Muhafazakârlığımız ılımlılaşıyor
.
Türkiye öteden beri hem toplumsal, hem siyasal açıdan muhafazakâr bir ülke olmuştur. Bu muhafazakârlığın 11 yıla yaklaşan AKP iktidarı döneminde artıp artmadığı da son dönemde sosyal bilimcilerimizin gözde araştırma konularından biri haline geldi. Son olarak Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Hakan Yılmaz yönetiminde 6 yıl sonra ikincisi yapılan “Türkiye’de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din” başlıklı araştırmadan ilginç sonuçlar çıktı.
Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi desteğiyle Mart-Nisan 2012 arasında 16 ilde, 18 yaş üstü 1200 örneklem grubuyla gerçekleştirilen proje aslında bize bildiğimiz (ya da bildiğimizi sandığımız) şeyleri söylüyor ancak 6 yıl içinde insanların muhafazakârlıklarının hangi noktalarda artıp, hangi noktalarda gerilediği veya aynı kaldığını görmek sahiden öğretici oluyor.
Bu yazıda 6 yıl arayla yapılan iki araştırma arasındaki en çarpıcı fark ve benzerliklerin bazılarını sunmak istiyorum:
Ortalara doğru toplaşma
Prof. Yılmaz’ın öncelikle muhafazakârlıkta “ılımlılaşma” ve “ana akımlaşma” eğilimi gözlediklerini söylüyor ve bunu şöyle ayrıntılandırıyor:
1) Gerek siyasal, gerekse de özel hayata ilişkin muhafazakârlık tutumlarında uç noktalardan ortalara doğru bir toplaşma eğilimi ortaya çıkmış. Yani hem siyaset, hem de özel hayat hakkındaki muhafazakâr tutumlarda, kendini muhafazakâr bulmayanların oranı da, kendini çok muhafazakâr bulanların oranı da azalmış. Buna karşılık, muhafazakârlığını orta seviyede değerlendirenlerin oranı artmış.
2) Toplum daha “statükocu” bir tutuma kaymış. Yani toplumsal ve siyasal hayatta değişim isteyenlerin oranı azalmış.
3) Özel hayata ilişkin muhafazakârlıktaki ılımlılaşmanın bir göstergesi olarak, aşağıdaki tutum değişiklikleri gerçekleşmiş:
a) Dindarlık düzeyinde yıllar içinde bir artış meydana gelmemiş; gelmediği gibi, yüksek dindarlık seviyesinde küçük de olsa bir azalma söz konusu olmuş.
b) Dindarlık düzeyi aynı kalırken, ibadetlerini yerine getirmeyenlerden (örneğin, namaz kılmayanlardan, oruç tutmayanlardan, başını örtmeyen kadınlardan) rahatsız olanların oranı azalmış, olmayanların oranı ise artmış. Buna koşut olarak, dinsellik görüntüleri de “normalleşmeye” başlamış; örneğin, kara çarşaf ve şalvar gibi dinsellik görüntülerinden rahatsız olanlar azalmış.
c) İbadet edenlerin oranında bir azalma ve ibadetlerin yerine getirilmesinde bir esnekleşme yaşanmış.
d) Eşcinseller, evlenmeden birlikte yaşayan çiftler, açık giyinen kadınlar, tek başına yaşayan kadınlar, boşanmış kadınlar, küpe takan erkekler, flört eden gençler gibi modern ve kentsel cinsellik görüntülerinden rahatsız olanlar azalmış.
Bireyselleşmenin tırmanışı
Prof. Yılmaz’ın ikinci gözlemi toplumda “bireyleşme” sürecinin hızlandığı yönünde. Bu bulguyu da şöyle ayrıntılandırıyor:
1) Bireyleşmenin derinleştiğinin ve yaygınlaştığının en temel göstergesi olarak, “eşitlik, dayanışma, özgürlük” değerleri arasında “özgürlük” en çok tercih edilen temel değer olarak “eşitlik”in önüne geçmiş. Oysa, bundan altı yıl önce, halkın gözünde, bu üç değer arasında “eşitlik” açık ara birinci gelmişti. “Eşitlik” değerini en çok tercih edilen temel değer olarak seçenlerin oranı yıllar içinde sabit kalmış. Buna karşılık, “özgürlük” diyenlerdeki yükseliş, “dayanışma” yanıtını verenlerin oranındaki ciddi bir düşüşten kaynaklanmış.
2) Bireyleşmenin önünde engel olan iki temel muhafazakâr değeri savunanların oranında yıllar içinde bir düşüş meydana gelmiş: birincisi, “insan zayıftır; yanlış yola sapmaması için, başında mutlaka onu doğru yola sevkedecek bir otoritenin bulunması gerekir”; ikincisi ise, “herkes hayatta layık olduğu yerdedir ve haddini aşmamalıdır”.
3) Bireyleşmenin bir diğer kanıtı olarak, kişilerin hayattaki seçimlerini kendi isteklerine göre değil de, geleneklere göre yapması gerektiğini savunanlar azalmış.
Kadın konusunda pozitif değişim
Prof. Yılmaz araştırma sonucunda haklara sahip çıkma alanında son altı yılda kayda değer bir iyileşme görülmediği sonucuna vardıklarını belirtiyor ve son önemli tespitlerini şöyle özetliyor: “Kadının toplumsal konumuna ilişkin tutumlarda pozitif bir değişim olurken, ailedeki konumuna ilişkin tutumlarda bir değişim görülmüyor.”
Bu bulguyu da 5 noktayla ayrıntılandırıyor:
1) İster başı örtülü, ister başı açık olsun, tüm kadınların toplumda kadın oldukları için ezildikleri yönündeki tutumda bir artış olmuş.
2) Başörtülü kadınların da erkeklerle hayatın her alanında eşit olduklarına ilişkin tutumda bir artış meydana gelmiş.
3) Açık giyinen, çalışan, boşanmış, tek başına yaşayan, nikahsız beraberlik yaşayan kadınlardan duyulan rahatsızlık azalmış.
4) Kürtaj, hiç bir koşula bağlı olmaksızın, cevap verenlerin yarısından fazlası tarafından kabul edilirken, işin içine yoksulluk, tecavüz, sağlık gibi faktörler girdiğinde, bu kabul oranı hızla artmış ve sağlık söz konusu olduğunda yüzde 85’e ulaşmış.
5) Buna karşılık, kadının ailedeki konumu, evdeki rolü, kocası ve çocuklarına karşı yükümlülüklerine ilişkin tutumlarda bir değişiklik olmamış. Altı yıl önce olduğu gibi, bugün de, ideal kadın “eşit, hamarat ve namuslu” bir kadın olarak tanımlanmış.