Nereye gitti şu İrancılar?
.
Diyarbakır’da, bir grup İslamcıyla Dicle Üniversitesi’ndeki olayları ve buradan hareketle PKK-Hizbullah gerginliğini tartıştığımız sırada içlerinden biri Hizbullah ile İran devleti arasında hâlâ çok güçlü ilişkiler olduğunu söyledi ve şöyle devam etti: “Tahran rejimi, çözüm sürecini sabote etmek için pekâlâ Hizbullah’ı kullanmak isteyebilir.”
Onun bu sözlerinde hiçbiri yabana atılmayacak ama tartışmaya muhtaç üç önerme mevcut: 1) Türkiye Hizbullahı ile İran rejimi arasındaki bağlar, belki eskisi kadar olmasa da sürüyor; 2) İran rejimi Türkiye’deki çözüm sürecinden rahatsız; 3) Bu süreci baltalamak için Hizbullah’ı kullanabilir.
Ne var ki ben bu tartışmaların hiçbirine girmeyip muhatabıma şu soruyu yönelttim: “Hayrola siz İrancı değil miydiniz, ne zaman bıraktınız?” O da bana, hiçbir zaman İrancı olmadığını söyledi ama kendisi ve birlikte hareket ettiği çevrenin Tahran’a yönelik eleştirilerinin son yıllarda yoğunlaşıp sertleştiğinin doğru olduğunu da kabul etti.
İran’ın artan nüfusu
Kasım ayı sonunda, Yahya Konuk imzalı “Bosna’dan Afganistan’a Cihadın Mahrem Hikâyesi” adlı kitap üzerine yazdığım yazıda (http://rusencakir.com/Kuresel-cihada-icerden-ve-samimi-bir-bakis/1877) kendi hâlinde genç bir Türk İslamcının, Bosna, Afganistan, Keşmir ve Irak gibi topraklarda yaşadığı cihat serüveni boyunca İran sempatizanlığından İran düşmanlığına evrilmiş olduğundan kısaca söz etmiştim. Onun bu muazzam dönüşümünün istisna olmadığı ve sadece Türkiye’yi ilgilendirmediği ortadaydı. Konuyla biraz ilgili olanlar, Tahran rejiminin İslam dünyasının değişik bölgelerinde nüfuzunu artırmasına paralel olarak İslamcı hareketlerin büyük kısmıyla arasının açılmış olduğunun farklı örneklerinden haberdarlar.
Bu ilginç orantısızlığın birçok nedeni var. Öncelikle 11 Eylül 2001 terör saldırılarıyla küresel bir güç olduğunu gösteren El Kaide’nin ideolojisinde Şii (dolayısıyla İran rejimi) karşıtlığının çok belirgin olmasının altını çizmeliyiz. İkinci olarak, “Şii uyanışı” veya “Şii hilali” diye de adlandırılan İran’ın nüfuzunu artırmasından en çok rahatsız olan kesimlerin, yani Suudi Arabistan, Katar gibi Körfez ülkelerinin başını çektiği “Sünni blok” oluşturma gayretlerine dikkat çekmeliyiz. El Kaide’nin bir dönem bu krallık ve emirliklere de doğrudan saldırdığını biliyoruz, fakat Irak ve Suriye, taraflar arasında adı konmamış bir ateşkese, hatta belki de bir işbirliğine yol açmışa benziyor.
Türkiye’nin özgünlüğü
“Türkiye İran’a karşı ‘Sünni blok’ta yer alıyor mu?”, “Günümüz Türkiyesinde İslamcılar İran’a nasıl bakıyor?” gibi sorular hayli önemli. Her ne kadar bir günlük gazetenin köşesi bu soruların cevaplarını aramak için çok yeterli olmasa da şimdilik beş not düşmek istiyorum:
- Ankara ile Tahran arasındaki mesafe her geçen gün artıyor. Örneğin birkaç yıl önce nükleer soruna Brezilya ile birlikte alternatif arayışına yönelmiş olan Türkiye bir süredir topraklarındaki füze kalkanıyla İran’ı kızdırıyor.
- İki ülke, Suriye’deki iç savaşta tamamen düşman kamplarda yer alıyor.
- İran’ın yeni İmralı sürecine sıcak bakmadığı, hatta sabote etmek içinden elinden geleni yapacağı algısı Türkiye’de çok güçlü.
- Ankara her şeye rağmen Tahran’ı alenen karşısına almak istemiyor ve bu bağlamda Körfez ülkelerinin inşa etmekte olduğu “Sünni Blok” içinde yer almamaya çalışıyor veya alsa bile bunu alenileştirmek istemiyor.
- Türkiye’deki radikal İslami çevrelerin İran’a bakışlarındaki olağanüstü değişim büyük bir hızla devam ediyor. 1980’li yıllarda herkes kendisinin daha fazla İrancı olduğunu kanıtlamaya çalışırdı, şimdi çoğunluğu oluşturanlar sayıları iyice azalmış olan İran yanlılarının “aslında casus” olduğunu kanıtlama gibi garip bir uğraş peşindeler.
Bu konuya devam edeceğe benzeriz.