Recep Tayyip Erdoğan’ı anlamak
.
Sırf bu başlık birçoklarını kızdıracak biliyorum, ancak son günlerde hakkında yazılıp çizilen ve söylenenler, Başbakan Erdoğan’ı algılama, anlama ve kavrama bakımından ortada çok ciddi bir sorun bulunduğunu gösteriyor. Onca yıldır Türk siyasi hayatının başrol oyuncularından biri olmasına, yaklaşık altı yıldır başbakanlık yapmasına bütün bu süre boyunca sürekli ortada olmasına rağmen toplumun belli bir kesimi hâlâ Erdoğan’a önyargı, kuşku ve kaygılardan dolayısıyla gerçeklerden ziyade efsanelerden hareketle bakmayı sürdürüyor. Böyle yaparak Erdoğan’la siyasi, kültürel ve ideolojik bir mücadele verdiklerini düşünüyorlar. Doğru olabilir. Ancak gerçekler yerine vehim ve temennileri temel alan bir mücadelenin asla başarılı olma şansı yok onca senedir yaşananlar ortada: Ne zaman Erdoğan’ı köşeye sıkıştırdıklarını düşünüp topyekun saldırıya geçseler sonunda onu daha da güçlendirdiler. Özellikle medyanın kendisine vurmasının sihrini keşfettiği andan itibaren -ki 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinde kendisinden nefret eden medyanın katkıları çok ama çok büyük olmuştu- Erdoğan başı sıkıştığında medyayla uğraşmış, onu tahrik etmiş ve genellikle de kazançlı çıkmıştır.
Erdoğan’ın sıkıntıları
Yine benzer bir sürecin içinden geçiyoruz. Önce doğruları sıralamaya çalışalım:
1- Şaban Dişli olayı AKP ve Erdoğan’ı epey yıprattı, sarstı ama yıkamadı tek başına yıkacağa da benzemiyor
2- Deniz Feneri olayı AKP ve Erdoğan’ı görüldüğü, yansıdığı ve sanıldığından öte etkiledi, yıprattı, sarstı ve sarsmaya devam edeceğe benziyor
3- Altı yıl boyunca laiklik temelli birtakım suçlamalarla AKP’yi zorlayabileceğini sanan ve yanıldığı son seçimlerde ortaya çıkan CHP nihayet rakibinin zayıf karnının “yolsuzluk” olduğunu fark etti
4- CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu, “belgeli” ve “etkili” muhalefet yaparak sonuç alınabileceğini başarılı bir şekilde gösterdi
5- Erdoğan medyanın ve gazetecilerin bir bölümüne yönelik suçlama, aşağılama ve hakaretlerinde gerçekten ölçüyü kaçırdı
6- Başbakan’ın kendine muhalif gazeteleri boykot çağrısı haklı olarak çok geniş kesimlerin tepkisine yol açtı en yakınındakiler bile onu savunmada zorlandı.
Tek ama yalnız
AKP ve Erdoğan’ı zorlayan bir krizin içinden geçtiğimiz ne kadar doğruysa AKP liderinin iyice köşeye sıkıştığı ve hatta siyasi kariyerinin en sıkıntılı döneminin içinden geçtiği yolundaki yorumlar da o ölçüde yanlış. Birileri yıllardır “temennilerini” kamuoyuna “objektif değerlendirmeler” olarak pazarlıyorlar ancak her seferinde yanılıp kendilerine inananları hayal kırıklığına uğratıyorlar.
Öncelikle Erdoğan’ın, hapislik ve yasaklı günleri gibi, bugünküne kıyasla çok daha zorlu ve belalı süreçlerden daha da güçlenerek çıktığını hatırlatalım. Uzağa gitmeye gerek yok: partisi kapatılmaktan, kendisi de yeniden yasaklı olmaktan kılpayı daha yeni kurtuldu. Erdoğan’ın siyasetin basamaklarını tırmanmasında kendisi ve yakın çevresinin becerisinden çok rakiplerinin beceriksizlikleri ve geleneksel siyasi sistemin kronik sorunları belirleyici olmuştu. Rakipleri onu anlamaya çalışmak yerine, ona bazı kimlik ve karakter özellikleri atfetmekle yetinmeye devam ederlerse bugün de aynısı yaşanabilir.
RP İstanbul İl Başkanı olduğundan beri Erdoğan’ı yakından takip etmeye çalışıyorum. Meslektaşım Fehmi Çalmuk ile birlikte kendisinin biyografisini de yazdık. Bütün bunlara rağmen onu hâlâ tam olarak anlayabildiğimi söyleyemem. Bir kere herkes gibi o da sürekli bir değişim, hatta dönüşüm içinde. An geliyor, neyi bir kenara attığını, neyi kendisine kattığını anlamayabiliyorsunuz.
Bununla birlikte, son günlerdeki Erdoğan hakkında birkaç noktanın altını çizmek isterim:
1Medyayla kavgasında panikten ziyade yerel seçimlere yönelik bazı popülist hesaplar daha etkili oluyor
2Takiyye yaptığını, mesela demokrasiyi “şeriata giden bir tramvay” olarak gördüğünü sanmıyorum, ama demokrasiyi tam olarak anlayıp bütünüyle içselleştirdiğine de inanmıyorum
3Erdoğan hâlâ “çoğulculuk” ile “çoğunlukçuluk”u karıştırıyor ve bu yüzden sık sık demokrattan çok otokrat bir görünüm sergiliyor
422 Temmuz seçimlerine girerken Erdoğan’ın aday listelerini tek başına hazırlaması üzerine “Gül, Arınç ve Şener’in geri planda kalmış olmaları Erdoğan’ın hakimiyeti için orta ve uzun vadede ciddi bir tehdittir” diye yazmıştım. Gül Çankaya’ya çıktı, Arınç TBMM Başkanlığı’nı bıraktı ve Şener de yolunu ayırdı. Sonuçta Erdoğan hakimiyetini pekiştirip AKP’nin “tek adamı” oldu. Ancak bu “tek adam” aynı zamanda “tek başına”, yani “yalnız bir adam.”
Örneğin Gül Çankaya’da değil de yanında olsaydı, herhalde masanın altından ayağına tekme atıp kendisini uyarırdı, demek istiyorum.
Bugünkü Erdoğan’ı anlamak için hem “tek adam”, hem de “yalnız adam” olmasının getirdikleri ve götürdüklerini anlayabilmek gerekiyor.