Okuyarak değil yaşayarak kindar olmuş bir kuşak
.
24 askerin şehit olduğu saldırıdan üç gün sonra Hakkari’de bir grupla sohbet ediyoruz. Siyasetle yakından ilgili bir kişinin, bölgede 90 sonrası doğan çocuklarla ilgili sözleri çarpıcı: “İnanır mısınız, bunların büyük çoğunluğu Kürtçeyi bile doğru düzgün konuşamıyor. Maalesef bu çocuklar okuyarak değil yaşayarak kindar olmuşlar. Bana göre bu kuşağın kazanılması mümkün değil...”
PKK’nın Çukurca baskınından üç gün sonra Hakkari’de siyasetle yakından ilgili bir grupla sohbet ediyoruz. Kendilerine ilk olarak, Hakkari’de, ülkenin batısında yaşanan yas haliyle neden karşılaşmadığımızı soruyorum. Kimse “Yanılıyorsunuz” demiyor. Ardından “Ama kimse biz Hakkarililerin, askerlerin hayatını kaybetmesinden mutlu olduğumuzu düşünmesin” diye devam ediyorlar. İçlerinden biri “Benim bir kardeşim dağda öldü, ama annem hâlâ ne zaman asker öldüğünü duysa ağlıyor” diyor. Bir başkası “Biz ölüleri yarıştıranlardan değiliz. Kimin öldüğünün önemi yok. Her ölüm insanın içinde bir yerlerin kanamasına neden oluyor” diye müdahale ediyor. Hemen tümü, TSK’nın Kandil’e yönelik operasyonlarının sürdüğü, oradan ölüm haberlerinin geldiği bir ortamda, yakınları, çocukları PKK saflarında olan Hakkarililerin Çukurca baskınına ülkenin batısında yaşayanlardan farklı baktığında birleşiyorlar.
‘Biz emirleri Kandil’den alırız’
Birleştikleri bir diğer nokta da yeni kuşakların içerdiği potansiyel tehlike. Biri, “Örneğin Çukurca baskınının ardından anne-babaların hissettiği acıyı 1990 sonrası doğan hiçbir çocuk hissetmiyor. Sanki yüzlerinde güller açıyor” derken bir diğeri yakın zamanda Hakkari il merkezinde tanık olduğu bir olayı anlatıyor. Bir gösteri sırasında kendilerine müdahale etmek isteyen bir BDP yöneticisine gençler şu karşılığı vermiş: “Seni tanıyoruz, ama biz emirleri Kandil’den alıyoruz.”
Aynı kişi sözlerini şöyle sürdürüyor: “İnanır mısınız, bunların büyük çoğunluğu Kürtçeyi bile doğru düzgün konuşamıyor. Maalesef bu çocuklar okuyarak değil yaşayarak kindar olmuşlar. Bana göre bu kuşağın kazanılması mümkün değil.”
Tam bu noktada bir tartışma patlak veriyor. Kimileri yeni kuşağın içinde “Türk düşmanlığı”nın yeşermesi riskinin alrını çizerken, “aslında bu çocukları dönüştürmek çok da zor değil” diyor ama adres olarak İmralı ve Kandil’i gösteriyor.
Eleştiride denge arayışı
Hakkari’de konuştuğumuz kişilerin çoğu PKK çizgisine eleştirel bakıyor ama eleştirilerini son derece dikkatli ve yumuşak bir şekilde dile getiriyorlardı. “PKK’yı eleştirmeden normalleşme yaşanamaz” diyen biri hemen ardından şu eklemeyi yapmayı da unutmuyordu: “Ama kimse bizden PKK ile devleti aynı şekilde eleştirmemizi beklemesin!”
Hakkari’de görüp duyduklarımız, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere devletin PKK’ya karşı sivil bir Kürt inisiyatifi çıkarma hedeflerinin gerçekleşmesinin son derece zor olduğunu bizlere bir kez daha gösteriyor.
Hakkari’de devlete yönelik eleştirilerin azalmış, yumuşamış ve büyük ölçüde değişmiş olduğunu gördük. KCK operasyonları da olmasa şikayet anlamında konuşacak çok fazla şey kalmadığı bile söylenebilir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çukurca baskınından kısa süre önce bölgedeki askeri birlikleri denetlemesi de tepki çekmiş. Örneğin bir Hakkarili “Cumhurbaşkanı’nın, 1990’larda Tansu Çiller’in yaptığı gibi asker parkası giymesi büyük bir kırılma yarattı” diyor. “Güzel şeyler olacak” sözleriyle Kürt açılımının startını vermiş olan; bölgeye yaptığı gezilerde hep “sivil” mesajlar vermeye özen gösteren Gül’ün Güneydoğu’da hayli popüler olduğu bilindiğinde bu yakınmayı not etmekte yarar var.
Hakkari hakkında efsaneler ve gerçekler
PKK’nın Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik saldırılarının büyük çoğunluğu Şemdinli, Çukurca gibi ilçelerde yoğunlaşsa da Hakkari, iç içe geçmiş olan Kürt ve PKK sorunları söz konusu olduğunda Diyarbakır, Şırnak ve Mardin’in hayli gerisinde kalırdı. Fakat bir süredir PKK’nın başını çektiği siyasi hareket paralelinde düzenlenen gösterilerde başta il merkezi ve Yüksekova olmak üzere Hakkari’nin başı çektiğini görüyoruz. Öyle ki ülkenin en uç noktasındaki bu küçük ilimizin bir bakıma adı çıkmış durumda. Gazi Üniversitesi öğretim üyesi arkadaşım Hüseyin Yayman’la Diyarbakır, Şırnak veya Mardin değil de Hakkari’ye gelmeyi seçmemizin bir nedeni de bu il hakkındaki rivayetlerin doğru olup olmadığını kontrol etmekti.
Öncelikle “devletin PKK’ya tek ettiği şehir” imajının gerçekle hiçbir ilgisi olmadığını vurgulayalım. Eski günlerdeki kadar görünür olmasa da devlet Hakkari’de var. Üstelik hayli aktif ve güçlü. Bir yanda yol yapımları, diğer yanda üniversite için gerekli binaların inşaatları aralıksız sürüyor. Devletin Hakkari’ye olabildiğince nitelikli kadrolarını yolladığını duyuyorduk, bunun doğru olduğunu yerinde gördük. Dünkü yazımızda vurguladığımız “1990’lı yılların hatalarından ders çıkarma”nın, yani PKK ile mücadele etme gerekçesiyle halka kötü davranma, ona zulmetme yanlışından vazgeçmenin Hakkari il merkezinde de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
PKK’nın gücü
Ama bu stratejiyi hayata geçirmenin çok da kolay olmadığı bir gerçek. Çünkü PKK da Hakkari’de hayli aktif ve çok güçlü. Üstelik devletin aksine kendini gizlemeye çalışmıyor ve elinden gelen her imkanı kullanarak devletle olan çatışmasına doğrudan halkı da dahil etmeye çalışıyor.
Hakkari, Yüksekova, Çukurca gibi kent merkezlerinde, tuzağa düşürdükleri güvenlik görevlilerini, tıpkı bir zamanlar Hizbullah’ın bölgede yaptığı gibi, gündüz gözüyle katletmelerinin ardında yatan esas hesaplardan biri, son yıllarda yaşanan devlet-halk yakınlaşmasını torpillemek. Kent merkezlerinde görev yapan güvenlik görevlilerini sürekli saldırı tehdidi altında tutup onların sadece örgütü değil, her Kürdü kendisine düşman beller bir pozisyona sürüklemek.
Hakkari’deki PKK varlığı en net şekliyle, örgüt militanlarının cenaze törenlerinde kendisini gösteriyor. Konuştuğumuz Hakkarililer, PKK’lı cenazesine katılan herkese örgüt üyesi muamelesi yapmanın doğru olmadığını hatırlatıp şöyle devam ediyorlar: “Unutmayın, burada hemen hemen her evden en az bir genç dağa gitmiş, hatta orada ölmüştür.”
Gerçekten görüştüğümüz herkesten son derece çarpıcı öyküler duyuyoruz. Örneğin yaşlı bir Hakkarilinin bir oğlu ölmüş, diğeriyse hâlâ dağdaymış. Çok da yaşlı olmayan bir başkası, askerle çatışmada yaralanan bir oğlunun Kuzey Irak’ta, Erbil’de yaşadığını, diğerinin hâlâ dağda olduğunu, üçüncüsünün de İstanbul’da çalıştığını anlatıyor.