Öyle bir yolculuk ki!
Kitap yazıları (3)
16 Mart 1993 günü akşamüstü saatlerinde Lübnan’ın Bar Elias kasabasında PKK lideri Abdullah Öcalan kalabalık bir gazeteci topluluğuna ateşkes ilan ettiklerini duyurdu. Takım elbise kravatlı Öcalan’ın yanında Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) Başkanı ve günümüzün Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani de vardı. Basın toplantısının bitmesinden bir süre sonra Sabah Gazetesi’nden Cengiz Çandar ile Turkish Daily News’tan İsmet İmset bir odada Öcalan’la başbaşa görüştüler. Talabani’nin ayarlamış olduğu bu görüşmeyi Çandar Öcalan’a şöyle izah etti: “Sonuç olarak, ben, görüşmemizi harfiyen (Cumhurbaşkanı) Turgut Özal’a, İsmet de (Başbakan) Süleyman Bey’e (Demirel) aktaracak. Gizlimiz saklımız yok. Birlikte görüşebiliriz. Ama siz, Turgut Özal ve Süleyman Demirel ile görüşüyor değilsiniz. Sizi, görüşmeyi tüm dürüstlüğüyle aktaracağıma temin ederim ama şu anda Türk devleti ile görüşüyor değilsiniz. Sadece iki bireyle görüşüyorsunuz.”
Dostlar, davalar ve misyonlar
Cengiz Çandar’ın İletişim Yayınları’ndan çıkan “Mezopotamya Ekspresi: Bir Tarih Yolculuğu” adlı kitabında bu aktardığıma benzer çok sayıda anektod var. Çünkü Çandar kendi deyimiyle “misyon gazeteciliği” yapıyor. Peki misyonu ne? Kendisini kültürel olarak “Müslüman” siyasi olarak “özgürlükçü demokrat” olarak tanımlayan Çandar’ın genç bir devrimciyken saflarında birlikte savaştığı Filistinlilerin davasına kendisini adamış olduğunu, sadece Türkiye’deki değil bölgedeki tüm Kürtlerin eşit haklara kavuşmasını savunduğunu biliyoruz. Bu nedenle kitapta Filistin’in efsanevi lideri Yasir Arafat, Iraklı Kürt lider Celal Talabani, Lübnanlı Dürzi lider Velid Canbolat gibi isimlerle dostluklarına geniş yer vermiş.
Ama sadece onlar değil. Örneğin kitabın ana ekseninde danışmanlığını da yapmış olduğu Turgut Özal’la dostluğu ve onunla ilişkileri yer alıyor. Bir diğer dostunun, Irak’ın işgalinin mimarı olan ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz olması işleri iyice karıştırıyor. Sonuçta birçok kritik durumda Çandar’ın kendine biçtiği misyon(lar)la ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının örtüştüğünü görüyoruz. Öyle ki kitabın bir bölümünün başlığı “Savaştan yana olmanın dayanılmaz ağırlığı.” Savaştan esas olarak Irak’ın işgalini kasteden Çandar, bugünden baktığında bazı şeyleri yanlış hesaplamış olduğunu veya öngöremediğini kabul ediyor ancak o dönemde almış olduğu misyoner pozisyondan hiç de pişman olmadığının altını kalın çizgilerle çiziyor.
Mesleğimiz ve misyonumuz
Benim kuşağım Ortadoğu’yu, Filistin davasını, İran devrimini, Lübnan iç savaşını büyük ölçüde Cengiz Çandar’dan öğrendi. Sonraki kuşaklar da onu Türkiye’nin önde gelen gazetecilerinden biri olarak tanıdı ve ilgiyle takip etti. Bugün Çandar’ın sadece gazeteciler değil ilgili herkes arasında Ortadoğu’yu en iyi bilen isimlerden olduğu muhakkaktır. Ancak onun mesleğiyle kendine biçmiş olduğu misyonları sık sık birbirine karıştırması ve bundan hiç rahatsız olmaması nedeniyle tıpkı bu yazıda olduğu gibi şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Onun gazeteciliğinden ziyade misyonunu/misyonlarını tartışmak durumunda kalıyorsunuz. Eğer Çandar’ın misyonuyla aranızda bir sorun yoksa işiniz kolay, ama yanlış siyasi tercihler yaptığını düşündüğünüzde onun gazeteciliğine de mesafeli yaklaşıyorsunuz ki bu da tatsız durumların yaşanmasına yol açıyor.
Bana gelince: “Misyon gazeteciliği” denen tarza sıcak bakan biri değilim. Hele aynı anda hem gazetecilik yapıp hem de şu ya da bu devlet/devlet adamı/siyasetçi adına temaslar yürütmeye ilke olarak karşıyım. Bu nedenle Çandar’ın hayatının değişik anlarında yürüttüğü siyasi temasları doğru bulmuyorum.
Ama bu, onun gazeteciliğine şapka çıkarmama ve yaklaşık 650 sayfalık Mezopotamya Ekspresi’ni su gibi okumama engel olmuyor.
Yarın: Yahya Konuk’un “Bosna’dan Afganistan’a Cihadın Mahrem Hikayesi” kitabı.