Mutabakat iyi ama...
.
Org. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte devletin “terörle mücadele” anlayışında köklü değişimler yaşıyoruz. Her şeyden önce, terörle mücadele konusunda hükümet ile TSK arasında, sürekli gelişen bir diyalog, eşgüdüm ve bunlara bağlı olarak bir mutabakat bulunduğunu görüyoru. Terörle mücadele için yeni bir yapılanmaya gidilecek olması kritik bir karardı. Ne çıkacağını merakla bekliyoruz. Pazartesi günü Org. Başbuğ’un Bakanlar Kurulu’na brifing vermiş olmasıysa başlıbaşına önemliydi. Dün Yeni Şafak ve Zaman gazetelerinde çıkan ve brifingten ilginç notların aktarıldığı haberler, her ne kadar Başbakanlık tarafından kuru bir biçimde yalanlanmış olsa da, bir zihniyet değişikliğinin eşiğinde olduğumuzu gösteriyor.
Peki bütün bunlar yeterli mi? Sanmıyorum. İtiraz ve eleştirilerimi birkaç başlık altında toplayacak olursam:
1) Olayın “Kürt sorunu” boyutu geri plana itiliyor.
Her ne kadar ekonomik, sosyal, kültürel boyutları olduğu kabul edilse de çözülmesi gereken sorun esas olarak bir “terör sorunu” olarak görülmeye devam ediliyor. Eskiden olduğu gibi “hele bir terörü halledelim, gerisine sonra bakarız” denilmiyor olması kuşkusuz çok ileri bir tutum. Fakat kültürel, sosyal, ekonomik ve en çok da siyasi alanda yapılacak bazı iyileştirmelerin PKK’nın işine yarama ihtimalinden hâlâ korkulduğu gözleniyor.
2) Askere çok geniş alan açılıyor.
Org. Başbuğ ile birlikte TSK’nın, sorunun askeri olmayan boyutlarına da yoğunlaştığını görüyoruz ki bu aslında sevindirici bir gelişme. Ne var ki bunlar esas olarak hükümetin kıta sahanlığındaki konular. Normal olarak ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi arayışları sivillerin yapması, askerin de bunlara katkıda bulunması gerekir. Hal böyle olmayınca, hem askere gereğinden fazla yük yüklenmiş oluyor, hem de sivil-asker ilişkileri konusunda, “vesayet” eleştirilerine kapı aralayabilecek olumsuz bir imaj ortaya çıkıyor.
3) Toplumun tümünün çözüme dahil edilmesinde tereddütler var.
Org. Başbuğ’un Diyrabakır’da bazı sivil toplum örgütü ve meslek kuruluşu temsilclieriyle görüşmesi olumlu, bazılarını dışlamasıysa olumsuzdu. Benzer bir şekilde AKP’nin Güneydoğu’da güçlü bir şekilde varolmasını iyi, Başbakan Erdoğan’ın DTP’li milletvekilleri ve belediye başkanlarına karşı ayrımcı tutumu kötü. Devletin kurumları bu sorunu, bölge insanının bir bölümünü arkalarına, diğer bölümünü karşılarına alarak asla çözemezler. DTP’nin ve özellikle bu partiye oy veren kesimlerin de ne yapıp edip çözüm sürecine aktif olarak katılmaları gerekiyor.
4) PKK hâlâ tam olarak anlaşılabilmiş değil.
TSK’nın her vesileyle uzun soluklu bir mücadelenin söz konusu olduğunun altını çizmesi, hükümetin de benzer vurgulara özen göstermesi olumlu bir nokta. Fakat kamuoyunun “bitirin artık şu işi” itirazlarını dindirmek mümkün olamıyor. Öte yandan yılların birikimi ve farklı kanallardan çok yoğun istihbarata rağmen, devlet kurumlarından, PKK’nın gerçek gücü, neyi nasıl yapmak istediği, avantaj ve dezavantajları konusunda güvenilir analizler gelmiyor. Buna bağlı olarak, Öcalan’ın yakalanmasından sonra derin bir örgütsel, siyasal ve ideolojik krize düşmüş olduğu varsayılan örgütün nasıl hâlâ etkili olabildiği gençlerin neden gönüllü olarak örgüte katıldığı tatminkâr bir şekilde açıklanamıyor.
5) Irak Kürtleriyle ilişkilerde kafalar karışık.
Yakın bir zamana kadar TSK Irak Kürtlerine o kadar olumsuz bakıyordu ki, PKK’dan çok onları “esas düşman” gördüğü söylenebilirdi. Şimdi PKK’nın Kuzey Irak’tan atılması için Irak Kürtleriyle işbirliği yapılması seçeneğine -çok fazla inanmasalar da- hayır demeyen bir komuta kademesi söz konusu. Ancak Barzani ve Talabani’den tam olarak ne isteneceği onların ne cevap vereceği neyi ne kadar yapabilecekleri ve sözlerinde durmazlarsa ne olacağı belirsiz.
TEŞEKKÜR
Babam Ali Hikmet Çakır’ın rahatsızlığı sırasında ellerinden geleni yapan Koşuyolu, Süreyya Paşa ve Marmara Üniversitesi hastanelerinin yetkili ve çalışanlarına vefatından sonra acımızı paylaşan herkese, kardeşlerim ve tüm ailem adına teşekkür ederim.