Sayıca az olmak hiç de kötü bir şey değil
.
Biliyorum bu kavram esas olarak benden önceki kuşaklar için kullanılır ancak kendimi bir “cumhuriyet çocuğu” olarak tanımlamayı severim. Türk modernleşmesi ve bunun doğal uzantısı olan cumhuriyetin hazırlamış olduğu zemine ve sunmuş olduğu imkanlara çok şey borçlu olduğumu bilirim. Bunu açmak için kısaca hayatımın ilk yıllarını özetlemem gerekiyor. Artvin Hopa’da bir esnaf çocuğu olarak dünyaya geldim. 4 yaşında İstanbul’a, o zaman “kenar mahalle” olarak görülen Çağlayan’a göçtük. Ziya Paşa İlkokulu’nda öğretmenim Yüksel Çilingir ailemi ikna ederek beni Galatasaray Lisesi sınavlarına soktu ve ben ülkenin dört bir yanından gelmiş, farklı dinlere, etnik kökenlere ekonomik koşullara sahip çocuklarla birlikte yatılı okumaya başladım. Her ne kadar eski adı “Mekteb-i Sultani” olsa da cumhuriyeti Galatasaray’da tanıdım, iliklerimde hissettim ve sanırım özümsedim. Bana göre cumhuriyet Fransız Devrimi’nin üç temel şiarıyla özetlenebilir: Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik. Okulda, diğer okullardaki akranlarımıza göre daha özgürdük. Özellikle yatılı okuyanlar olarak kısa sürede kaynaştık ve aramızdaki her türden farkı daha tam kavrayamadan eşitlendik. Ve tabii ki kardeştik. Ancak ortada çok büyük bir sorun vardı. Büyük sınıflar “abilik” konumlarını fazlasıyla abartıyor ve olur olmaz durumlarda suistimal ediyorlardı. Çok çile çektik. Fakat bir aşamadan sonra birleştik ve başkaldırdık. Büyük sınıflardan bazı abilerimizin de desteğiyle bu tahakkümü kırdık. Bu “tam eşitlik” dönemi 12 Eylül 1980 askeri cuntasına kadar sürdü.
Ürkütücü tepkiler
Galatasaray Lisesi bana cumhuriyetin “fazilet” olduğunu, ancak kötü ellerde “otoriter” bir hal alabildiğini; güçsüzü, zayıfı koruma görevini yerine getiremeyebileceğini, dolayısıyla cumhuriyetin değerlerinin sürekli yenilenmesi ve sürekli kazanılması gerektiğini öğretti. Şunu bütün içtenliğimle ifade edebilirim: Mardin vahşetinin bütün boyutlarından sıyırıp sadece Kürtlükle irtibatlandırılmasına itirazımın, hatta isyanımın temelinde cumhuriyete olan bağlılığım yatıyor. Bu türden akıl yürütmelerin, bu ülkenin (ve cumhuriyetinin) temelinde varolan veya olması gereken kardeşliği ciddi bir şekilde baltaladığını, zaten pek parlak durumda olmayan “iç barış”ımızı daha fazla tehlikeye atacağını düşünüyordum. Yaklaşık bir haftadır süren tartışmanın seyrine baktığımda, maalesef haklı olduğumu görüyorum. O kadar çok kişinin “evet bunun Kürtlükle ilişkisi var” dediğine tanık oldum ki açıkçası ürktüm. En çok şaşırdığım ise, bunların ciddi bir kısmının “ırkçılıksa ırkçılık, ne olacak!” şeklinde bir tavır takınmaları. Herhalde bu cesareti çoğunluk olduklarını düşünmekten alıyorlar. Galiba da öyleler.
ABD’den bir Kürt genci
Olsun sayıca az olmak hiç de kötü bir şey değildir. Böylece iktidarın dilini konuşmuyor ve dolayısıyla onun pisliklerinden azade olursunuz. Şimdi sizi bu “az”lardan biriyle tanıştırmak istiyorum. Kendisini Y.K. olarak tanıtan bu okurum katliamın olduğu Mardin Mazıdağı’nda doğup büyümüş ve ilkokul okumuş bir Kürt genci. Şöyle yazıyor: “Şu an Amerika’da iyi bir üniversitede doktora yapmaktayım. Çok çocuklu bir ailenin üyesi, işçi bir babanın ve başörtülü bir annenin evladıyım. İlkokul arkadaşlarımdan eğitimine devam edebilen üç-dört öğrenciden biriyim ve kendimi çok şanslı addediyorum. Şu an dağda terörist, köyde korucu ya da askerde emir eri olabilirdim mesela. Kendim gibi birkaç şanslı öğrenci dışında Kürt gençlerine biçilen roller değil mi bunlar geldiğimiz 2000’li yıllarda dahi? Herhalukarda elimde kendi insanıma silah doğrultuyor olabilirdim. Kendi insanına silah doğrultmanın normalleştirildiği, insan hayatının bu kadar ucuzlaştırıldığı bir bölgede, insanımın, özellikle genç arkadaşlarımın her taraftan maruz kaldığı türlü maddi, manevi sıkıntılar, süregelen çok taraflı psikolojik baskılar sizin de malumunuzdur. PKK bir taraftan, devlet adına hareket ettiğini iddia eden birtakım örgütler/tetikçiler bir taraftan, yine devlet adına hareket ettiğini iddia edenler tarafından desteklenen aşiret sistemi ve koruculuk sistemi başka bir taraftan... Yıllardır süregelen inkar politikaları, terör bahanesiyle geri bırakılmışlık, eğitimsizlik, terk edilmişlik vs. Özetle devletsizlik!
Bütün bu parametreleri bir kenara bırakıp ‘bu olay bir Kürt meselesidir’ demenin, kolaycılığın ötesinde, manevi bir katliam olduğunu, ırkçılığın daniskası olduğunu bile göremeyecek kadar nasıl körleşebiliyorlar? Tahmin edersiniz ki töreyle, kan davasıyla ya da şiddetle uzaktan yakından ilişkim yok. Ailem ve akrabalarımın da. Kendi ailem gibi birçok Kürt ailenin de. Bunu belirtmemin de ne kadar anlamsız olduğunu biliyorum. Travmatik bir süreç yaşamadikça hiç bir insanın ırkı, menşei ne olursa olsun şiddet eğilimi gösterme ihtimalinin düşük olduğuna inanıyorum. Bu olayı ırkla, Kürtlükle açıklayabileceklerini ve kendilerini sıyırabileceklerini düşünenlere ise acıyorum.”
Okur, “Bu caniliği bütün bir Kürt halkına mal etmenin, ‘Kendilerine çeki düzen versinler...’ deme şımarıklığının... Hem de ülkenin en çok okunan gazetelerinden birinde... Söyleyecek söz bulamıyorum...” demiş. Söylenecek çok söz var ve elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce, imkanlarımız dahilinde söylüyoruz. Söyleyeceğiz de. Çünkü iyi cumhuriyet çocukları böyle yapar.