Öcalan’ın avukatlarına söylediklerim
.
En son Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce örneğinde görüldüğü gibi Abdullah Öcalan’ın avukatları düzenli bir şekilde gazetecilerle görüşür, onların düşüncelerini Öcalan’a, Öcalan’ınkileri de onlara aktarırlar. Daha önce beni de birkaç kez ziyaret etmişlerdi. Sayısını bilmiyordum ama her buluşmada yer alan, basınla ilişkilerden sorumlu Cengiz Kapmaz’ın hatırlatmasıyla öğrendim ki dün bunlardan beşincisi gerçekleşti. Kapmaz’a eşlik eden iki avukatıyla (her seferinde farklı avukatlarla görüştüm) Öcalan’ın Fethullah Gülen hareketine yönelik ılımlı mesajları başta olmak üzere çok şey konuştuk, tartıştık.
Öcalan’ın avukatları Haziran’a kadar sürecek olan PKK’nın bu seferki “eylemsizlik” kararının daha öncekilere benzemediğinde ısrarlı, bu sefer çözüm konusunda son derece umutluydular. Umutlu olmalarınıysa sadece tek bir hususla, devletin Öcalan’la sistemli bir şekilde görüşmesiyle açıklıyorlardı. Diğer bir deyişle, Öcalan’ın son görüşme notlarına yansıyan iyimserliğin avukatlarına da sirayet etmiş olduğunu gözledim. Bunun bir sonraki doğal sonucu, tepeden tırnağa tüm Kürt siyasi hareketini bir iyimserlik dalgasının kaplaması olacaktır ki şimdiden bazı ipuçlarını görebiliyoruz.
Evet, ama yetmez
Gerçekten iyimser olmamız için bazı nedenler var, evet, ama yetmez. Öcalan ve PKK, Haziran’a (genel seçimlere) kadar “eylemsizlik” kararı almakla işlerinin bittiğini sanıyorlarsa çok kötü yanılıyorlar demektir. Avukatlarına da söylediğim gibi, Öcalan eğer Türk kamuoyunu barışçıl çözümde samimi olduğuna ikna etmek istiyorsa, “eylemsizlik”in üzerine muhakkak somut bir şeyler koyması gerekir. Bu noktada daha önce birçok kez gündeme getirmeye çalıştığım bir konuyu avukatlarına da tekrarlayıp bunu Öcalan’a iletmelerini söyledim. İki ayaklı bir çağrı söz konusu:
1) Öcalan, TAK (Kürdistan Özgürlük Şahinleri), Devrimci Karargah gibi PKK’nın taşeronlarının lağvedilmesi için kesin talimat versin;
2) Özellikle bu tür taşeron yapıların kullanımına sunulan büyük kentlerdeki patlayıcılar ya teslim edilsin ya da imha edilsin.
Bu iki adımın PKK’nın silahsızlanma konusundaki samimiyetini (tabii gerçekten öyleyse) göstermede çok isabetli birer başlangıç olduğunu düşünüyorum. Çünkü sanıldığının aksine Kürt sorununun kalbi Güneydoğu’da ve kırsal kesimde değil ülkenin Batısında ve büyük şehirlerde atıyor. Nitekim büyükşehirlerde sivilleri hedef alan “kör terör” eylemlerinin Güneydoğu’daki geniş çaplı karakol baskınlarından çok daha etkili olduğunu defalarca gördük, yaşadık.
BDP’nin güçlendirilmesi
Öcalan’ın avukatlarına, Öcalan’ın bir parti olarak BDP’yi ve onun içinde yasal faaliyet yürütmeye çalışan siyasetçileri çok fazla hırpaladığını, onları iyice güçsüzleştirdiğini de söyledim. Onun olur olmaz verdiği ayarların, Kürt kökenli siyasetçileri nasıl felç ettiğini en son Osman Baydemir olayında çok net bir şekilde gördük.
Ama bu üslubuyla Öcalan kendi kendisiyle de çelişmiş oluyor. Şöyle ki, onun çözüm için önerdiği “Hakikatleri Araştırma Komisyonu”, yeni Anayasa gibi şeylerin hemen tümünün adresi TBMM ve dolayısıyla muhatapları da BDP’li milletvekilleri. Fakat başta iktidar partisi olmak üzere diğer partilerin milletvekilleri ve yöneticileri (buna tabii ki medya da dahil), BDP’lilerin tek başlarına hareket edebileceğine, adım atabileceklerine inanmıyorlar.
Hatırlayalım Reşadiye, İskenderun, Taksim saldırılarının her birinin ardından BDP ve DTK yöneticileri çok net ve sert açıklamalar yapıp bunları “provokasyon” olarak nitelemiş, fakat PKK liderlerinin kısa süre içinde kendilerini tekzip etmeleriyle epey zor durumda kalmışlardı. Ne var ki bu sorunun aşılabilmesinin pek mümkün olduğunu sanmıyorum. Çünkü Öcalan bu hareket içinde kimsenin kendisini herhangi bir şekilde gölgelemesine asla tahammül edemiyor. Diğer bir deyişle BDP’liler, Öcalan’ın kendilerine yönelik eleştirilerine göre hareket edip başarılı bir performans göstermeye başlasalar, bu sefer Öcalan’ın egosuna çarpabilirler.