Suriye mi, İsrail mi?
.
Suriye’de muhalefetin Baas rejimini temelinden sarsmasıyla birlikte zaten berrak olmayan kafalar iyice karıştı. Aslında Suriye’yi 1963’ten beri otoriter bir şekilde yöneten Baas Partisi’ni pek seven yok. Benzer bir şekilde, “reformcu oğul lider” imajı son günlerde tarihe karışan Başar Esad’ın da çekip gitmesiyle 1970’ten beri süren Esad hanedanının sona ermesine de çok fazla itiraz eden çıkmaz. Fakat Baas ve Esad’dan sonra neyin geleceğinin belirsiz olması ciddi kaygılara yol açıyor. Bir de tabii Suriye’de yaşanan ve yaşanacak her türlü kaostan en fazla İsrail devletinin istifade edecek olması, normal şartlarda Suriye muhalefetine arka çıkması beklenen pek çok kişi, çevre ve odağı tereddüte sevk ediyor.
Başlıktaki “Suriye mi, İsrail mi?” sorusunu daha sık duyacağa benzeriz. Tıpkı 1. Körfez Savaşı öncesi “Baba Bush mu, Saddam mı?”, Afganistan operasyonu sırasında “Batı mı, El Kaide ve Taliban mı?”, Irak işgali sırasında “Oğul Bush mu, Saddam mı?” sorularını duyduğumuz gibi.
Geçmişteki sorular yanlıştı, çünkü bize kötüler arasından “en az kötü”yü seçmemiz dayatılıyordu. Halbuki hem Saddam’a, hem Bushların ikisine birden; hem Taliban ve El Kaide’ye, hem NATO operasyonuna karşı çıkmak pekala mümkündü. Bu tür sert olaylarda taraf tutmamayı “gerçekçi değil” diye küçümseyenlerin bizlere “gerçekçi” ve “makul” olarak sundukları askeri operasyonlar ve işgallerin, yaşanan insanlık acılarını çözmedikleri gibi halklara yeni felaketler getirmiş olduklarını da gördük.
Amaç mı, araç mı?
Suriye konusunda da bu tür “gerçekçiliğe çağrı” numaralarına kanmamak pekala mümkündür. Bu açıdan öncelikle “Suriye mi, İsrail mi?” sorusunun son derece yanlış olduğuyla işe başlayabiliriz. Evet, “Esad giderse Filistin halkı iyice yalnız kalır ve bundan en fazla İsrail kârlı çıkar” şeklindeki uyarılar bir ölçüde haklı olabilir, ama Baas rejiminin gitmesini isteyenler, bir ülke olarak Suriye’nin kapıya kilit vurmasını ve anahtarı da İsrail’e teslim etmesini istiyor değiller ki! Eğer Baas rejimi sona erer ve burası bir şekilde demokrasiyle tanışırsa, Suriye halkı yine Filistin davasının savunuculuğunu ve İsrail’den, işgal etmiş olduğu topraklarını geri alma mücadelesini sürdürebilir.
Diğer bir deyişle, Filistin davası Baas Partisi ve Esad ailesinin tekelinde değildir. Hatta onların yıllardır bu davayı bir “amaç” değil de bir “araç” olarak görüp kullandıklarını; daha ileri gidip, Filistin halkının maruz kaldığı zulmü ön plana çıkarıp kendi halklarına reva gördükleri zulümleri meşrulaştırmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Sonuç olarak, Suriye’de otoriter rejimin sona erip yerini demokrasiye bırakması halinde Ortadoğu’da ve dolayısıyla Filistin sorununda belli bir normalleşme yaşanacağı da kolaylıkla ileri sürülebilir ve bu durum kesinlikle Filistin halkının lehine gelişmelere kapı aralar.
Kürt sorunu boyutu
Dün Esad’ın gitmesi halinde Suriye Kürtlerinin güçleneceğini, onlar arasında iyi bir şekilde örgütlenmiş olan PKK’nın da bu durumdan istifade edeceğini, bütün bu muhtemel gelişmelerin de AKP hükümetini kaygılandırdığını yazmıştım. Kimilerinin bu objektif değerlendirmeden hareketle “Türkiye için en iyisi Esad” şeklinde akıl yürüttüklerini görüyorum.
Yanlış yapıyorlar. Çünkü Suriye’ye de er ya da geç demokrasi gelecek ve bıundan doğal olarak Kürtler de yararlanacak. Suriye için söz konusu olan bu demokratikleşmeyi geciktirmenin Türkiye’nin çıkarına olduğunu düşünenleri, kendi ülkemizdeki Kürt realitesini görmezden gelmenin bizlere yüklediği ağır faturayı görmeye davet ediyorum. Bir de tabii Ankara’nın çok uzun bir süre Irak Kürdistan Federe Yönetimi’ni görmezden gelip sonra en üst düzeyde bu oluşumu tanımak zorunda kaldıklarını hatırlatırım.
Tıpkı Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Kürtler hak ve özgürlüklerine kavuşmalı; onlara İran Kürtleri de eklenmeli ki Ortadoğu’da Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözme kanalları açılabilsin.