Şimdi sırada medya ile uyum var
.
Türkiye Ergenekon soruşturmasını hem özü, hem biçimi açısından tartışıyor. Toplumda belli statüleri olan bazı isimlerin sabahın erken saatlerinde gözaltına alınmaları, kaçmaları düşünülmeyecek bazı zanlıların tutuklanması, bazı hasta tutukluların durumu, iddianamelerin yazımının gecikmesi gibi konuları gündeme getirenler, “esas önemli olan soruşturmanın özüdür” diyen kesimler tarafından “soruşturmayı sulandırmak”, hatta “üstünü örtmeye çalışmak” la suçlanıyorlar. Ancak dünkü zirveden çıkan kısa açıklama, biçime yönelik eleştiri ve şikayetlerin devlet katında da yankı bulduğunu açık şekilde gösteriyor. Her ne kadar “Ergenekon” sözcüğü hiç telaffuz edilmemiş olsa da “uygulamalarda usul yasalarına azami özen gösterilmesi” çağrısının yapılmasına Ergenekon soruşturmasının vesile olduğunu hiç çekinmeden söyleyebiliriz. Diğer bir deyişle, “aman sulandırmayalım” diye diye Ergenekon’un alabildiğine “katılaştırılması” nın, bu sürece başından beri destek verdiğini bildiğimiz Cumhurbaşkanı Gül de dahil olmak üzere devlet katında ciddi bir rahatsızlık yarattığı anlaşılıyor.
Medyaya yönelik şikayetler
Devletin zirvesindeki bir başka ortak rahatsızlık konusuysa medya, daha doğrusu medya organlarının Ergenekon soruşturmasını ele alış ve sunuşu. Öğrendiğime göre dünkü yemeğe medyaya yönelik şikayetler damgasını vurmuş. Davetliler, medyanın “masuniyet karinesi”, “hazırlık soruşturmasının gizliliği” gibi evrensel hukuk ilkelerine uygun davranmadığından yakınmışlar.
Aslında daha ilk andan itibaren medyanın Ergenekon’a ilgisi sorunlu olmuştu. Medyanın bir bölümü, soruşturmayı yürütenlerden de destek alarak kamuoyunu bombardımana tuttular ve “Ergenekon Terör Örgütü” diye bir olgunun varlığını tescillemeye çalışırken, bir başka bölümü, bunu hukuki olmaktan ziyade siyasi bir süreç olduğunu düşünerek soruşturmaya şüpheyle yaklaştı. Medyanın bu farklı tavırları topluma da sirayet etti ve zaten varolan kamplaşmaları daha da derinleştirdi.
Fakat 10. dalgayla birlikte durum karmaşıklaştı. Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un sürpriz bir şekilde Başbakan Erdoğan ile buluşup ardından Cumhurbaşkanı Gül ile haftalık olağan görüşmesini yapmasını takiben, yürütmenin tepesinden Ergenekon sürecinde belki de ilk kez medyaya yönelik uyarılar geldi. Tuncay Güney’in 2001 sorgu kasetlerinin olduğu gibi yayınlanmasının yarattığı şokun ardından Güney’in TRT 2’de 4 saat boyunca canlı yayında kalması, işin çığrından çıkması olarak değerlendirildi. Eski JİTEM yöneticisi emekli Albay Abdülkerim Kırca’nın, Star Gazetesi’nde hakkında çıkan yazıyla aynı gün intihar etmesi TSK’yı bile “yargısız infaz” tabirini kullanmaya sevk etti.
Hükümetin işi zor
AKP hükümetinin önündeki temel sorun şu: Doğrudan ya da dolaylı olarak etki alanı içinde olan veya oldukları düşünülen bazı medya kuruluşları ve gazetecilere Ergenekon konusunda “ayar vermek” te epey zorlanıyorlar. Benzer bir süreç Aktütün saldırısının ardından yaşanmış, Başbakan Erdoğan Org. Başbuğ’un tarafını seçince Taraf Gazetesi tarafından manşetten “Paşasının Başbakanı” diye damgalanmıştı.
Dün Taraf’ı dışlamak belki kolaydı ama bugün hükümete sempatik bakan yayın organlarının ellerinden Ergenekon gibi verimli bir malzemeyi almak pek mümkün görünmüyor. Başbakan bunun yerine, yaklaşan yerel seçimleri de göz önüne alarak, bugüne kadar ihmal ettiği, hatta karşısına aldığı medya kuruluşları ve gazetecilere açılarak belli bir denge tutturmaya çalışabilir.
Muhalefetle diyalog
Cumhurbaşkanı Gül’ün durumu Erdoğan’a göre, bir açıdan daha kolay, diğer açıdan daha zor. Dünkü yemekten son derece memnun kalan, en çok da “özlediğimiz bir toplantıydı” diyen katılımcıların memnuniyetine sevinen Gül’ün erkler arasında açılan diyalog kanallarını topluma da taşıma gibi bir düşüncesi var, ama bunun nasıl olabileceği belirsiz. Aslında CHP ve MHP’li TBMM başkanvekillerini de yemeğe katmak iyi bir düşünceymiş ancak Güldal Mumcu’nun katılamayacağını söylemesiyle hayata geçirilememiş. Köşk’ün ne yapıp edip ana muhalefet ile diyalog mekanizmalarını inşa etmesi gerekiyor.
Bir diğer sorun da medya. Köşk’ün cevabını aradığı soru şu: Basın özgürlüğüne halel getirmeden medyanın “sorumlu yayıncılık” a davet edilmesinin yolu yordamı ne olabilir? Bildiğim kadarıyla bunun cevabı en azından şimdilik bulunabilmiş değil. Yakında medya yöneticileri ve/veya sahipleriyle biraraya gelmeler söz konusu olabilir.