‘Silahları Gömmek’ kitabının yazarı Orhan Miroğlu
.
Daha 13 yaşında, 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Batman mitingine katılmış olan Orhan Miroğlu, günümüz Kürt siyasi hareketinin öne çıkan isimlerinden biri. Kemal Burkay’ın liderliğini yaptığı sosyalist Kürt hareketi Özgürlük Yolu saflarında aktif olarak yer alan Miroğlu, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra tutuklanıp Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde yattı. 15 yıllık cezasının 6.5 yılını tamamladıktan sonra yeni infaz yasasıyla 1988’de tahliye oldu. 1992’de Musa Anter’in hayatını kaybettiği saldırıdan yaralı olarak kurtuldu.
Siyasi yasağı bittikten sonra HADEP’e giren Miroğlu, daha sonra kurulan DEHAP’ta insan hakları ve hukuktan; DTP’deyse dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcılığı yaptı. 2007’de DTP desteğiyle Mersin’den bağımsız aday olan Miroğlu az bir oyla, bir iddiaya göre sandık hileleri sonucu milletvekili seçilemedi.
Seçimin ardından, çıkış hazırlıkları yapan Taraf Gazetesi’den teklif alan Miroğlu sonrasını şöyle anlatıyor: “Esasında hem gazetede yazabilir hem siyaset yapabilirim diye düşünüyordum ama Türkiye’de, bir Kürt siyaset adamı için bu pek mümkün değil. Gazete de bunu çok benimsemedi açıkçası. Gazete ile parti arasında bir tercih yapmam gerekti. Bu kararı tek başıma vermedim. Birkaç dostuma danıştım ve yazı yazmayı tercih ettim. Bunu da ilk olarak partiye açıkladım. Yani partiden herhangi bir politik sebepten ayrılmadım.”
Ne var ki Taraf’ta kaleme aldığı yazılar Miroğlu’nun yakın zamana kadar birlikte siyaset yaptığı arkadaşlarıyla arasının açılmasına, daha önemlisi Abdullah Öcalan ve PKK’nın tepkilerine yol açtı; hatta Miroğlu alenen tehdit de edildi.
Miroğlu ile yaptığımız söyleşide bütün bu konuları ele aldık. Ama sohbetimizin ana eksenini, Everest Yayınları’ndan çıkan Kürt sorununu anlama ve çözmede çok değerli gözlem ve tezler içeren son kitabı “Silahları Gömmek” ve orada ileri sürdüğü görüşler oluşturdu.
‘Tarih PKK’ya, geçmişine karşı bir gelecek sunuyor...’
Orhan Miroğlu: PKK’nın bundan sonra da Kürtlerin ve Türklerin hayatında olacağına inanıyorum. Beni diğer Kürt muhaliflerden ayıran da bu bakış açısıdır. Onlar PKK ile yola devam edilemeyeceğini düşünüyorlar. Ben belli bir kısım Kürt’ün PKK ile yola devam edeceği fikrindeyim ama bu haliyle bunun imkansız olduğunu düşünüyorum, kitapta da tarihin PKK geçmişine karşılık bir gelecek sunduğunu söylüyorum. Bu geleceği elde etmek değişimi kabul etmekten ve silahları gömmekten geçiyor
- Kitapta Abdullah Öcalan Avrupa’da kalsaydı bambaşka bir ortam olurdu. Keşke kalsaydı diyorsunuz...
Öcalan’ın Avrupa’da kaldığı süreci yakından biliyorum. Şu anda Öcalan’la sorun yaşayanlar bunun içinde Kemal Burkay ve Mahmut Baksi de var. Roma’da olduğu dönemde onunla iletişim kurdular. Öcalan Avrupa’da kalsa sadece PKK’nın lideri olarak kalmayabilirdi. Farklı çevrelerin etkisine açık hale gelebilirdi. Bir örgütle alakalı bir coğrafyada 15-20 yıl kalmak kabul edelim ki insan psikolojisinin iyi etkilemez. Bu yüzden Avrupa’da kalması silahları gömmek konusunda katkı sağlardı. Hem Avrupa’da kalıp hem PKK’nın geleneksel yapısını korumak pek mümkün olmazdı. Bugünkü haliyle veya Bekaa’dan yönetildiği haliyle bir PKK’ya Avrupa da izin vermezdi. Kürt Sorunu Avrupa Birliği’nin bir iç sorunu haline gelirdi.
- AB niye istemedi bunu?
Avrupa’nın çeşitli kurumları Kürt sorununu sadece bir insan hakları sorunu olarak gördü ve Avrupalılar, bu konuyu siyasi bir konu olarak gündemlerine almadılar. Öcalan’ın Avrupa’da kalması bu algıyı değiştirebilirdi. Ne var ki Türkiye de Öcalan’ın Avrupa’da kalmasını istemedi. Bugün ise İmralı’da geçen süreci Ergenekon’dan ayrı değerlendiremeyeceğimizi görüyoruz. Bu iki kere iki dört. O tarihin yarattığı sonuçları farklı yorumlayabiliriz ama belli ki İmralı tarihi, az çok Ergenekon’la iç içe geçmiş bir tarihtir. Mesela bir komutan Öcalan’a “Herkes ülke dışına çıkmasın, en az 500 PKK’lı kalsın” diyor. Sonra sorgucu komutanlardan bir başkası geliyor ve Öcalan’a, “Bu şiddette bir savaşla devlet sizi ciddiye almaz” diyor.
‘Normalleşmeyi aramak lazım’
- Kemal Burkay’ın da son günlerde dile getirdiği PKK ve Öcalan’ın derin devletle ilişkisi artık daha çok gündemde. Bu konuda kitaplar yazılıyor. AKP de bu konunun önünü açtı. Kitabınızda bu konuyu reddetmiyorusunuz ama bir yerden sonra bu konunun çok da anlamlı olmadığını söylüyorsunuz.
Bu tartışmada Türk medyasının geleneksel bir tutumu var. Bizim gibi aydınlardan PKK’nın kötülüklerini veya PKK’nın kuruluş aşamasında olan tartışmalı şeyleri duymak istiyorlar. Yani bizim fikirlerimizi değil, sadece duymak istedikleri şeyleri duymak istiyorlar. Kemal Bey’in yaşadığı da biraz bu. Meselenin bu şekilde tartışılması hem Kürt aydınlarını zor bir duruma sokuyor hem de Kürt meselesinin barışçıl demokratik çözümüne katkı vermiyor. Böyle olunca PKK sadece kriminal bir örgüt olarak görülüyor, dolayısıyla çözüm de sadece güvenlik tedbirlerinde aranıyor. ABD’den ve Avrupa’dan daha fazla istihbaratla halledebiliriz diye düşünülüyor. Bu aşılması gereken bir mantık. Yanlış anlaşılmasın, PKK’nın tarihi tartışılmasın demiyorum. Kitabın önsözünde söylediğim gibi o dönemde değil MİT; CIA ve Mossad bile gelip Diyarbakır’da en az 10 tane örgüt kurabilirdi. Buna açık bir siyasi ortam vardı. Bunun sebebi hiç kuşkusuz devletin baskı politikalarıdır. Bu politikalar nedeniyle siyasi ortam, hep canlı ve her türlü gelişmeye açık kaldı. PKK’nın salt nasıl kurulduğunu tartışmak bu sebeplerden ötürü barışa bir katkı sağlamaz. Bu kuruluşun yarattığı siyasi sonuçlara bakmak ve normalleşmeyi aramak lazım. Yine de PKK’nın MİT tarafından kurulup kurulmadığı tartışmalarına en önemli katkının eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’ten geldiğini düşünüyorum. Sabah gazetesinin Öneş ile yaptığı söyleşide PKK’yı biz kurmadık dedi ama PKK içerisinde devlet adına çalışan bir grubun hep olduğunu da kabul etti.
‘Bugün asıl kart Kürt hareketinin elinde’
- PKK’yı ve Öcalan’ı ciddi bir şekilde eleştirmişsiniz ve bu eleştiriler özle ilgili eleştiriler...
Ben eleştirilerimi değişim bağlamında yapıyorum. PKK’nın bundan sonra da Kürtlerin ve Türklerin hayatında olacağına inanıyorum. Beni diğer Kürt muhaliflerden ayıran da bu bakış açısıdır. Onlar PKK ile yola devam edilemeyeceğini düşünüyorlar. Ben ise belli bir kısım Kürt’ün PKK ile yola devam edeceği fikrindeyim ama bu haliyle bunun imkansız olduğunu düşünüyorum ve kitapta da, tarihin PKK’ya geçmişine karşılık bir gelecek sunduğunu söylüyorum. Bu geleceği elde etmek değişimi kabul etmekten ve silahları gömmekten geçiyor.
- Her ikisini birlikte ve ayrı ayrı eleştirirken Öcalan’a ayrı bir önem veriyorsunuz. PKK’yı şu anda yöneten kadroya karşı bir umudunuz yok ama Öcalan üzerinden PKK’nın kendini yenileyebileceğini düşünüyorsunuz. Yanılıyor muyum?
Bir yenilenmenin BDP’nin iç dinamikleri yoluyla sağlanabileceğini sanmıyorum. Çünkü elinde silahı tutanlar her zaman sivil hareketin ne yapması gerektiğine de karar verdiler. PKK kurumları çok farklılaştı. PKK eski PKK değil. Öcalan Türkiye’ye getirildiği zaman Türkiye’de HADEP vardı. Bugün DTK da KCK da söz sahibi artık. Sonra bir de işin diyaspora kısmı var.. KCK Kürt hareketinin ana damarlarından birini oluşturuyor. Bu problem nasıl aşılacak? Herhalde operasyonlarla aşılmayacak. Türkiye ve PKK siyasi tercihler yapacak. Tek taraflı bir siyasi tercih de mümkün değil. Mesela KCK meselesinde siyasi iklimin el vermesiyle birlikte Öcalan’ın KCK’nın en azından Türkiye’deki faaliyetlerine son verdirebileceğini ve tümüyle BDP’ye işaret edebileceğini düşünüyorum. O zaman yargılama sürecinde de savcılar delilleri görmezden gelirler ve belki pazarlık bile etmeden bu sorun çözülmüş olur. Yeter ki ılıman bir iklime girelim.
- Bu ılıman iklimi kim kuracak? Açılımdan beri bu tartışılıyor. Her iki taraf da birbirini suçluyor. Ben her iki tarafında kollektif hatası olduğu kanısındayım...
Haklısınız. Türkiye’nin demokratik zeminden uzaklaşmasının büyük hata olduğunu düşünüyorum. Uludere’nin yaşanmasının temel sebebi demokratik zeminden uzaklaşılmasıdır. Bu bazı güçlere cesaret vermiştir. Hükümet meseleyi yeniden güvenlik meselesi olarak kodladı. Özellikle de Silvan olayından sonra. Hükümet haklı mıydı, haksız mı? Bu ayrıca tartışılması gereken bir konu. Bence bugün asıl kart Kürt hareketinin elindedir, Öcalan’ın elindedir. Silvan saldırısına kadar genel mantık şuydu: ya talepler karşılanır ya da yeniden sizinle savaşırız. İşte bu mantığın değişmesi gerekiyor Bugün Öcalan çıkıp “Artık silahlı mücadele bir koz, bir imkan değildir” dese ki 1999’da bunu söylüyordu- oluşacak ılıman iklimi düşünün. Bunun 4-5 yıl sürmesi halinde Öcalan’ın özgürlüğü dahil her şey konuşulur bu ülke de. 2004’te yeniden savaş kararı alınmasaydı Öcalan bugün en azından ev hapsinde olurdu.
Bölgede yaşananları anlattığımız zaman işin seyri değişir
- Gerek KCK operasyonları, gerek Uludere faciası, gerekse kırsal alandaki operasyonların sürmesi, yani devletin baskıcı politikaları tekrar gündeme sokması PKK’ın silah bırakmamasına meşruiyet kazandırmıyor mu?
Doğru ama ben yine de Kürt hareketinin buna saplanıp kalmaması gerektiğini düşünüyorum. Kürt hareketinin silah meselesini, hükümetin ona karşı politikalarına göre değil, Türkiye koşullarında şu an elinde bulunan siyasi imkanlarla ölçmesinden yanayım. Nedir bu imkanlar? 100 belediyeyi yönetiyor olmak. Ve üstelik bu yönetim meselesinde 15 yıla dayanan deneyim sahibi olmak. Kürtlerin kendi kendilerini yönetmesine ilişkin talep, 15 yıldır de facto biçimde de olsa az çok yerine gelmiş bir taleptir. Yasal altyapıda tabii ki aşılması gereken şeyler var. Sonra, 36 milletvekiline sahip olmak, bu sayının şiddetin tarihe karıştığı bir ortamda daha da artacağını gör ebilmek. Çoğulculuğu, iç demokrasiyi tesis etmiş bir Kürt hareketinin, sadece kimlik talepli bir hareket olmaktan çıkıp, Türkiye ile Ortadoğu’daki Kürt nüfus arasında da, siyasi mana da bir köprü olabileceğini anlamak, bunlara güven duymak, yani silaha değil. Kürt hareketinin değişimi buradan geçiyor.. Dolayısıyla biz eğer KCK operasyonlarına ya da bugünkü Kürt hareketinin karşı karşıya kaldığı baskılara, Uludere katliamına göre yorum yaparsak, elimizdeki bu saydığım imkanlara göre değil de devletin zulmune göre bir pozisyon almış oluruz. Aramızda silahla olan tarihsel ilişkiyi, bu çerçevede yorumlarız. Bu çerçevede yorumlarsak da benim sözünü e ttiğim kısır döngüden çıkamayız ve silahları gömmek mümkün olmaz. Öcalan ve PKK’lilerin şunu kavraması şart: Tarih PKK’ye, geçmişine karşı bir gelecek sunuyor...
- Umudunuz var mı?
Çok umutluyum. Bu umudu ifade eden, 8 tane kitap yazdım. Bir tek amacım vardı. Bu yaşadıklarımızı, Türk halkına anlatabilir miyiz diye düşünüyordum. O coğrafyada yaşananları anlattığımız ve birbirimize inanmaya, güvenmeye başladığımız zaman bu işin seyri değişecek...
YARIN: - PKK benim gibi düşünenler abluka uyguluyor...
- PKK ‘Kürt toplumunu ben tek başıma
yönetirim!’ deme hakkına sahip değil...