Ne savcıyım ne avukat
.
Ne zamandır siyasi gündemimizi esas olarak Ergenekon soruşturması belirliyor. Fakat uçlarda yer alanlar, yani soruşturmayı kayıtsız şartsız destekleyenlerle, kayıtsız şartsız karşı çıkanlar dışında toplumun ezici bir çoğunluğunun kafası karışık. Her yeni dalga, yeni isimler, yeni iddia ve kanıtlar bu kafa karışıklığını kısmen gideriyor, sıklıkla da derinleştiriyor. Çünkü son derece köklü ve karmaşık bir olguyla karşı karşıyayız. Her ne kadar Ergenekon denen olgu bir “terör örgütü” olarak lanse edilse de bunun belli bir toplumsal desteğe sahip olan “ulusalcı” akımla çok derin bağları olduğunu, ulusalcıların nicedir AKP’ye karşı en sert muhalefeti yürüttüğünü biliyoruz.
Dolayısıyla son derece zor ve hayati bir soruyla karşı karşıyayız: Gerçekten ülkeyi kaosa sürükleyip darbe yapmak isteyenlerden oluşan bir “terör örgütü” mü etkisiz hale getirilmek isteniyor, yoksa AKP iktidarının en gözükara muhaliflerinin oluşturmaya çalıştığı ulusalcı blok tasfiye mi edilmek isteniyor? Birinci şıkkı savunanlara göre söz konusu olan sadece adli bir süreçtir. Kimse bağımsız yargı organlarının işine karışmamalı ve adaletin tecelli etmesini beklemelidir. İkinci şıkkın geçerli olduğunu düşünenlerse bu soruşturmanın tepeden tırnağa siyasi olduğunda ısrar ediyor ve AKP iktidarının Ergenekon aracılığıyla bir “korku imparatorluğu” inşa etmek istediği uyarısını yapıyorlar.
Müthiş bir iktidar savaşı
Birinci grupta yer alanlar, örneğin Başbakan Erdoğan, kendilerini “Ergenekon’un savcısı”, ikinci gruptakiler de, örneğin CHP Lideri Baykal, kendilerini “Ergenekon’un avukatı” olarak tanımlamaktan çekinmiyorlar. Benim gibi “ortayolcular” ise “ne savcı ne avukat” olmaya talipler. Zira şahsen Ergenekon’da iki yönün birden geçerli olduğunu, hatta bunun içine üçüncü bir boyutun eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. O da şudur: Bazı grup, çevre ve kişiler bu süreçte AKP ile kader birliği etmekle beraber, esas olarak rakip (hatta düşman) gördükleri diğer grup, çevre ve kişileri zor durumda bırakmak, hatta tasfiye etmek istiyorlar. Hatta bu kesimler birçok durumda kraldan çok kralcı olabiliyor ve böylece AKP’yi de sık sık zor durumda bırakabiliyorlar.
Şunu söylemeye çalışıyorum: Ergenekon soruşturmasının “darbecilere karşı demokrasinin korunması” yönü kesinlikle var ve bu bakımdan kendini demokrat hisseden herkesin en geniş desteğini hak ediyor. Fakat bu açı tek başına yeterli değil. Daha öncede yazmış olduğum gibi “demokrasi mücadelesi” nin çok daha ötesinde bir iktidar savaşı yaşanıyor Türkiye’de. Ne ülkenin yönetiminde yıllarca etkili olmuş kurum ve kişiler yerlerini devretmeye; ne de yeni gelenler iktidarı eskilerle paylaşmaya yanaşmak istemiyorlar. Her iki gücün de ayrı ayrı, içerde toplumsal, dışarıdaysa stratejik ortakları veya destekçileri var.
Kimseye kefil değilim
Dün “taraf olan bertaraf oluyor” diye yazmıştım. Bu önermeyi kolaylıkla Ergenekon olayına da taşıyabiliriz. Şu ana kadar gözaltına alınan isimlerin büyük bir bölümünü biliyorum, bir kısmınıysa şahsen tanıyorum. Bunların hiçbiriyle herhangi bir siyasi bir yakınlığım yok ve bundan şikayetçi değilim; onların da bana karşı aynı duyguları beslediklerin düşünüyorum. Yani hiçbir Ergenekon sanığına kefil değilim, ancak bunların istisnasız her birinin hak ve özgürlüklerinin (adil yargılanma, özel hayatın gizliliği vs.) her türden ihlaline sonuna kadar karşı çıktım ve çıkacağım. Soruşturmayı yürüten savcıları tanımıyorum ama bugüne kadar yaşananlardan hareketle onlara da kefil olmam asla söz konusu olamaz. Kaldı ki medyada gözüpek çok sayıda destekçileri olduğu için benim desteğime ihtiyaçları herhalde yoktur. Elinden geldiğince “sivil gazetecilik” yapmaya çalışan biri olarak soruşturmayı yürütenlerin medyayla kurdukları ilişkinin alabildiğine rahatsız edici olduğunu vurgulamak isterim. Onların toplumu bilgilendirme yerine adeta bir “psikolojik savaş stratejisi” izliyor olmaları, benim gibi “derin devlet” yapılanmalarının tamamının tasfiyesini içten bir şekilde arzulayanların keyfini kaçırıyor, hevesini kırıyor ve kafalarındaki soru işaretlerini çoğaltıyor. Ergenekon’u anlamak ve bu konuda tavır belirlemek için her iki kutubun bize anlattıklarına kuşkuyla bakmamız, bol bol soru sormamız ve bunların cevaplarını da savcı veya avukatlardan beklemememiz gerekiyor. Özetle işimiz çok ama çok zor.