PKK hakkında doğru bilinen yanlışlar 1
.
“Öcalan iyi, çevresi kötü”
Silvan’daki saldırı haberini memleketimde, yani Hopa’da öğrendim. Kemalpaşa’da, ailemizin en yaşlılarından, 90’ını çoktan devirmiş Meryem Hala’nın (Lokumcu) elini öptükten hemen sonra aldığım bu haberin şokunu atlatmak kolay olmadı. Tatili bir kenara bırakıp hemen bu saldırı üzerine yazmayı düşündüm ama tıpkı daha önce, Dağlıca saldırısının ardından olduğu gibi, sıcağı sıcağına yazmak yerine bekleyip, tepkileri ve gelişmeleri gördükten sonra yazmaya karar verdim. Silvan saldırısı bir kez daha Kürt sorunu ile PKK sorunu arasında nasıl bir bağ bulunduğu, hangisinin öncelikli olduğu sorularını da beraberinde getirdi. Bu vesileyle, bittiğini düşündüğümüz birçok tartışmanın hiç de bitmemiş olduğunu, sorunu çözmek yerine daha derinleştirdikleri kanıtlanmış bazı “terörle mücadele” taktik ve stratejilerinin hiç de rafa kaldırılmadığını veya kaldırıldıkları raflardan indirilmekte olduklarını gördük.
Eğer PKK ve Kürt sorununu kalıcı bir şekilde çözmek istiyorsak öncelikle doğru bilinen bazı yanlışlardan arınmamız gerekiyor. İşte bu yazı dizisinde, birbirinden farklı, hatta birbirlerine düşman kesimlerin kimi zaman ayrı ayrı, kimi zamanda birlikte dile getirdikleri bazı değerlendirmeleri irdeleyeceğiz. Ve işe “Öcalan iyi, çevresi kötü” diye özetlediğimiz yaklaşımı eleştirerek başlamak istiyoruz.
Bu yaklaşım, Öcalan’ın devletle düzenli olarak görüştüğünün resmen kabullenilmesiyle kendini gösterdi ve PKK liderinin birçok kritik anda AKP hükümetini rahatlatacak çıkışlar gerginlikleri gidermesiyle iyice güçlendi. Öyle ki Kürt siyasal hareketinin yasal (BDP) ve/veya yasadışı (KCK-PKK) kollarıyla sorun yaşandığında başta hükümet olmak üzere birçok kişi ve çevrede “nasılsa Öcalan müdahale eder ve kriz sona erer” duygusu hakim oldu. Örneğin DTP’nin kapatılmasının ardından “sine-i millet“ kararı alan milletvekilleri Öcalan’ın talimatıyla tekrar TBMM’ye döndüler; PKK defalarca “eylemsizlik” kararını uzatmak zorunda kaldı. Özellikle referandum ve genel seçim öncesinin nispeten az çatışmalı geçmesi siyasi iktidarın işini epey kolaylaştırdı.
Son TBMM boykotunun da Öcalan’ın talimatları gereğince sona ermesi beklenirken, üstelik PKK lideri “barış konseyi” kurulması konusunda anlaşmış olduklarını daha yeni açıklamışken yaşanan Silvan saldırısı birçok kişinin “PKK Öcalan’ı da dinlemiyor“ şeklinde tepki vermesine neden oldu. Öcalan’ın Silvan saldırısı hakkında ne diyeceğini bilmiyoruz. Çok sert bir şekilde mahkum da edebilir, ortayolcu bir şekilde de davranabilir veya saldırıyı bir şekilde onaylayabilir. Onun tavrı ne olursa olsun, Silvan saldırısının “Öcalan’a rağmen” yapılmış olduğunu söylemek doğru olmayacaktır.
“Öcalan’sız PKK düşünülemez”
Birçok nedenle doğru olmayacaktır:
1 PKK tarihine başından sonuna kadar Öcalan damga basmıştır. Dolayısıyla PKK’nın her adımında Öcalan’ın izi vardır.
2 Yakalandıktan sonra daha uzlaşmacı ve barış yanlısı tutumlar takınsa da Öcalan esas gücünü silahlı mücadeleden almayı sürdürmektedir. İmralı’daki açıklamalarının hemen tümünde PKK’nın silahlı gücünü en önde gelen kozu olarak, sık sık da tehdit aracı olarak kullandığını görüyoruz.
3 Öcalan “kayıtsız şartsız silah bırakma” noktasına gelmedi, geleceğe de benzemiyor. Dolayısıyla şu ya da bu saldırıyı tasvip etse de etmese de, bunların herbirinden, silahlı PKK militanlarının varlıklarını sürdürmelerinde ısrarcı olduğu için, birinci derecede sorumludur.
4Sanmıyorum ama diyelim ki Silvan benzeri saldırılar Öcalan’dan habersiz, ona rağmen ve üstelik onun otoritesini zayıflatmak için yapılıyor, eğer birileri Öcalan’ı gerçekten çözüm için bir “sigorta” olarak görüyorlarsa, bu eylemlerin ona rağmen yapıldığının altını çizmeleri hiçbir işe yaramayacaktır. Çünkü o zaman kamuoyu, “madem PKK Öcalan’a rağmen hareket edebiliyor, o zaman onunla niye görüşülüyor ki!” diye hakıl bir şekilde soracaktır.
Bugünlük bu konuyu bitirirken, şu noktayı vurgulamak istiyorum: Çözüm için Öcalan’ın, hatta PKK’nın bir şekilde muhatap alınması söz konusu olabilir, hatta kaçınılmazdır. Fakat gerek Öcalan’ı, gerekse PKK’yı oldukları gibi kabul etmek, onlara, özellikle de Öcalan’a, temennilerimize dayalı anlamlar yüklemekten vazgeçelim. Aksi takdirde her çarpıcı saldırı önce bizi çarpmaya devam eder.
YARIN: ‘KÜRT SORUNU YOK, PKK SORUNU VAR’
Örnek bir sivil toplumcu:
Ahmet Şişman
Bundan çeyrek yüzyıl önce İslami hareketlerle ilgili çalışmaya başladığımda karşıma çıkan ilk isimlerden biriydi Ahmet Şişman. Okuduğum ilk kitap ve dergilerin birçoğunun arkasında onun mali katkıları vardı. İslami camiadaki hayır işlerinin, modern ve global anlamda bildiğimiz sivil toplum faaliyetlerine dönüşmesinde öncülük etti. Özellikle imam hatiplilerin uğradıkları haksızlıklara karşı yürüttüğü mücadele takdire şayandır. 28 Şubat sürecinde bu yaygın sivil toplum çalışmalarından bir “sivil itaatsizlik” kampanyası üretmek istediğini ama kısmi bir hayal kırıklığına uğradığını da gördüm. İstanbul dışında olduğum için cenazesine katılamadım ama bu köşeden Ahmet için “iyi bilirdim” diye şahitlik ediyorum. Allah rahmet eylesin.