Sorun İslam’dan değil şahıslardan kaynaklanıyor
.
Mahalle baskısı ve laiklik/2
Mahalle baskısı tartışmalarında devlet nerede?” sorusu hayati bir öneme sahiptir. Prof. Şerif Mardin’in Jön Türkler’den beri tüm yöneticilerin “mahalle baskısı”ndan korkmuş olduklarını belirtmesi ve onu günümüze taşırken “Bu öyle bir hava ki AKP’yi bile döver” demiş olması nedeniyle bunun devletten tamamıyla bağımsız olduğu düşüncesi öne çıkmıştı. Fakat “Türkiye’de Farklı Olmak” araştırması, baskının sadece mahalleden kaynaklanmadığını, yerel yöneticilerin ve kimi mülki amirlerin de farklı olanlara karşı ayrımcılık yaptıklarını ortaya çıkardı.
Bu noktada, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Hakan Yılmaz tarafından geliştirilen “laiklik ombudsmanlığı” önerisini gündemde tutmakta yarar var. “Türkiye’de son yıllarda laiklik devlete ait bir özellik olmaktan bir yurttaşlık hakkı olmaya başladı. Çünkü bazı kamu görevlilerinin, ki bunlar yerel yöneticiler veya merkezi yönetimin memurları olabilir, ellerindeki kamu gücünü kullanırken veya bir kamusal hizmeti sunarken ‘bu hizmet karşılığında senden bazı dinsel normlara uymanı isterim’ veya ‘sana sunmakta olduğum kamu hizmetini eğer bazı dinsel normlara uymazsan çekerim’ dedikleri ileri sürülüyor” diyen Prof. Yılmaz’a göre “AKP hâlâ klasik laiklik anlayışında duruyor. Dolayısıyla AKP bir yurttaşlık hakkı olarak laikliğin ihlal edilmesinin yurttaşların canını ne kadar yaktığının farkında değil veya olsa bile bunu umursamıyor. Bu iki şıktan hangisi geçerli olursa olsun ortada çok ciddi bir sorun var demektir.”
Laikliği korumak
Kimileri “laiklik ombudsmanlığı” oluşturulması önerisine “laikliğimizin korunmaya muhtaç olduğu anlamına gelir” diye karşı çıkıyor. Laikliğin korunmaya muhtaç olup olmadığının çok karmaşık bir tartışma olduğu açık ancak bulundukları ortamlarda azınlıkta olan bazı kişi ve grupların tercih ettikleri yaşam tarzlarını çoğunluğa karşı koruyabilmeleri için yardıma ihtiyaçları olduğu da bir gerçek. Dolayısıyla, “bir yurttaşlık hakkı olarak laiklik” ve buna bağlı olarak “laiklik ombudsmanlığı” kavram ve önermelerini tartışmak Türkiye’nin yararınadır. Çünkü bu tartışmalar hiç kuşkusuz laikliği ve buna bağlı olarak demokrasiyi daha da güçlendirecektir.
Sonuç olarak, Türkiye’de dindarlardan kaynaklı baskıların olduğunu düşünüyorum. Ama bu, başörtüsü yasağında açıkça görüldüğü gibi, kimi durumlarda dindarlar üzerinde de baskılar olduğu gerçeğini görmemize engel olamaz. Bu baskılardan herhangi birinin diğerinden daha öncelikli, önemli vb. olduğuna da inanmıyorum. Ancak ülkeyi 6 yıldır AKP’nin yönettiği düşünüldüğünde, bir yurttaş hakkı olarak laiklik konusundaki ihlallerin özel bir ilgi ve hassasiyet gerektirdiği de açıktır.
Kimi dindarlar, kendileri gibi inanmayan, ibadet etmeyen ve yaşamayan başka kişiler üzerinde baskı uygularken referanslarını İslam dininden buluyor olabilirler. Fakat bu, İslamiyet’in başlıbaşına bir “baskı dini” olduğu anlamına kesinlikle gelmez. Eğer sorgulanması ve yeri geldiğinde suçlanması gereken varsa bu İslam dini değil, baskı yapan şahıslardır. Zira İslam dini ve Müslümanların modernleşme, laiklik ve demokrasiyle doğaları gereği sorunları olduğu iddiasının savunulacak hiçbir yönü yoktur. Hıristiyanlık veya Yahudilik veya Hinduizm; Hıristiyanlar veya Yahudiler veya Hindular bu kavramlarla ne kadar barışıklarsa İslamiyet ve Müslümanlar da o kadar barışıktır. Yani çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde de modernlik, laiklik ve demokrasi pekala mümkündür.
Bu nedenle “mahalle baskısı”nın acı bir gerçek olduğunu düşünüyor fakat bunun Türkiye’nin kaderi olduğuna asla inanmıyorum.