Ne açılım, ne referandum yüzünden
.
İnegöl, Hatay, Erzurum... Ülkenin dört bir tarafında farklı şekillerde, farklı çaplarda kaygı verici olaylar peş peşe yaşanıyor. Görünüşte farklı nedenlerle ortaya çıkmış gözükse de bütün bu olayların ardında, ülkemizdeki tüm sorunların “anası” olduğu iyice ortaya çıkan “Kürt sorunu” yatıyor.
Aslına bakılacak olursa, PKK’nın şiddet eylemlerine başlamasından bir süre sonra, ülkenin özellikle Batı bölgelerindeki bazı küçük yerleşim birimlerinde, kimi zaman ticari, kimi zaman kişisel nedenlerle başlayan bazı tatsızlıkların, oralarda yaşayan Kürt kökenlilere yönelik saldırılara dönüştüğü olmuştu, fakat bunlar, her ne kadar kaygı verici olsalar da, birbirlerinden kopuk ve sahiden “münferit” olarak tanımlanmayı hak eden olaylardı. Ne var ki bir süredir, özellikle hükümetin bundan bir yıl önce “Kürt açılımı”nı başlatmasından sonra bu tür “sivil çatışmalar”ın yoğunlaştığını ve içlerindeki şiddet boyutunun giderek ürkütücü bir hal aldığını görüyoruz.
Yaşadıklarımız son derece kaygı verici zira bu tür “sivil çatışmalar”, Kürtlere yönelik ayrımcılıkla birlikte tırmanıyor. Yani tanık olduğumuz bu pratiğin çok belirgin bir teorik zemini de var. Daha önce de defalarca bu köşeden tartıştığımız gibi, bazı gazeteciler, öğretim üyeleri, farklı partilerden kimi siyasetçiler, kısacası “kanaat önderi” sıfatı taşıyan ve sayıları şaşırtıcı bir şekilde artan bazı kişiler, PKK’nın terör eylemlerini tırmandırmasını bahane ederek “ver kurtul” diye özetlenebilecek bir yaklaşımı daha yüksek sesle seslendiriyorlar. “Ver kurtul” anlayışının bir dizi saçma ve tutarsız yönü var ama her şeyi bir kenara bırakırsak en temel sorunun “Diyelim ki Kürtler ayrıldı, ülkenin Batısındakiler ne olacak?” olduğu ortadadır. İşte son dönemde artışa geçen “sivil saldırılar”ın alttan alta Batı’daki Kürtleri esas bölgelerine geri döndürmeyi de hedeflediğini söyleyebiliriz.
Herkes kendine yontuyor
Bu sivil saldırıların önlenebilmesi bugünden bakıldığında çok kolay gözükmüyor. Çünkü her şeyden önce Türkiye toplumu bu saldırıların neden yaşandığı konusunda da tam anlamıyla kutuplaşmış durumda. Sorunun özünde olayların içinde aktif bir şekilde yer alanların birbirlerine yönelik suçlamalarını yer almıyor. Bu olayları dışardan, üzüntüyle izleyen kesimlerin bir türlü ortak hareket etmesi mümkün olamıyor. Şöyle ki, AKP’ye muhalif olan kesimler, bu olayların ana sebebinin hükümetin Kürt açılımı olduğunda ısrarlı; buna karşılık AKP yanlıları (ve hükümet yetkilileri) olayları sadece ve sadece “provokasyon” olarak görüyor asıl ve tek hedefinse bizzat hükümet olduğuna inanıyorlar. Onlara göre bu saldırı ve çatışmaların ardında referandumu sabote etmek isteyen güçler var. Sırf bu sonuncu iddia üzerine çok uzun ve alaycı satırlar döşenmek mümkün fakat bu derece kritik bir konuda “bağcı dövme” yerine “üzüm yeme”ye çalışmak ve toplumda bir tür mutabakat için çaba sarf etmek daha isabetli olacaktır.
Şimdilik şu kadarını söylemekle yetinelim: Bu olayları siyasi amaçlarla, açılımla veya referandumla ilintilendirmenin kimseye bir faydası olmaz.
Sorun Kürt sorunudur ve bunun çözümsüzlüğüyle gelinen noktada Türkiye’de “barış içinde birarada yaşama” gerçek anlamda bir soruna dönüşmektedir. Eğer hep birlikte kaybetmek istemiyorsak, hep birlikte bu soruna el atmalıyız. Ve imkanı olan herkes PKK’nın kayıtsız şartsız silah bırakması için elinden geleni yapmalıdır.