Orhan Miroğlu üzerinden “Kürt hareketinin çoğullaşması” tartışması
.
Her ne kadar PKK, kendi internet sitelerinde yer alan yazı için “bizim değil, yazarının görüşü” demiş olsa da Taraf Gazetesi yazarı Orhan Miroğlu’na yönelik tehditleri ciddiye almak gerekir. Çünkü:
1) PKK’nın “bizi bağlamaz” açıklamasının yarım ağız olduğu ortadadır;
2) PKK “somut koşulların somut tahlili” gerekçesiyle bugün “evet” dediğine “hayır”, “hayır” dediğine de “evet” diyebilen, demiş bir örgüttür.
3) Daha önemlisi PKK, tarihi “muhaliflerin tasfiyesi” ile dolu bir örgüttür. En son olarak Türkiye’de Hikmet Fidan, Irak’ta Kani Yılmaz, PKK çizgisinden koptukları, hatta daha ileri giderek ona alternatif örgütlenme arayışlarına girdikleri için öldürüldüler. Bunların hiçbiri PKK tarafından resmen üstlenilmedi ama ilgili ve bilgili herkes için durum son derece açık. Sivillere yönelik saldırıların genellikle “sahipsiz” kalmasının, bu türden tehditleri daha fazla önemsememizi zorunlu kıldığını da söyleyebiliriz.
4) Tam da Abdullah Öcalan’ın devletle düzenli bir şekilde çözüm için görüştüğü bir dönemde, Miroğlu gibi eleştirel seslere bir zarar gelmeyeceği düşünülebilir. Fakat avukatlarına söylediklerinden, Öcalan’ın bu görüşme sürecinde elini ve iktidarını zayıflatabilecek hiçbir girişime, kişiye sıcak bakmadığını anlayabiliyoruz. Dolayısıyla onun Miroğlu (veya bir başka ismin) şu ya da bu şekilde öne çıkmasından çok rahatsız olduğunu tahmin edebiliriz. Osman Baydemir olayında bunu gördük. Fakat Baydemir, Kürt siyasi hareketiyle doğrudan bir bağı olduğu için bu sorun “içerden” çözülebildi. Miroğlu olayının bir krize dönüşmesinin nedeniyse onun Baydemir gibi “organik” bir isim olmaması veya bu hareketle belki önceden varolan organik ilişkisini kesmiş olmasıdır.
Bu bağlamda, basın ve ifade özgürlüğüne inanan, daha önemlisi Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle kalıcı bir şekilde çözümünü isteyen herkes Miroğlu’nun yanında, PKK’nınsa karşısında durmalıdır.
Büyük bir yanlış
Miroğlu konusu öteden beri Türkiye’nin gündeminde olan “Kürt hareketinin çoğullaşması”, daha açık bir ifadeyle PKK dışında, ona rakip olacak yeni hareketlerin çıkması tartışmasını da yeniden alevlendirdi. Bu tartışmanın parladığı dönemler oldu ama bunların hiçbirinden çarpıcı bir sonuç çıkmadı. Sanırım bu kez de aynısı olacak. Eğer birileri kendisine yöneltilen tehdidi vesile edip Miroğlu’nu “daha liberal” bir Kürt siyaseti için öncülüğe sevk etmek isterlerse yanlış ve daha önemlisi Miroğlu’na kötülük yapmış olurlar.
Kötülük olur çünkü devletin yıllarca başedemediği PKK’nın tam karşısına Miroğlu’nu çıkarmak, ona taşıyabileceğinden çok çok fazla bir yük yüklemek anlamına gelir.
Yanlış olur çünkü teoride mümkün olan bu alternatifin pratikte hiçbir şansı olmadığı, olamayacağı açıktır. Bu tür girişimler kısa ve orta vadede sonuç vermeyeceği gibi uzun vadedeki bazı olasılıkları da bugünden geçersiz kılabilirler. Son KCK operasyonlarının bu tezimi doğruladığını düşünüyorum. Hükümete kılavuzluk yapan bazı az bilgili ama çok hırslı “uzmanlar” bu operasyonlar sayesinde “liberal Kürtler”in önünün açılacağını ileri sürüyorlardı. Tam tersi oldu, PKK çizgisi, bu sayede Kürt siyasi hareketi içindeki güç ve etkisini daha da artırdı.
2004 yılında Vatan Gazetesi için “Türkiye’nin Kürt sorunu” yazı dizisini hazırlarken Güneydoğu’da onlarca Kürt siyasetçiyle konuşmuştum. İçlerinden birinin mealen şöyle dediğini çok iyi hatırlıyorum: “Ben siyasi olarak liberal biriyim ama bizim harekette radikal sol görüştekiler daha ağırlıktadır. Fakat içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle hep birlikte siyaset yapıyoruz. Şu Kürt sorunu bir an önce çözülse de bizler ayrı partilerde, gerçek yerlerimizde siyaset yapabilsek.”
Ben de Kürt siyasi hareketinde çoğulluğun ancak çözümle birlikte, çözümün ardından sahiden mümkün olabileceğini düşünüyorum. İyiniyetli istisnaları tabii ki kenara ayırarak, içinde bulunduğumuz koşullara rağmen, çoğulluğu ilk ve olmazsa olmaz bir şart olarak dayatmak isteyenlerinse çözümden çok çözümsüzlüğe yatırım yaptıkları kanısındayım.