Nedir bu “Galatasaray ruhu?”
.
Bir insan iki türlü Galatasaraylı olabilir: 1) Galatasaray Spor Kulübü’nü tutarak; 2) Galatasaray Lisesi’nde okuyarak. Benim gibi bazıları ise hem Liseli olup hem GS’yi tutar. Bilmeyenlere hatırlatma: Lisede okuyan herkes GS’yi tutmaz. Fenerbahçeli, Beşiktaşlı ve diğer kulüpleri (hem de fanatikçe) destekleyen sayısız insan Lise’de okumuştur. (İtiraf etmek gerekirse ben de ilk yıllarda, babamdan dolayı Fenerliydim ama sonradan “doğru yolu” buldum) Ama onlar da spor (futbol) muhabbetleri dışında kendilerini Galatasaraylı olarak görürler. Öte yandan GS taraftarları, kulüp üyeleri ve hatta bazı yöneticileri arasında Liselilere karşı bir antipati olduğu da bir gerçektir. Kulübü kurmuş olan Liselilerin yıllar boyu onun denetimini büyük ölçüde ellerinde tutuyor olmaları bazılarında ister istemez rahatsızlık yaratmıştır. Ancak lise kökenli olmayan Adnan Polat’ın başkan olması, camianın bu tür tartışmaları kolaylıkla aşabildiğini de gösteriyor.
Gizli örgüt değil
Futbol takımının başarısı ya da başarısızlığı söz konusu olduğunda hemen anahtar bir kavram girer devreye: Galatasaray ruhu. Futbolcular tel tel dökülüyorsa bu, o “ruh”tan uzaklaşmış olmalarındandır; bu sene olduğu gibi en umutsuz durumlarda bile şampiyon oluyorlarsa tam da o “ruh”u yakalamış olmaları sayesindedir.
Peki nedir o ruh? GS’den hazzetmeyenlerin yıllardır ileri sürdüğü gibi, liseliler arasında yarı-gizli veya tamamen kapalı bazı dini veya ideolojik cemaatlerdeki gibi bir ilişki söz konusu değildir. Yani yıllardır süregelen özel ritüeller, işaretler, şifreler, gizli simgeler vs. yoktur.
Kuşkusuz liseliler arasında bir dayanışmanın olduğunu söyleyebiliriz ki bunun, dünyanın her köşesinde karşımıza çıkan aynı okul mezunları arasındaki dayanışmalardan pek farklı olduğu söylenemez. Hatta bir başka liseliden kazık yediğinden şikayet eden çok GS mezunu bulabilirsiniz.
Tarihten bir kesit
Eğer bir Galatasaray ruhu varsa -ki bence var- bunun izini sürmek için Galatasaray Lisesi koridorlarının, sınıflarının, yemekhanelerinin ama en çok da yatakhanelerinin tarihini biraz bilmek gerekir. İstanbul Çağlayan Ziya Paşa İlkokulu’nu bitirdikten sonra sınavı kazanıp 1972’de GS’ye girdim. Türkiye’nin dört bir tarafından, değişik toplumsal sınıflardan ve kültürlerden onlarca çocuk Ortaköy’de (şimdi GS Üniversitesi) bir sene boyunca Fransızca öğrenmeye çalıştık. Daha ilk yıl, çoğu parasız yatılı okuyan birçok arkadaşımız terk etmek zorunda kaldı. Ardından Beyoğlu’ndaki binada, bizden altı yaş büyük abi ve ablalarımızla birlikte okuduk (GS Lisesi o tarihlerde 4+4’den sekiz seneydi). Ve bize Galatasaraylılık diye büyüklere itaat, onlara asla itiraz etmeme, sonsuz saygı vs. öğretildi. Ancak bazı ağabeyler onlara gösterdiğimiz saygının karşılığında sevgi göstermedikleri gibi açıkça bizleri eziyorlardı.
Ve biz daha ortaokul sırlarındayken bu baskıya başkaldırdık. Bir gün zorla para toplamak isteyen son sınıf öğrencilerini sloganlarla sınıfımızdan kovduk. Tam bu aşamada gerçek “Galatasaray ruhu” devreye girdi ve yine son sınıflarda okuyan başka ağabeyler bizden yana tavır aldı. Bunun sonucunda 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar Galatasaray Lisesi’nde küçük sınıflar üzerine herhangi bir baskı, suiistimal vs. kalmadı. (Haksızlık etmeyeyim: Kimi Galatasaraylılar 1976-1980 yıllarını lisenin “en kara dönemi” olarak görürler.)
Cumhuriyetçi ve ilerici
Benim gözümde “Galatasaray ruhu” nun temelinde, tıpkı Türkiye Cumhuriyeti’nde olduğu gibi, Fransız Devrimi’nin o üç sloganı bulunuyor: Özgürlük, eşitlik, kardeşlik. Önemli olan bu üç ilkeyi aynı anda, birini diğerlerinin üzerine çıkarmadan aynı hassasiyet ve beceriyle hayata geçirebilmek.
“Galatasaray ruhu”nu daha fazla açmak için, normal zamanlarda içi iyice boşaltılmış olduğu için kullanmaktan çekindiğim “ilerici” sıfatını kullanmak isterim. Bu kadar köklü bir geleneğe yaslanan Lise (adı üstünde Mekteb-i Sultani) çağın gereklerine ayak uydurduğu ölçüde başarılı olmayı bildi. “Batı’ya açılan pencere” sözü bol keseden verilmiş bir lütuf değil, hak edilmiş bir tanımdır.
Tıpkı bu seneki şampiyonluk gibi.