereceği cevap önemli olacak. Şam yönetimi, alacağı darbeye bağlı olarak savaşı kendi topraklarının dışına taşıyıcı, yani genişletici bazı adımlar atarsa bölgesel bir çatışma kapımızda demektir.
Türkiye’nin önündeki riskler
İşte böylesi bir çatışmadan en çok ve en olumsuz etkilenecek ülkelerden biri, tartışmasız Türkiye olacaktır. Ankara’nın doğrudan Şam’ı sorumlu tuttuğu Hatay Reyhanlı’daki terör saldırısı, savaşın büyümesi hâlinde yaşanabileceklere bir örnek olarak gösterilebilir. Öte yandan Suriye’deki iç savaşın bölgeyi kuşatması hâlinde mezhep faktörünün ön plana çıkması ihtimali hayli yüksek ve böylesi bir riskin Türkiye’yi de kapsama alanına alacağı muhakkak.
Tabii olayın Kürt sorunuyla bağlantısı da ülkemizi doğrudan ilgilendiriyor. Suriye’de Abdullah Öcalan çizgisinde faaliyet gösteren PYD’nin Eş Başkanı Salih Müslim’in, açık bir şekilde bu ülkeye Batı müdahalesine karşı çıkmış olması çok anlamlıydı. PKK’nın, daha çok da Öcalan’ın, Suriye krizinin daha da derinleşmesi hâlinde ne tavır alacakları önem arz ediyor. Bu bağlamda Ankara, Öcalan’ın “araçsal” konumunun “stratejik”e evrilmesi talebini kademeli de olsa yerine getirmesi söz konusu olabilir. Her durumda eylül ortasında Erbil’de yapılması söz konusu olan Kürt konferansının değerinin Suriye’ye (muhtemel) Batı müdahalesi nedeniyle arttığı kesin.
Her şey bir yana, Türkiye’nin de destek verdiği, hele aktif olarak içinde yer aldığı uluslararası bir koalisyonun Suriye’ye askeri müdahalesine, belki de yüzyıllardır bu bölgeyi ayakta tutan Türkiye-İran dengesini altüst etme riskini kuvvetli bir şekilde barındırdığı için kuşkuyla bakmak ve karşı çıkmak gerekir.
Çünkü bu dengenin bozulmasından sadece Türkiye ve İran değil, tüm bölge ciddi zarar görür. Örneğin dört ülke birden (Türkiye, İran, Irak ve Suriye) bölünmenin eşiğine gelir ve böylesi bir durumda yerlerine çok sayıda, tek başlarına ayakta duramayacak ülkeler çıkar.
Daha fazla karamsarlığa gerek yok, burada keselim ve yarın devam edelim.