Savcılar ya tam anlamamış, ya iyi anlatamamışlar
.
Her ne kadar son dönemde tırmanan iktidar savaşlarının bir yansıması olduğunu düşünsem de Ergenekon soruşturmasının (ve artık davanın) Türkiye’nin demokratikleşmesi ve şeffaflaşmasına katkıda bulunacağını düşünüyorum. Zira Ergenekon diye gizli bir yapılanma olmadığına inananlardan değilim. Azını şahsen tanıdığım, geri kalanların çoğunu isim olarak bildiğim zanlılarla siyasi olarak taban tabana zıt yerlerdeyiz ve bunların bir kısmının gizli kapaklı işler çevirip mesela darbe tezgahlıyor olmaları beni pek şaşırtmaz.
Fakat Ergenekon İddianamesi’nin beni tam anlamıyla doyurduğunu da söyleyemem. Ergenekon kitapları üzerine bir yazıma “devlet derin, kitaplar sığ” başlığını uygun görmüştüm. İddianamenin kitaplar kadar sığ olduğunu söylemek haksızlık olur, ancak ele aldığı meselenin derinliğini tam olarak yansıtabildiği de asla söylenemez. İddianameyi okurken hep şöyle düşündüm:
1) Ya bu Ergenekon denen yapının bir “ruhu” yok
2) Ya savcılar bu “ruh”u tam olarak anlayamamışlar
3) Ya da savcılar bu “ruh”u anlamış ama anlatamamışlar
4) Veya bilerek anlatmak istememişler.
Tepe yöneticiler yok
Birinci şıkkın asla söz konusu olmadığını düşünüyorum. Yıllardır Türkiye gibi büyük ve stratejik bir ülkenin kaderinde birincil derecede etkili olduğu söylenen bir yapının, gövdeden önce bir “ruh”a ihtiyacı olur. Ve bu yapı gerçekse -ki bence gerçek- ruhsuz olması düşünülemez.
2, 3 ve 4. şıklarınsa yer yer etkili olduklarını düşünüyorum. Öncelikle savcıların Ergenekon denen yapıyı tam olarak çözemedikleri ortada. Örneğin 2455 sayfalık iddianamede Ergenekon’un tarihçesi hakkında birkaç paragraftan başka bir şey bulunmuyor hatta örgütün kesin kuruluş tarihi bile bilinmiyor, sadece 1999’da yeniden yapılanma yoluna gittiği saptanabilmiş.
Ayrıca iddianamede Veli Küçük, Doğu Perinçek, Muzaffer Tekin, İlhan Selçuk, Kemal Alemdaroğlu ve Fikri Karadağ’dan “üst düzey yöneticiler” diye bahsedilmekle birlikte Ergenekon’un “en tepeleri”ne, en azından şu aşamada ulaşılamadığını anlamak hiç de zor değil. İddianamenin en alakasız yerlerinden birinde gazeteci Zihni Çakır’ın yaptığı “Bir Numara” tarifini koymuş olan savcıların “soruşturma ile örgütün üst düzey sorumlularının tespiti ve tamamen deşifre edilmesi mümkün olmamıştır” sözlerinin altını çizmekte, dolayısıyla sadece “Bir Numara”nın değil başka üst düzey isimlerin de henüz yakalanmadığını veya yargılanmadığını tespit etmekte yarar var.
Sosyal hareketleri anlamak
Bir paragrafla Soğuk Savaş döneminde “NATO’nun komünizmle mücadele amacıyla birçok ülkede kurduğu” örgütlerden ve zaman içerisinde bunların “amaçları dışına çıkmış ve bir kısım kişi ve zümrelerin kendi amaç ve ideolojilerini gerçekleştirmek için kullandıkları birer terör örgütüne” dönüşmesinden söz eden savcılar bu konuyu biraz daha deşseler çok daha derinlere gidebilirlerdi. Örneğin 1970’li yılları ve o dönemdeki faili meçhuller ve katliamları hiç anmamaları anlaşılır gibi değil.
Özellikle Hizbullah, PKK, DHKP-C gibi örgütlerle ilgili bölümler, savcıların olup biten her şeyi komplolarla izah etme yaklaşımının etkisi altında olduklarını gösteriyor. Diyelim ki PKK’yı Öcalan’a “Pilot Necati” adlı istihbaratçı kurdurdu diyelim ki Hizbullah lideri Velioğlu General Temel Cingöz’ün denetimindeydi DHKP-C lideri Karataş da başından beri polisle işbirliği yapıyordu, belli bir aşamadan sonra bu “derin bilgiler” bu örgütlere yönelik belli toplumsal ilgiyi çok sayıda gencin bu örgütler adına öldürüp ölmeye hazır olmalarını ne kadar açıklayabilir?
Akla Susurluk geliyor
Savcıların Ergenekon’un ruhunu anlamış olsalar bile bunu bizlere tam olarak anlatamadıkları kesin. Bir kere 2455 sayfalık bir iddianame insanların kafalarını aydınlatmaktan ziyade daha fazla karıştırıyor. Peş peşe gelen uzun telefon deşifreleri, ayrılan elemanların öldürülmesi gibi çarpıcı husuların birçok yerde tekrarlanması, ancak ayrıldığı için öldürülmüş kimseden bahsedilmemesi gibi noktalar rahatsızlık veriyor.
Son şıkka gelecek olursak, savcıların Ergenekon hakkındaki tüm bilgi ve değerlendirmelerini bizlerle paylaşmadıkları yolunda kuşkularım var. Ergenekon’un baştan aşağı askeri usullerle oluşturulduğu ve kilit noktalarında askerlerin bulunduğu vurgulanıyor ancak en yükseği tümgenerallikten emekli (emekli orgeneraller ek iddianameyle gelecek) eski subaylardan başka kimse yargılanmıyor. Ayrıca, “Örgütün devlet kurumlarında ciddi bir şekilde irtibatlarının olduğu da ortadadır” deniyor ama sanıkların hiçbiri aktif olarak devlet bünyesinde çalışmıyor.
Sonuçta çok kalın ama “eksik” bir iddianameyle karşı karşıyayız. Ergenekon soruşturmasında daha yolun çok başında olduğumuzu düşünerek bu açığın zamanla telafi edilebileceğini umabiliriz.
Aksi takdirde insanın aklına Susurluk geliyor. Bakın Ergenekon İddianamesi’nde ne deniyor: “20. yüzyılın sonlarına doğru Susurluk’ta meydana gelen bir trafik kazası ile ülkemizdeki bu kanlı örgütün kapıları kısmen de olsa aralanmıştır. Fakat örgütün o dönemdeki etkinliği ve gücü nedeniyle yeterince derinleştirilememiş, sadece buzdağının görünen yüzü aydınlatılmış ve örgüt amaçları doğrultusunda karanlık eylemlerine devam etmiştir.”