Seçim barajı meselesi
.
Eğer Türkiye’nin demokratikleşmesini hedefleyen bir anayasa değişikliği paketi hazırlamak söz konusuysa ilk akla gelen düzenlemelerden biri hiç tartışmasız genel seçimlerdeki yüzde 10 ülke barajını aşağı çekmek olmalıydı. İktidar partisi barajı indirmeyi telaffuz bile etmezken, bu pakete tamamen itiraz eden CHP, MHP gibi muhalefet partilerinin de bu yönde bir talepleri olduğunu görmedik. TBMM’de barajı gündeme getiren tek parti, haklı olarak BDP. Ama en az bu parti kadar Saadet Partisi ve DP başta olmak üzere diğer partilerin de barajdan ciddi bir şekilde şikayetçi oldukları ortadadır.
Yüzde 10’u muhafaza etmek isteyenlerin en çok öne sürdükleri gerekçe “siyasi istikrar”. Yani onlara göre Türkiye gibi bir ülke ancak gayri adil bir seçim sistemiyle istikrara kavuşabilir. Halbuki 12 Eylül cuntacılarının armağanı olan bu barajın ülkeye ne derece istikrar getirdiği tartışmalıdır. Şurası açık: Baraj nedeniyle ülkede siyasi hayat ve seçimler normal kanallardan akmadığı için görünüşte “istikrar” a kavuştuk. Ancak 1983’ten beri, büyük ölçüde yüzde 10 barajından istifade ederek iktidara gelen partilerin hazin sonları ortada. Şunu söyleyebiliriz: Yüzde 10 barajı sayesinde Türkiye’de birçok parti hak etmedikleri ölçüde şiştiler ve ilk ciddi siyasi krizde de bir balon gibi patladılar.
Kaldı ki “istikrar”ın sadece tek parti iktidarıyla sağlandığı da hayli tartışmalı bir konudur. AKP’nin özellikle ikinci döneminde yaşanan toplumsal kamplaşma da bunun açık bir örneğidir. Diyelim ki son seçimlerde baraj yüzde 5 olsa ve o dönemin DTP’si daha fazla, mesela 50 civarı, SP de grup kurabilecek kadar milletvekili çıkarsa Türkiye daha az mı istikrarlı olacaktı?
Bazıları yüzde 10’un 12 Eylülcüler tarafından İslamcı hareketleri engellemek için konulduğunu ileri sürüyorlar. Diyelim ki doğru (ki hedef tek başına İslamcılar değildi), peki ya sonra? Kimileri de yüzde 10 barajının mevcudiyetine rağmen geçmişte uç sağ partilerin, günümüzdeyse Kürt partilerinin, seçim ittifakları yaparak veya bağımsız aday çıkararak bu engeli aştıklarını bahane ediyorlar ki bu tek kelimeyle zalimliktir. 1991’de RP-MÇP-IDP ittifakının, son seçimde de DTP’nin kampanyalarını izlemiş biri olarak, bu partilerin ne zorluklarla karşılaştıklarına bizzat şahit oldum. Zaruretten başvurulan bu tür suni yöntemleri bahane ederek yüzde 10 barajını savunanların diğer yandan en hızlı demokrat havalarında dolaşabilmeleri akıl alır bir şey değil.
Türkiye milletvekilliği yalanı
Bir ara, yüzde 10’un acısını hafifletmek için Türkiye milletvekilliği diye bir formül pazarlanmak istendi, hâlâ isteniyor. Turgut Özal’ın cinliklerinden olan ve Anayasa Mahkemesi’nden dönen bu uygulama, eğer gerçekleşse yüzde 10 barajının yarattığı adaletsizliği katmerleştirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Şöyle bir örnek verelim: Türkiye milletvekilliği söz konusu olduğunda, BDP ülke genelinde diyelim ki yüzde 7 oy aldı, TBMM’de 7 milletvekili ile temsil edilecek. Halbuki son seçimlerde DTP bağımsız adaylarla 20’nin üzerinde sandalye kazanmıştı ki önümüzde seçimlerde BDP’nin aynı yöntemle bunu en az 30’a çıkarması hiç şaşırtıcı olmayacaktır.
AKP’liler kuşkusuz baraj düşerse BDP ve SP’ye çok sayıda milletvekilliği kaptırmaktan korkuyorlar. Ama bu ülkeyi gerçekten demokratikleştirme iddiasındaysalar bu tür korkularının üstüne üstüne gitmeleri gerekir.
Lafı fazla uzatmaya gerek yok: Anayasa’nın geçici 15. maddesini, geç de olsa kaldırmakla iyi bir iş yapmaya soyunan iktidar partisinin, 12 Eylül darbesinin bu ülkeye yaptığı en büyük kötülüklerden biri olan yüzde 10 barajına toz kondurmaması utanç vericidir.