Sivil 28 Şubat süreci sürüyor
.
Aslında bu yılın en kritik MGK toplantısı 30 Haziran günü gerçekleşmişti. Bu MGK’nın hemen ardından girdiğimiz süreci “sivil 28 Şubat süreci” olarak tanımlamıştım. (Önceki gün Başbakan Erdoğan da “tarihi bir süreç” yaşıyoruz diyerek Türkiye’de son yıllarda olup bitenlerin fazlasıyla olağanüstü ve sıradışı olduğunu onaylamış oldu.) Bu yeni döneme “sivil 28 Şubat” dememi, inisiyatifin bariz bir şekilde askerden sivillere geçmiş olmasıyla açıklamaya çalışmıştım. Özellikle Gül’ün Köşk’e çıkmasıyla birlikte hızlanan yeni sürecin, geçmiştekine kıyasla en belirgin farklarından birini, “sivillerin cüret bakımından 28 Şubatçı generallerden pek de geri kalmamaları ancak onlara kıyasla çok daha dikkatli, temkinli ve sistematik bir şekilde yol alıyor olmaları” olarak tanımlamıştım.
28 Şubat’ta askerlerin arkasındaki olduğu varsayılan “halk desteği”ne günümüzde Gül-Erdoğan ikilisinin sahip olmasını; yine dün medyanın çoğunluğunun TSK’nın (yani güçlü olanın) çizgisinde seyrederken bugünse çoğu olmasa bile önemli bir bölümünün siyasi iktidarı alkışlamasını da iki sürecin benzerlikleri olarak sıralamıştım.
Aradan geçen 6 ayda siyasi iktidarla TSK arasındaki gerginlik sürekli tırmandı ve lafı uzatmaya gerek yok, yaşanan hemen hemen her gelişmeden (“ıslak imza” tartışmaları; Kafes planı, oramirallere suikast iddiaları; Genelkurmay’ın, bizzat Org. İlker Başbuğ eliyle sürece müdahale etme girişimleri ve nihayet Arınç’a suikast hazırlığı iddiaları) askerler zararlı çıktı. Hükümetin, kuşkusuz Çankaya’nın da desteğiyle, hemen hiçbir konuda geri adım atmadığına, tam tersine iddiaların üstüne üstüne gitmiş olduğuna; hükümetin kararlılığından güç alan savcı ve yargıçların da katılımıyla Türkiye’de akla bile getirilemeyecek olayların yaşandığına tanık olduk. Şunu hiç zorlanmadan söyleyebiliriz: 2010 yılı da benzer gelişmelere sahne olacak ve bunun sonucunda TSK’nın siyasi hayatımız
(ve dolayısıyla demokrasimiz) üzerindeki yıllardır süren vesayeti büyük ölçüde kırılmış olacak.
Bir vesayetten diğerine
Öncelikle şunu vurgulamak şart: Askeri vesayetin kalkması veya büyük ölçüde aşınması Türkiye’nin demokratikleşmesi için olmazsa olmaz bir şarttır. Artık Türkiye bir daha askeri darbe ihtimalini mutlaka devre dışı bırakmalıdır.
Ancak askeri vesayetten kurtulmak demokratikleşme için tek başına yeterli midir? Kesinlikle değil. Hele AB sürecinde büyük tökezlemelerin yaşadığı bir ortamda, sadece siyasi hayatı sivilleştirerek demokrasiyi kamil bir şekilde inşa edebileceğimizi düşünmek hayal olur. Zira demokrasiye tek tehdit asker üniformasıyla gelmiyor. Bugün Türkiye’de ordu zayıfladıkça kendilerinin güçlendiğini düşünen ve çoğulcu demokrasiyle ilişkileri hayli kuşkulu o kadar çok kişi, çevre ve odak var ki insan gelecek konusunda fazla ümitli olamıyor.
Kuşkusuz sırf bu çevrelerin varlığı nedeniyle askerin siyasetin dışına çıkarılması çabalarına itiraz etmek kesinlikle söz konusu olamaz. Fakat “taraf olmayan bertaraf olur” şiarıyla iktidar savaşının taraflarından herhangi birinin kuyruğuna takılmanın da ülkenin hayrına olduğunu düşünmüyorum.
Maharet, hem ülkedeki sivilleşmeye destek verip, hem de ne zamandır sürmekte olan iktidar mücadelesinden güçlü çıktıkları aşikâr olan kesimleri de, yine demokrasinin ilkerinden hareketle denetleyebilmek ve eleştirmekte. Yani demokrasiden yana olup, çatışan tarafların hiçbirinin yanında olmamakta.