Süheyl Batum vakası
.
Süheyl Batum’u yıllardır tanırım. Çok sayıda destekçisi olduğunu bilip tahmin etmeme rağmen son birkaç yıldır yazıp söylediklerinin beni epey şaşırttığını itiraf etmeliyim.
Bunu kendisine de söylemişimdir. Onun da benim yazıp söylediğim birçok şeyi yadırgadığını, sevmediğini biliyor ve tahmin ediyorum. Bütün bunlar son derece normal. Eninde sonunda Türkiye’de demokrasi ve fikir özgürlüğü var veya en azından varolduğu iddia ediliyor.
Ama Batum’un “Yeni CHP”de üst düzey görevler üstlendikten sonra aynı üslubunu sürdürüyor olması işin rengini değiştiriyor. Hiç kuşkusuz Batum’u o görevler için uygun görenler, onun yazıp söylediklerini biliyor, hatta muhtemelen bunları beğeniyorlardı. Yine hiç kuşkusuz, “parti içi demokrasi” maalesef bizde çok az olan, ama sonuna kadar iyi bir şeydir. Yine de bunların hiçbiri, Batum’un, birbirinden farklı konularda, öncelikle parti içindeki diğer yöneticileri, daha sonra parti tabanının hatırı sayılır bir bölümünü, en nihayet, toplumun belli kesimlerini rahatsız edecek, zor durumda bırakacak çıkışlar yapmasını açıklamıyor, doğrulamıyor.
Eski günler özlemi
Örnek olarak Batum’un son sözlerine bakalım: “Koca bir askeri yıktılar, meğer kağıttan kaplanmış, biz bunu asker zannedermişiz, meğer ABD içini oymuş. O koca ağacı hop diye yıktılar. Ancak CHP’yi yıkamadılar.”
Batum bu sözlerinden “darbe tahrikçiliği” yorumu türetilmesine karşı çıkıyor. Kusura bakmasın ama genel olarak CHP’ye sempatik bakan birçok aklı başında tanıdığım, tıpkı benim gibi, bu sözlerin “eski günlere bir özlem”i ifade ettiğini düşünüyor ve o “eski günler”in pek de “güzel günler” olmadığını biliyor.
Batum’un askeri eleştirirken sorumluluğu ABD’ye atması da apayrı bir konu. Türkiye’deki tüm askeri darbelerin arkasında, içinde ve hatta bir şekilde önünde olduğunu bildiğimiz ABD’nin, şimdi TSK’nın içinin boşaltılmasını gerçekleştirdiğini ileri sürmek ne derece “bilimsel”dir?
Bir de tabii şu var: “ABD ordumuzun içini oymuş” basitliğinden ne derece akılcı ve etkili bir anti-emperyalizm çıkartılabilir?
TSK’nın özenli dili
Bereket Batum’un TSK’yı eleştirirken gösterdiği özensizliği, TSK yaptığı açıklamada sergilemedi.
Açıklamanın son bölümündeki “Kendi görüşleri doğrultusunda kamuoyu oluşturmak isteyen siyasilerin, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle ilgili söylemlerinde daha özenli olmaları ve asker üzerinden siyaset yapmamaları beklenmektedir” sözleri, TSK’nın son yıllarda yaşananlardan olumlu anlamda ders çıkartmış olduğunu da kanıtlıyordu.
Batum ise bu açıklamanın kendisine yönelik olmadığını savunup, “Sözlerim TSK’yı üzerse ben de üzülürüm” dedi ki burada da bir başka vahim hatayla karşı karşıyayız. Ana muhalefet partisinin genel başkan yardımcısı, neden öncelikle sivil topluma değil de askere bakar? Kamuoyunda farklı kesimlerden sözlerine eleştiri geldiğinde üzülmeyen Batum neden “asker üzülürse üzülür”?
İçerden sarsılan CHP
Buradan Batum’un Zonguldak’taki çıkışının son cümlesine gelmek istiyorum. Yani “Ancak CHP’yi yıkamadılar” sözlerine. Baykal’ın beklenmedik istifasıyla Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde yeni bir yola giren CHP çok kritik eşiklerden geçti ve daha da geçmek durumunda. Bu nedenle, özellikle parti üst yönetimine dışardan katılan yeni isimlere çok büyük görevler düşüyor. En azından “taze kan” sunamasalar bile CHP’den kan almamaları bekleniyor.
Fakat kimi eski, kimi yeni, çok sayıda CHP yetkilisinin sanki birbirleriyle yarışırcasına ve her seferinde Kılıçdaroğlu’nu zor durumda bırakarak (CHP Lideri sık sık şu ya da bu parti yöneticisinin şu ya da bu sözünün partiyi bağlamadığını açıklamak zorunda kaldı, bu gidişle daha da kalacağa benzer) rol çaldıklarını veya çalmak istediklerini görüyoruz. Bu durumun kendilerine ne kazandırdığını bilmem ama CHP’ye çok şey kaybettirdiği ortada.
Özetle “dışardan” yıkılamayan CHP “içerden” epey sarsılıyor.