Org. Başbuğ’un Güneydoğu açılımı tutar mı?
.
Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilk yurt içi gezisini Güneydoğu’ya yapmış ve halkın yoğun ilgisiyle karşılanmıştı. Org. İlker Başbuğ da Genelkurmay Başkanı olduktan sonra yurdu gezmeye aynı bölgeden başladı ve halktan, hayatı boyunca unutamayacağını ifade ettiği sıcak bir ilgi gördü. Bir yıl arayla gerçekleşen bu iki gezi üç gerçeği gözler önüne seriyor:
1) Türkiye’nin en temel, yakıcı ve bir an önce çözülmesi gereken sorunu kesinlikle Kürt sorunudur. (Bunu “Güneydoğu sorunu” veya “terör sorunu” olarak tanımlamak da hiçbir şeyi değiştirmez.)
2) Devletin tüm kademeleri güvenlik önlemlerinin yeterli olmadığının, bölge halkının mutlaka çözümün bir parçası olması gerektiğinin farkında.
3) Bütün eleştiri ve şikâyetlerine rağmen bölge halkının devletle tüm bağlarını kopartmış olduğu asla söylenemez. Tam tersine, Kürt kökenli vatandaşlar çatışmaların bir an önce durması ve bu sorunun kalıcı bir şekilde çözülmesi için devletten gerçekçi ve uygulanabilir projeler bekliyorlar.
Org. Başbuğ’la gelen fırsatlar
Gül ve Org. Başbuğ’un gezilerinin sorunun çözümü için pozitif etkileri olduğu ve olacağı kesin. Ancak bu gezilerin tek başına yeterli olmadığı, arkasının muhakkak gelmesi gerektiği de aynı ölçüde aşikâr. İşte bu noktada önümüzde çok ciddi sorunlar duruyor. Olayın Cumhurbaşkanı Gül boyutunu şimdilik bir kenara bırakıp Org. Başbuğ’un “Güneydoğu açılımı”nı tek başına irdelediğimizde şu fırsat ve risklerle karşılaşıyoruz. Önce fırsatlar:
1) Org. Başbuğ bölgeyi ve sorunu çok iyi bilen bir isim. Farklı zamanlarda bölgede bilfiil görev yaptı başka bölgelerde veya karargâhtayken de soruna yönelik ilgisini hep korudu.
2) Org. Başbuğ’un önemli sorunlara entelektüel bir ilgi duyduğunu, her ne kadar kendisi böyle adlandırmasa da “Kürt sorunu” üzerine çok ciddi okumalar yaptığını bizdeki sorunu dünyadaki benzer örneklerle karşılaştırdığını biliyoruz.
3) Org. Başbuğ gerçekçi bir komutan. Bu sorunun bir-iki operasyonla kolay kolay bitmeyeceğini biliyor ve bu görüşünü çekinmeden dile getiriyor.
4) Onun “esas dağa çıkışları engellemek lazım” yaklaşımı, sorunu sadece bir güvenlik olayı olarak görmediğini çok iyi özetliyor. Bazı sosyo-ekonomik, hatta yer yer kültürel projelerin geliştirilmesini önerebiliyor.
Risklere gelecek olursak:
1) Org. Başbuğ’un şahsında askerler, soruna siyasi çözümler de aranmasından rahatsız oluyor. Ama bu derece siyasallaşmış, bölgesel ve uluslararası platformlara alabildiğine taşınmış bu sorunu, siyasete bulaşmadan çözme arayışı onların “gerçekçiliğine” gölge düşürüyor.
2) Org. Başbuğ bundan önce sık sık tekrarlanan “Halkı sürece katmak lazım” sözlerini ete kemiğe büründürüp 19 sivil toplum yöneticisiyle bir araya geldi. Başbuğ’un sivil toplum kuruluşlarına bu denli bir meşruiyet vermesi, hele bunu Güneydoğu’da yapması çok çarpıcı ve olumlu. Ne var ki baro, tabip odası, İHD, Mazlum-Der gibi Diyarbakır’da hayli etkili olan ve Başbakan ile Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmiş kuruluşların davet edilmemesi rahatsız edici.
3) Org. Başbuğ, sivil toplum yöneticilerinden yumruklarını masaya vurmalarını ve PKK’nın marjinalleştirilmesinde devlete yardımcı olmalarını istemiş. Bu talebin yerine getirilmesi çok zor. Bazılarının söylediği gibi sorun sadece “can güvenliği endişesi”nden kaynaklanmıyor. Bölgede halkla PKK arasında devletin gördüğü veya görmek istediği türden bir ilişki olduğunu sanmıyorum. Diğer bir deyişle “sorunun topyekûn çözümü”ne destek vermeye hazır olanların “PKK’ya karşı topyekûn mücadele”ye fazla hevesli olacağını sanmıyorum.
4) Org. Başbuğ ısrarla PKK’nın “kırılma noktası”nda olduğunu ileri sürüyor ancak bu değerlendirmenin enine boyuna tartışılması gerektiğini düşünüyorum.
Bu tartışmayı gelecekteki yazılara erteleyip Org. Başbuğ’un Diyarbakır’da toplantı yapmasının ve ertesi gün canlı yayınlanan bir basın toplantısı düzenlemesinin demokrasilerde yeri olup olmadığını da tartışmamızın gerektiğini vurgulayalım. Org. Başbuğ’un bu kadar “siyasi çıkışlar” yapması nuhakkak yadırgatıcı ama AKP hükümeti başta olmak üzere DTP hariç siyasi partilerimizin uzun bir süredir bu sorun hakkında hiç ama hiçbir şey söylememeleri de aynı ölçüde, hatta daha fazla yadırgatıcı değil mi?